Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1491 /16 Ekim 2015 İlk öğretimden üniversiteye eğitim sistemimize bir bakış Prof. Dr. Metin Özenci Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji AD Öğretim Üyesi, ozenci@medicine.ankara.edu.tr E ğitim sistemimizdeki kararsızlıklar; bir süre uygulanmaya çalışılıp eskiye dönüşler; PISA’da aldığımız düşük dereceler; çocuklarımdan gelen serzenişler; onların, torunlarımın ve Türkiye’mizin geleceği için karamsar bakışları; beni, hem birkaç yıl önce yurtdışında yaşadığım bir olaya ve kendi üniversitemdeki gözlemlerime dayanarak; Türk eğitim sistemini gözden geçirmeye zorladı. Mesleki kuruluşumuz “Türk Kardiyoloji Derneği”nin de üyesi olduğu Avrupa Kardiyoloji Derneği (European Society of CardiologyESC); yılda bir kez kongre düzenler. Türk kardiyologları da her yıl bu toplantılara katılır, kimi zaman konuşmacı; kimi zaman poster sunucu; kimi zaman oturum başkanı; kimi zaman da dinleyici olarak... O yıl ESC kongresi İsveç’in başkenti Stockholm’daydı. Birkaç gün süren kongremiz sona erdikten sonra otelimize döndük. Ertesi sabah ülkemize döneceğiz. Kahvaltı öncesi otel çevresinde bir yürüyüş yapmak istedim. Tertemiz bir cadde; caddeye bakan her birinin bakımlı bahçeleri ve garaj girişleri olan tek katlı küçük evler, rahat bir araç trafiği var. Birden başlarında kaskları ile güzel bisikletlere binmiş 45 kız çocuğu yanımdan geçtiler. On’DA EĞİTİM ları seyrederken çok FİNLANDİYA imrendim. Konya’da eşim ve birkaç öncü arkadaşımla Selçuk Üniversitesi bünyesinde ilk tıp fakültesini kurmaya çalıştığımız yıllarda (198286) kadınlarımızı da erkekler gibi bisiklete bindirebilme konusundaki umutsuz çabamızı anımsadım. Kızlar 100150 m. sonra geri dönüp yanıma geldi. İçlerinden biri bir şey sordu. Anlamadığımı; İngilizce konuşabiliyorsa bir daha sormasını söyledim. Fevkalade akıcı (benimse yeterli) İngiliz diliyle yaptığımız konuşma şöyle gelişti; – Öğretmenimiz bize bir ödev verdi. Bunun için 10 kişiyle mülakat yapmamız gerekiyor. Size birkaç soru sorabilir miyiz? – Elbette! Ancak bulunduğunuz yer trafik açısından güvenli değil. Ben kaldırımdayım ama siz caddedesiniz. Önünde bulunduğumuz evin garaj girişine gelin orada rahatça konuşabiliriz. Önerimi arkadaşlarıyla kendi dillerinde tartıştılar ve yine aynı öğrenci bana teşekkür ederek mülakat yapmak istemediklerini söyledi. Nedenini anladım. Yaşlı da olsa, tanımadıkları yabancı bir adamla kuytu bir yerde olmak istemiyorlardı. Ayrıldılar, ama daha sonra tekrar yaklaştılar. Sözcü kız kim olduğumu, Stockholm’de ne yaptığımı sordu. Kalp hastalıklarıyla ilgilenen bir Türk doktoru olduğumu; İsveç’e yıllık mesleki toplantı için geldiğimi; biraz sonra da ülkeme döneceğimi söyledim. Yine kendi aralarında konuştuktan sonra, toplantımızın tanıtım afişlerini anımsadıklarını, benimle istediğim yerde konuşabileceklerini söylediler. Garaj girişindeki ara bölgede kızlardan biri ayakta hafifçe eğilerek yazı masası durumuna geçti; bir diğeri defterini sırtına koydu ve sorular başladı. – Türkiye Avrupa’nın neresinde? (Açıklayıcı bilgiler verdim.) – Kahvaltı yapar mısınız? – Kesinlikle! Kahvaltı yapmadan işime gitmem. – Kahvaltıda ne yersiniz? – Geleneksel Türk kahvaltısı. Zeytin, beyaz peynir, bazen yumurta, mevsimine göre yeşil sebzeler, meyveler vs. – Zeytin nedir? – Bizim ülkemizde ve Akdeniz’e kıyısı olan hemen bütün ülkelerde yetişen; mitolojide barış simgesi kabul edilen, çok uzun ömürlü, kuraklığa dayanıklı bir ağaçtır. Onun meyvesi olan zeytini biz hem çok değerli sağlıklı yağı için ve hem de kahvaltıda yemek için tüketiriz. Annelerinize sorun. Eminim mutfakta zeytin yağı kullanıyordur. – Kahvaltı ile öğle yemeği arasında şekerleme (Candy) yer misiniz? – Kesinlikle yemem. – Nedenini açıklayabilir misiniz? EĞİTİM TÜRKİYE’DE Sizin de yemenizi önermem. Çünkü hem gereksiz ek kalori alır, hem de insülin dediğimiz hormonun fazlaca salgılanmasıyla acıkır, tekrar yemek istersiniz. Bu ise sizi şişmanlatır ve ilerde bir çok hastalığa yakalanmanıza neden olabilir. Ayrıca dişlerinize de zarar verir. Teşekkür ettiler ve 9 kişi daha bulabilirsem ödevlerini tamamlayabileceklerini, bu konuda da yardım edip edemeyeceğimi sordular. Otelde meslekdaşlarımın kahvaltıda olacaklarını hesaplayarak benimle gelmelerini söyledim. Onlara kızları tanıttım ve isteklerini söyledim. Hepsi de büyük bir keyifle neredeyse aynı yanıtları verdiler. Kızlar ödevlerini tamamlayıp ayrılırlarken söyledikleri ilginçti; – Öncelikle Dr. Özenci’yi sonra da sizleri tanımış olmaktan çok mutluyuz. Yanıtlarınızdan çok şey öğrendik. Ödevimizi öğretmenimize vereceğiz, sizleri sınıfta anlatacağız. Akşam evlerimize gittiğimizde de ailelerimize bu yaz tatilinde Türkiye’ye gidebilir miyiz diye soracağız. Onlara Türkiye’yi; geleneksel Türk kahvaltısını; zeytin ağacını; zeytini ve Türk insanlarını tanımak istediğimizi söyleyeceğiz. Hoşça kalın.. Meslekdaşlarımın bana yönelttikleri soru şöyle oldu: – Hocam bu şirin kızları nereden buldunuz? – Öyle bir eğitim sistemi ki onlar beni buldu! Geçenlerde; gazetede “Finlandiya tipi eğitim” ve ne kadar başarılı olduğu konusunda bir haber okudum. Üze rinde düşünürken, yaşadığım bu olay belki de “İskandinav tipi eğitim” için bir ip ucu olabilir diye bu yazıyı yazmaya karar verdim. Ben bir üniversite öğretim üyesiyim ve tıp insanıyım. Eğitim bilim uzmanı elbette değilim. Ancak; Tıp öğrencisi olarak başladığım mesleğimde tam tamına yarım asır devirmiş bir hoca olarak çıkarsamalarım şöyle; 1– Bu çocukların öğretmenleri tam bir aktif eğitim uyguluyor. Onlara sabah kahvaltısının atlanmaması gereken faydalı bir öğün olduğunu; kahvaltı sonrası şekerleme yemenin uygun olmadığını, masa başında anlatmak yerine kendi fikirlerinin oluşması için insanlarla birebir ilişki kurmalarını istiyor. 2– Kız çocuklarını saklama; sakınma; koruma gibi dertleri yok. Erkeklerle eşit olarak balık tutmayı öğretiyorlar. 3– Bu çocuklara temel trafik eğitimi verilmiş. Hepsi de bisiklet için uygun başlıklara ve giysilere sahip olarak güvenle yola çıkabiliyor. Tanımadıkları insanlarla nasıl ilişki kurulacağı öğretilmiş. Kararların bireysel değil ortak karar biçiminde alınmasının doğru olduğu anlatılmış, 4– Toplumda konuşma; derdini anlatabilme; kendine güvenme yolları öğretilmiş. 5– Analiz ve sentez yetenekleri geliştirilmiş. Bir yanıtı alınca neden diye sorup sonuca varabiliyorlar. 6– Yabancı dil eğitimleri mükemmel. Devlet okullarında, kendi kendime yabancı dil öğrenmek için çabaladığım zamanlara ne kadar yansam az diye düşündüm. Bunlara hiç benzemeyen; öğretmenin her söylediği doğrudur; hocaya soru sorulmaz; ezberleyeyim tamam; sınıfımı geçip bir diploma alayım yeter, bakış açılarıyla geçen bir ilk/orta öğretim aşaması, onu izleyen; okullarda öğretilenlerle değil; kıt kanaat derlenen paralarla, ailenin bütçesini perişan edecek harcamalarla gidilen dershanelerde, çoktan seçmeli şıklarla hazırlanılan ve çoktan seçmeli sorularla yapılan bir sınavla tıp fakültesine ulaşım. O da ne? Probleme dayalı öğretim (PDÖ) başladı. Bu ne? Hoca masada oturacak, karışmayacak. Öğrenciler bir senaryo üzerinde tartışarak aktif eğitim yapacaklar. İyi de bu çocuklar buraya kadar aktif eğitimle gelmediler ki. 70 yıldır klasik eğitim veren; Cumhuriyetimizin ikinci tıp okulu olmasıyla öğündüğümüz koskoca Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi olarak TUS’da (Tıpda Uzmanlık Sınavı) alt sıralara düşersiniz. Sonra öğrenci tıpkı üniversiteye hazırlık kursları gibi türeyen TUS’a hazırlık kurslarına gider. Yine bildiğiniz usul çoktan seçmeli sınavlara hazırlanır; kazanırsa araştırma görevlisi kadrosu ve unvanı ile uzmanlık eğitimine başlar. Bu genç doktorların içinde kendi mezunlarımızın sayısı ne kadar fazla ise, o TUS döneminde bizim fakültemizin TUS başarı oranı da o kadar yükselmiş olur. Şimdi bizim (eğer artmışsa) TUS başarımızı artıran şey, uyguladığımızı varsaydığımız aktif eğitim sistemi mi, yoksa TUS dershaneleri mi? Olayı fark eden yönetim; tıpkı ilköğretimde olduğu gibi, elbette iyi niyetle, yazboz olayına başlar ve eğitim sistemini tam olarak eskisi gibi olmasa da karma haline getirerek bir ölçüde öğrenci uyumunu sağlamaya çalışır. Klasik olacak ama, hep söyledikleri gibi; Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Başarılı örnek ortada duruyor. Kanımca yapmamız gereken son derece basit; Çocuklarımızın hepsi de kızerkek ayrımı olmaksızın; özgüveni yüksek; birey olduğunu ayrımına varmış ve bununla öğünen, merak eden, sorgulayan, çalışkan, en az bir yabancı dili çok iyi konuşan (ve kullanan) öğrenciler olarak yetiştirilmeli (bunları şimdilerde unutturulmaya çalışılan bir büyük insan daha önce söylemişti) ve bu özellik ilkokuldan başlatılıp yaşam boyu sürdürülmelidir.