Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CBT 1491/16 Ekim 2015 ANKARA’DA KATLİAM DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ Ankara’yı Vurdular Ankara’yı kana bulayanlar Türkiye’yi diğer İslam ülkeleri gibi parçalamak isteyenlerdir. İslam dünyasında güçlü devlet yoktur. Türk ordusunun başına örülen çorabın nasıl gerçekleştiğini öğrendik. Ankara cinayeti o komplonun bugüne uzayan bir sahnesidir. Güçlü olanlar sadece silah üretenlerdir. İslam sahnesinin oyuncuları AmerikaAvrupa ile RusyaÇin, figüranları da onların müşterileridir. Batının kahyaları petrol şeyhleridir. Uluslararası Kapitalizm’inin şubesi de İsraildir. Kapitalizm Yahudisiz olmadığı için Yakındoğu’da İsrail’in istemediği bir şey olmaz. Türkiye’nin durumu da bu programda saptanmıştır. Ankara’daki insanlık dışı cinayetin üzerindeki diğer sözler doğruyu saptırıcı boş gevezeliklerdir. Müslümanlar cihadı birbirlerine karşı yapıyorlar. En sona Türkiye kalmıştı. Son darbeyi Ankara’da vurdular. Bu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batının hazırladığı programdır. Gerçekleştiği zaman İslam dünyası geç kapitalizmin ömrünü uzatacak en büyük pazar olacak. Kuşkusuz bunu anlayan Müslüman çok. Bunlar ya Batı’da yaşıyor ve ona entegre oluyorlar. Ya da kendi ülkelerinde hükümetler tarafından dışlanıyorlar. Bu şema çok basit. Onun için çalışıyor. Fakat İslam ülkelerinin durumu politikacı ve gazetecilerin kafasını karıştıracak kadar ayrıntılı ve karmaşık. Bir Türk profesör, üzüntüden nerdeyse ağlayarak politikacılar, artık politikayı bırakıp ölen insanlar ve ülkenin geleceğini konuşsunlar diye yakınıyordu. Oysa İslam ülkelerinde politikacı batılı programı uygulamak için iş başına getiriliyor. Eski sömürgeciliğin yerini, arasıra tehditler de içeren, yeni finansal sömürgecilik aldı. İslamın parça parça edildiğini görmek için Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Sudan, Yemen, Libya’yı ve şimdi de Türkiye’yi hatırlamak yetişir. Televizyonlar ve gazeteler kamuoyunu olayların dışına kolayca yöneltiyorlar. Masa başlarında ahkam kesip olayı hırsızpolis olayına çevirenler üç grup: Uyutulanlar, uyutanlar ve ülkelerinin tongaya düşürüldüğünü anlayanlar. Kavga bu bilinçlenmiş, aldatıldığını anlayan, az sayıda da olsa üçüncü grupla, dışarısı ile bir tür ortaklık edenler arasında oluyor. Vurdumduymazlar da caba. Güzelim istasyon meydanını bulayan kanlar Türkiye’nin geleceğinin karartıldığını gösteriyor. Bunu anlamayan idareciler ise insanın içini karartıyor. Ölüm ve sefalete tepki vermeyenler halkları kıran çetelerin silahsız prototipleri gibi davranmıyorlar mı? Düşüncelerde ve sözlerde her tartışma politikaya ve oy’a indirgeniyor. Politik söylem inandırıcı olmaktan çok uzak bir iş tartışmasına dönüşmüş. Politikayı bırakıp ölen insanları ve ülkenin geleceğini düşünseler! Ankara’da Gazi Lisesi’ni 1943’te bitirdim. O sırada Ankara yeni yapılıyordu. Cumhuriyet, dünya tarihinin ilk ve çağdaş Türkiyesi’nin kimliği idi. Büyüme ve öğrenme, Türk kimliğini kazanma ve Türk ulusunun ortaçağdan kurtarma ve aydınlanma simgesi olarak Ankara Türklerin olduğu kadar İslamın da aydınlanma odağı olmuştu. Bu aydınlığı dışarıdan ve içerden kana bulayanlar bu odağı söndürmek isteyenlerdir. Bu kanla yıkanmış Ankara benim liseyi bitirdiğim kentten 66 kez daha büyük. Fakat onun saf havasından 66 kez daha kirli. Bir Türk profesör uluslararası ortamın dinamiklerinin terörü besleyen kaynak olduğunu söylediği zaman doğru söylüyordu. İslam ülkelerini parçalayan Müslüman örgütlerin ise politik başkalaştırma programlarının sonucu olduğunu vurgulayan profesör de doğru söylüyordu. Ülke kanda boğulurken suçlu tartışması yapmak yanlıştır. Bu doğru! Başbaşa verip konuşmadan bu kırılgan ülke kurtulmaz. Fakat bu hale gelmenin nedenini düşünmeden de kurtulamaz. Barışa ve Demokrasiye Bombalı Saldırı Yayımlanan son anketlerde birbirinden bağımsız olmayan ülke sorunları: 1) Ekonomi, 2) İşsizlik, 3) Terör ve 4) Eğitim olarak sıralanıyor. Bu sütunlarda haftalardır ağırlıklı olarak “cehalet ve eğitim” sorunları üzerinde yazıyoruz. Doğan ile yaptığımız son değerlendirmede, “yine eğitim” üzerinde durmaya karar vermiştik ya; 10 Ekim’de Ankara’daki “EmekBarış Demokrasi Miting”inde patlatılan bombaların sesini duymadık ama 100’leri aşan ölü ve yaralı sayıları, planlarımızı da notlarımızı da altüst etti. Korkulan oldu. Terör önaldı. Toplumca acıya boğulduk. Geçmiş olsun dileyeceğim ama geçecek ya da unutulacak bir şok değil. Bu saldırı, “Bir musibet (felaket) bin nasihatten yeğ (iyi)’dir” sözünü hatırlatıyor. IŞİD mi, ortağı mı? Neden veya ne maksatla yapıldı bu katliam, henüz bilinmiyor. Ancak, “EmekBarışDemokrasi Mitingi”nin daha başlarken dağıtılması, yaşadığımız şu zor günlerde bazı olasılıkları düşündürüyor. Saldırıyı düzenleyen terör örgütü veya örgütleri: ? EmekBarışDemokrasi mitinglerinin yayılmasını; ? Bölünen ve kutuplaşan toplumun birleşip uzlaşmasını; ? Bunalımı çözecek 1 Kasım seçimlerinin güvenle yapılmasını; ? Laik Türkiye’nin mezhep savaşlarıyla bunalan İslam ülkelerine örnek olmasını; istemiyor, ya ne istiyor? Otoriter ve totaliter rejimlerin lider kişilerle var olduğunu ve daha kolay yıkılacağını dikkate alıp, can ve mal güvenliği olmayan bir korku ve dehşet ortamı yaratarak: ? Seçmenleri sindirip katılım oranını düşürerek parlamenter sistemin çöktüğünü veya yürümediğini kanıtlamak; ? İktidarı bırakmamakta kararlı görünen bir Cumhurbaşkanı’nın ısrarla dayattığı Başkanlık sistemini desteklemek; ? Halkı, yeni bir Anayasa oylamasına hazırlamak; istiyor. ? Başarılı olabilirler mi? Bilinemez ama her ne pahasına olursa olsun, deneyecekleri görülüyor. ? Aydınlanma çağında devrimler yaparak demokrasiye geçen ülkelerin siyasal tarihi, her devrimden sonra bir içsavaş yaşandığını; Anayasal ve özgürlükçü demokrasilerin ancak bir iç savaştan sonra kurulabildiğini gösteriyor. Beş Büyükler olarak bilinen İngiltere, Fransa ve ABD, Rusya ve Çin’de böyle olduğu gibi, AB de İkinci Dünya Savaşı sonunda gerçekleşti. İtalya, İspanya, Küba, Almanya, Şili, Tunus benzer sınavlardan geçtiler. ? Türkiye Cumhuriyeti, Birinci Dünya Savaşı’nda dağılan Osmanlı milletlerinin hayatta kalanlarıyla kuruldu, kanlı bir bedel ödemeden geçti demokrasiye. Silahlı Kuvvetlerin müdahaleleri, yapısal sorunları çözmedi, sadece erteledi. Söylemeye gönlümüzün razı olup, dilimizin varmadığı bir varoluş sınavının eşiğinde nice kanlı olacağı önceden bilinemeyen yaygın bir iç çatışma sanki kaçınılmaz gibi görünüyor. ? Ancak iflah olmaz bir iyimser olarak yine de umuyorum ki, eğer bu bunalımı da kazasız belasız atlatırsak, Mustafa Kemal’in hayal ettiği “Çağdaş Uygarlık Düzeyi”ne ulaştık diyebiliriz. Geleneksel toplumlarda şiddet şiddeti doğurur, çivi çiviyi söker. Çağımızın ünlü bilgesi Gandhi, devrimlerden aldığı ders ve esinle şiddete karşı inançla direndi; bağımsızlık savaşının barışla kazanıldığını kanıtladı. Din, bilim ve devlet kurumları arasındaki tarihi çatışma, fikir ve ifade özgürlüğü ve onun hukuki güvencesi olan özerklik ve laiklikle aşıldı. Yeni bir yol yordam aramaya gerek yok. Özgürlük, özerklik ve laiklik, ötekileştirmeyen, çoğulcu demokrasinin de öncül ilkeleridir. Nâzım Hikmet, bir şiirinde “Umuda kurşun işlemez!” diyordu. Meydanlarda ele ele tutuşup barış türküleri söyleyerek kucaklaşalım. Umudumuzu yitirmeden, barışa çok yakın olduğumuzun bilincine varalım. diyorum.