Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bilim ve Düşünce Tarihi CBT 1491/16 Ekim 2015 14 OOOF OFF LİNE Tanol Türkoğlu tanolturkoglu@gmail.com Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü’nün düşündürdükleri Aziz Sancar’ın Nobel Kimya Ödülü’nü alması, ülkemizdeki bilimin ve eğitimin durumu üzerine birçok şey düşündürtüyor. Veri Enformasyon Bağı Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com B iyokimya ve biyofizik profesörü Aziz Sancar (d.1946) yüksek prestijli Nobel Kimya Ödülü’nü (2015) kazanarak çok büyük bir bilimsel başarı elde etti. Onun bu başarısı insanlığın, ABD’nin, Türkiye’nin ve kendisinin başarısıdır. Aziz Sancar’ın bu başarısının ülkemizde bilimin gelişmesine yeni bir hız ve canlılık kazandıracağına hiç şüphe yoktur. Bilim, uluslararası bir etkinliktir. Bilimsel sonuçlar veya gerçekler, bilim insanlarının milliyetlerine ya da ülkelerine göre farklılık göstermez. Elde edilen başarılar tüm insanlık için geçerlidir. Ancak bilimin yapılış koşulları ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Prof. Sancar ödülü kazandıktan sonra yaptığı konuşmada, başarısını Cumhuriyet eğitimine borçlu olduğunu söyledi. Onun bu sözü çok önemli bir gerçeği ifade etmektedir. Çünkü Prof. Sancar, ABD’ye gitmeden önce ilk ve orta öğretimi ile tıp eğitimini bu ülkede tamamlamıştı. İstanbul Tıp Fakültesi’nde iyi bir öğrenim gördüğünü söylemektedir. Gerçekten de onun öğrencilik yaptığı yıllarda İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki eğitimin bilimsel düzeyi uluslararası düzeydeydi. Bu fakülteden uluslararası düzeyde başarılar kazanmış başka birçok bilim insanımız da yetişmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan 1960’ların sonlarına kadar ülkemiz tıp eğitiminin düzeyi yüksektir. Bunun nedenlerinden biri de tıbbi araştırmaların ülkemizdeki diğer bilimsel araştırmalardan daha eski ve güçlü olmasıdır. Özellikle klinik tıp çalışmaları ve yayınları Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren bilimsel çalışmaların ana eksenini oluşturmuştur. Böylece bilimsel araştırmacılık formasyonunun olumunda ülkemiz tıbbının önemli bir yeri ve öncülüğü vardır. Ülkemizde yüksek bir gelişme göstermiş bilim dallarından biri de matematiktir. Kerim Erim, Ratip Berker, Cahit Arf gibi büyük matematikçilerin çalışmalarıyla ülkemiz matematiği daha 1948’de büyük uluslararası başarılara imza atmıştı. Nobel Ödülü matematik için verilmiyor. Yoksa sonraki Nobel ödülümüzü matematikten bekleyebilirdik. Prof. Sancar ülkesinde iyi bir tıp eğitimi alma BİLİMDE KİM İLERİYSE, BEYİN ORAYA AKAR mış olsaydı belki ABD’ye daha ileri araştırmalar için gitmeyecek veya gitme bilincine ulaşamayacaktı. ABD’nin bilimsel başarısı, en ileri bilimsel araştırmaları sürdürecek bilim kurumlarını yaratmış olmasıdır. Bilim tarihinde her zaman görülen gerçek şudur: Bilim hangi ülkede en ileri durumdaysa, dünyanın bilim yapmak isteyen çeşitli uluslardan insanları o ülkeye yönelirler. Bu adeta doğa yasası gibi bir gerçektir. Ülkemizin başarısızlığı da, kendi parlak bilimcilerinin daha ileri çalışmalarını sürdürmelerine imkân sağlayamamış olmasıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında bilime ve bilimsel eğitime çok büyük bir önem veriliyordu. Fakat özellikle 1950’li yıllardan sonra bu eğilim giderek zayıfladı. Bugün dinsel eğitim bilimsel eğitimin neredeyse önüne geçmek üzeredir. Ancak ülkemizde her şeyin kötüye gittiğini söyleyemeyiz. Ülkemiz yönetiminin bilime büyük önem verdiği Cumhuriyetin başlangıç döneminde, toplumsal olarak bilim yapma potansiyelimiz genel olarak zayıftı. Bugün ülke yönetimi dini eğitime bilimsel eğitimden daha fazla önem veriyor, ama önceki durumdan farklı olarak bugün, ülkemizde iktidarların inisiyatif alanları dışında kalan önemli bir bilim yapma potansiyelimiz bulunmaktadır. Bu potansiyelin hem üniversiteleri ve kurumları, hem de kadroları ve öğrencileri var. Bu nedenle tarihimizde kapsamlı bir düzeyde ilk defa olarak bilim kendi güçlerini yaratıyor. Prof. Dr. Aziz Sancar’ın Nobel Ödülü, sadece kendisi için değil, ülkemizdeki bilim insanları ve öğrencileri için de büyük bir ödüldür. Bu ödülün ülkemiz bilim heveslileri için yeni bir itici güç oluşturacağı açıktır. Fakat asıl üzerinde durulması gereken şey, Prof. Sancar’ın bu başarısını ABD’deki çalışmalarıyla sağlamış olduğu gerçeğidir. Bu nedenle bilimde ve teknolojide ileri gidebilmek için yüksek düzeyde bilimsel araştırma kurumlarının yaratılması gereği ülkemizin en önemli sorunlarından biri olarak ortadadır. Prof. Sancar’ın Nobel Ödülü, büyük bir umut ve moral kaynağı olmanın ötesinde, ülkemizdeki bilim yapma koşullarına eleştirel bir gözle yeniden bakmak için de önemli bir fırsat olarak görülmelidir. Prof. Sancar, hem Türkiye Cumhuriyeti hem de ABD vatandaşıdır. Sadece bu gerçek bile sorunun karmaşık niteliğini ortaya koymaktadır. Prof. Sancar’a ülkemize ve bilim heveslilerimize bu sevinci ve güven duygusunu yaşattığı için teşekkür ederiz. Prof. Dr. Aziz Sancar elbette kendi zekâsı, azmi ve çalışkanlığıyla da bu ödülü elde ederek ülkemiz bilim tarihinde yeni bir çığırın kapısını açmıştır. Onu bu başarısından dolayı da büyük bir heyecanla kutlamak isteriz. Veri ile enformasyon arasındaki sembolik bağ, suistimal edilmeye ve kitleleri kolayca yanlış yönlendirmeye açıktır. Tıpkı çeşitli göstergebilimsel olgularda olduğu gibi. Suçu bu suistimal olasılığına yüklemek yerine tuzağına düşmemek gerek. Bilgi Çağı, veriden enformasyon üretilebilme sürecindeki artışın bir başka adı olarak yorumlanabilir. Veri kendi başına var olurken (devinim veri üretir) enformasyon için verinin bir süreçten geçirilip kayıt edilebilmesi gerekir. Okuyabilen için örneğin doğa bile bir kayıt cihazıdır (kesilen ağaçların kütük kesitlerindeki halkalar ağacın yaşını, kuraklık bilgisini vb verebilir). İnsan beyni, bilgisayara kadar en gelişmiş veri depolama (ve enformasyon üretme) merkeziydi. Son yıllarda önce bilgisayar, sonra da topyekun internet onun yerini aldı. Saklanan veri ile gerçek veri arasında canlı bağ yerine sembolik bir ilişki vardır. Bu sembolik ilişki belki de bilgi çağının temel “yabancılaşma” sorunsalıdır. Verinin kayıt edilmiş hali veriyi değiştiremez ancak veriden daha çok itibar görebilir. Örneğin seçim sandıklarındaki oylar (veri) ile bunların tutanakları (enformasyon) arasında böyle bir yabancılaşma sorunsalı vardır. Ancak sonuçlarla ilgili bir sıkıntı olduğunda tutanaklara oylardan daha çok rağbet edilir. Sanki veri ile enformasyonu arasında canlı bir ilişki varmış gibi enformasyon kaynağını kontrol etmek yeterli bulunur. Veri ile enformasyon arasındaki bu yabancılaşma bilgi çağında bireylerin yanlış bilgi ile yönlendirilmesinde en büyük rolü oynar. Öyle ya kimsenin veriyi incelemeye, onu analiz etmeye ve enformasyonu yeniden üretmeye zamanı yoktur. O nedenle kendisine sunulan enformasyonu kabul edip etmeme konusunda sorgulayıcı olmak yerine uyumlu olmayı tercih eder. Yani enformasyonu sunan kaynak kişisel bakış açısıyla uyumluysa onun sunduğu enformasyon doğrudur; değilse eleştirilmelidir (örneğin şehidine sessizce ağlayan aile bizdendir, bağırıp çağıran aile zaten şöyledir, böyledir). Bilgi çağının hızlı dijital araçlarına binmiş her kesimde bu yaklaşım tarzını görmek olası. O nedenle internet bir açıdan da dijital gettolaşmaya neden olmakta. Dijital çağın bireyi kendisi gibi olanlarla etkileşim kurmakta ve duymak istediklerini duyarak totolojik bir şekilde (düşüncelerinin) doğruluğunu teyid etmektedir. Veri ile enformasyonu arasındaki bu yabancılaşma, suistimal edilmediği sürece sorun yaratmaz. Farklı yabancılaşma formlarıyla bireyler dijitalleşmeden önce de tanıştılar. Örneğin trafik işaretleri gibi göstergebilimsel olgular. Araca kırmızı yayaya yeşil yanarken yolun karşısına geçmekte olan bir yayanın bir araç tarafından ezilmeyeceğinin garantisi nereden gelmektedir? Araç sürücüsü ile yayanın aynı simgeleri (trafik ışıkları) aynı şekilde yorumlayacakları varsayımından (yeşilde geç, kırmızıda dur). Bu standard herkes tarafından bilinmezse, bilindiği halde kişisel çıkar için kullanılırsa (acelesi olan şoförün kırmızıda geçmesi gibi) yabancılaşma sorunsalı kendini gösterir. O halde sıkıntı “dijital zamazingo”lardan kaynaklanmamakta; iş onun standardlarını öğrenmeyi reddeden bireyde bitmektedir. Birey sonuna dek direnmekte ve nihayet artık öğrenmeden yaşayamaz hale geldiğinde öğrenmek zorunda kalmaktadır. Veri ile enformasyon arasında yabancılaşmayı suistimal etme olasılığı ve bunun sonuçları konusunda bilgi çağının dijital bireyi yeterli bilgi birikimine sahip olmalıdır ki örneğin sosyal medya trollerinin tuzağına düşmesin. Birisi “İtalya’ya kaçmadı, aslında oradan gizlice Suriye’ye savaşmaya geçti” diye yazdığında kimse ona inanmayabilsin; “Hadi oradan!” diyebilsin!