Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nobel Ödülleri CBT 1491/16 Ekim 2015 7 GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner dr.m.cetiner@gmail.com Spor yerine günde bir hap Aşırıya kaçılmadığı sürece spor sağlık için çok faydalıdır. Tabii biraz da zahmetli bir uğraş, üstelik zaman da istiyor. Belki sporun yerine geçecek bir hap iyi olurdu. Spor hem bedene hem de zihnimize iyi gelir. Örneğin metabolizmayı de tetikleyerek, kan dolaşımını etkinleştirir, organların daha iyi işlemesini sağlar vb. Örneğin şişmanlık ve diyabet tip 2 gibi uygarlık hastalıklarından da korur. Ne var ki modern dünyada insanlar git gide daha fazla hareket etmeye başladılar. Spor yapanların sayısı çok az. Motivasyon eksikliği çekenler ve azimli olmayanlar için “spor hapı” belki de çözüm olabilir. Beijing Spor Üniversitesi’nden Shunchang Li ve British Columbia Üniversitesi’nden İsmail Laher son araştırma yazılarında söz ettikleri gibi sporun olumlu etkilerini taklit edebilecek bir hap üzerinde on yılı aşkın bir süredir çalışılıyor. Moleküler açıdan da hangi süreçlerin hareketle tetiklendiği artık daha iyi biliniyor. Yani bunların yapay olarak taklit edilmesi artık daha yakın. Ancak ne var ki fare deneyleriyle henüz başarılı bir sonuç elde edilememiş. Aziz Sancar ve Nobel Bilim Ödülü Aziz Sancar’ın Nobel ödülü alması beklendiği gibi bayağı gürültü kopardı. Küçük bir hatırlatmayla başlayayım yazıma. Bugüne dek dağıtılan Nobel Bilim Ödüllerinin 200’e yakınını nüfusu 14 milyon olan Yahudi topluluğundan bilim insanları almışken, toplamı 1.5 milyarı aşan İslam âleminde sadece 2 bilim insanı bu ödüle layık bulunmuş. Acaba bu söylendiği gibi İslam fobisi yüzünden mi? Bu sorunun yanıtı açıkça “hayır”. Müslüman Kral Faysal Vakfının Bilim ödüllerini kimin kazandığına bakarsanız net anlarsınız. Yahudilere bilim ödülü vermeyen bu vakfın son 10 yıl içinde dağıttığı ödüllerden hiç birini Müslüman bir bilim insanı kazanamamıştır. Bu ödülü alan, Müslüman ve hatta “Türk” diye tanıtılan İngiliz bilim insanı Semir Zeki, Lübnan asıllı bir Maruni’dir. Nobel alan Müslüman bilim insanlarına gelince; İlk Nobel ödülünü alan Müslüman bilim insanı Pakistan asıllı Abdus Salam’dır. Bilimsel kariyeri Oxford Üniversitesi, St. John Koleji ve Cambridge Üniversitesinde geçmiştir. Uzun yıllar merkezi Trieste’de (İtalya) bulunan Uluslararası Kuramsal Fizik Merkezi’nin yöneticiliğini yapmıştır. Abdus Salam, dinden çıkmış kabul edilen Ahmedi Tarikatına üye olduğundan ismi Pakistan’daki tüm kayıtlardan çıkartılmış, yok sayılmış, yaşadığı sürece Taliban militanlarının hedefi haline gelmiş ve Pakistan makamlarının baskısıyla yaşamıştır. İkinci Nobel ödüllü Müslüman bilim insanı ise Ahmed Zewail’dir. Pennsylvania Üniversitesi, Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de eğitim görmüş, oralarda kariyerini yapmış ve Obama’nın Bilim ve Teknoloji Konseyi üyeliğine dek yükseltilmiş biridir. Amacım bu ödülü alanları dinleri ve milliyetlerine göre tasnif etmek değil tabii. İnsanlığa çok önemli katkıları olan bu insanlar kanımca her millet ve dindendirler. Ama bu durum bile tek başına Müslüman dünyasının ne kadar bilimden, akıldan bir haber yaşadığını yadsınamaz biçimde ortaya koymaktadır. Bu toplumlarda bilim ve akıl, yerini tutsak beyinler yaratan “inanç” sistemlerine bırakmıştır çünkü. Prof. Dr. Aziz Sancar’a gelince, onun durumu farklıdır. Önce şu noktanın altını çizmek lazım. Onu, Nobel ödülünü kazanmaya götüren yolda eğer doğduğu Türkiye’den kilometre taşları varsa, o taşlar “herkes ölü yıkamayı bilmeli” diyen bir Cumhurbaşkanına sahip olan yaşadığımız Türkiye sayesinde değil, laik, seküler ve fırsat eşitliğine dayanan bir eğitim sistemi yaratmaya çalışan Atatürk Türkiye’si sayesindedir. Bu noktayı ayırt edemeden “bir Türk bilim adamı Nobel aldı” diye sevinmek de, “neden ona Türk diyorsunuz” diye tartışmak da son derece anlamsız ve ahmakçadır. Aziz Sancar’ın Nobel ödülü almasını Arda’nın Barcelona’ya transferine sevindiğimiz gibi sevinemeyiz. Onun bir Türk bilim insanı olması, değerlerimizi sahiplenmesi, ait olduğu coğrafyayı unutmaması çok kıymetlidir ama aldığı ödülde bunların etkisi neredeyse hemen hiç yoktur. Eğer Sancar Türkiye’de çalışsaydı DNA onarımı konusunda 400 makale yazıp sonunda Nobel Bilim ödülü almak şansına sahip olabilir miydi? Bu Nobel tartışmasını seküler, laik ve akılcı bir eğitim sistemine ne kadar gerek duyduğumuzu öne çıkartarak sürdürmeli, daha çok Sancar’lar yaratmanın yollarını zorlamalıyız. Şimdi hatırlayın; bir zamanların Çevre ve Şehircilik Bakanı “Türkiye Müslüman bir ülke, konum itibari ile biz ara eleman yetiştirebiliriz bizden mucit, bilim adamı çıkmaz” dememiş miydi? Ve kendinize sorun; Son derece sübjektif kriterlere göre dağıtılan Nobel Edebiyat ödülünü Orhan Pamuk aldığında günlerce konuşuldu da nesnel kriterlere göre verildiği bilinen bu ödül hakkında neden çok az konuşuldu, hasır altı edildi? Çünkü; bu ülkenin egemenleri için “Orhan Pamuk” iyi bir materyaldir, “Aziz Sancar” ise tam tersi kötüdür. Aziz Sancar, inanç temelli eğitimin ilkelliğini gözler önüne seren, yadsınamaz bir örnektir çünkü. Araştırmacılara göre adaylar arasında üç kategoriden etki maddeleri var: farmasötik maddeler (Agonistler), hormonlar ve örneğin resveratrol gibi bitkisel etki maddeleri. Şu sıralar test edilen maddelerin çoğu her şeyden önce kaslar üzerinde etkili olması bekleniyor. Yani bunlar kasların verimini, gücünü ve enerji tüketimini arttıracak. Fakat sporun etkilerini bunların çök ötesinde. Mesela kemikleri ve kalpdolaşım sistemini güçlendiriyor ve düşünme yetisini iyileştiriyor. Hatta son bazı araştırmalara göre de genetik veya epigenetik etkileri söz konusu. Bu bedensel etkinlikten sonra kalıtımda pozitif değişimlerin görülmesi demek. İşte sporun bu çok çeşitli etkileri, “mucize ilacın” geliştirilmesinde önemli bir sorun teşkil ediyor. Bir hapın sporun tüm etkilerini yerine getirebileceği asla beklenmemeli. hırıltılı bir solunum gelişip gelişmediğini takip etmiş. Bu şekilde dikkat çekici bir bağlantı ortaya çıkmış: Daha sonralı astımın ilk öncü belirtilerinin görüldüğü çocuklar, bebeklikten itibaren yaşıtlarından farklılar. Faecalibacterium, Lachnospira, Veillonella ve Rotiha (FLVR) gibi bakteri türleri dışkılarında çok daha düşük oranda bulunmuş, Ayrıca bu çocukların dışkısında daha az asetat saptanmış. Bu kısa zincirli yağ asitleri belli başlı bağırsak bakterilerinin metabolizma ürünüdür. ta bu bölgelerde birikmiş olmaları da bir kanıt olarak kabul edilebilir. Çünkü veba mikropları mide ve yemek borusu arasında bir engel oluştururlar. Böylece yeterli gıda alamayan pire, yeniden kan emer ve bu soğurma sırasında da hortumla hastalık etkenlerini yeni kurbanının bedenine aktarır. Kehribar içindeki pirenin hortumundaki minik bir damlanın, bu tür bir salgının kalıntısı olabileceği düşünülüyor. Yeni buluntuda zaman faktörü de ilginç. 20 milyonluk yaşıyla pire, Homo sapiens’ten yüz misli yaşlı. Bu da Yersinia pestis, pire ve insan arasındaki ilişkinin birkaç on bin yıl önce başladığına dayanan teorileri çürütüyor. Poinar vebanın çok eskilere uzandığını ve günümüzden çok farklı kurbanlar bulduğuna inanıyor. Endüstri ülkelerindeki çocuklarda en sık görülen kronik hastalıkların başında gelen astımın nedeni tam olarak bilinmese de genetik donanım dışında ince toz, beslenme, belli başlı bakterilerle temas eksikliği ve doğum öncesi etkiler gibi çevresel faktörlerin de önemli olduğu bilinmekte. British Columbia Üniversitesi’nden (Vancouver) MarieClaire Arrieta şimdi başka bir faktör daha keşfetti. Araştırma çerçevesinde üç aylık bebeklerin dışkılarındaki bakterileri inceleyen Arrieta, üç yıl boyu bu çocuklarda Astıma karşı dört bakteri Kısa bir süre önce gerçekleştirilen diğer bir araştırmayla bol asetat üreten bir bağırsak florasının astım riski üzerinde olumlu etkidiği öğrenilmişti. Hatta farelere içme suyuyla birlikte asetat verildiğinde, fareler astımdan korunmuşlar. Son araştırma astım riskinde sadece çevre ve solunum yollarındaki bakterilerin değil ilk çocukluk dönemindeki bağırsak florasının da çok önemli olduğunu göstermiş oldu ki bu bilgiler ışığında astım için yeni tedavi yolları da açılmış oldu. Ayrıca bebeklerin bağırsak florasının incelenmesiyle astım riski altında bulunan çocuklar da tespit edilebilir diyor uzmanlar. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com