24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Türkiye’nin Maketi: Kurtköy İ İstanbul’un Kurtköy bölgesi uygarlaşmadan sanayileşen Türkiye’nin düşünsel kargaşasını fiziksel yapısında temsil eden hayal edilmesi zor bir düzensizlik, bitmemişlik ve çirkinlik, kentlileşmekte zorluk çeken kırsal kültür ortamında ithal edilen her ürünün yozlaşmasına, ya da yoz kullanılışına tanık oluyor. Fiziksel, davranışsal ve düşünsel yozlaşma Kurtköy’de Türkiye’yi özetliyor. Bu sanayi bölgesinde ortama uyan akıllı evler ve akıllı arabalardan çok akıllı koyunlardan söz edilebilir. Ama akıllı insanların üretmesi gereken bir uygar düzen söz konusu değil. stanbulKocaeli sınırında Kurtköy adı verilen bu plansız sanayi bölgesine E5 kapalı olduğu için girmek şanssızlığına uğradık ve bu planlanmamış, yolu, kaldırımı, oto parkı belli olmayan kargaşayı görmek talihsizliğine uğradık. Eğitimde, politikada, ekonomide ve trafikte olan düzensizliğin bir paralelini, insana dilini yutturacak bu kent kargaşasında gördüm. Burasını gören Türkiye de hiçbir şeyin, hiçbir kentsel yapılaşmanın planlı, uygar olduğunu savunamaz. Bundan olasılıkla otuz yıl önce hiçbir insan yapısı olmayan bir boş toprak parçasında bir plan olduğunu gösteren bir şey yok. Eğer varsa daha da fena. İki yapıyı bir düz çizgiye koymamış, basit bir yol planı bile yapılmamış yoğun bir yapılanma. Bu sözüm ona caddelerde, birbirinin sırtına binmiş kamyonlar, buldozerler ve arabalar arasında, bir köşe başı bile yok. Hiç bir sokak adı ve numarası görmedim. Belki bir köşede vardır.. Bir yapının herhangi bir ortak kurala uyduğunu gösteren bir uygulama yok. Hiç bir yol kenarı ya da kaldırım olmayan bu arsalar üzerinde ağaç da yok. Yan yana gelen yapılar bir çöplüğe atılmış kutulara benziyor. Devasa depo, fabrika, ofis, üniversite yapıları etrafında dolaşan kamyon ve arabaların kuralsız akıp gittiği bir curcuna var. Bir park, bir meydan hatta bir dükkan sırası bile görmedik. Kurtköy’ün İstanbul’un dolayısıyla Türkiye’nin önde gelen sanayi bölgelerinden biri olduğunu düşününce, bu ülkede kent denilen kargaşanın boyutunu anlıyor, dehşete düşüyorsunuz. Bu plansızlığın yanında bir ikinci dehşet verici bir gözlem yapmak zorundasınız: Bölgede yaşayan insanlar bir yanda, betondan köylerde sefalet çekerken, yanlarında ülkenin en büyük ticaret tesisleri ve hatta üniversiteleri var. Bu kargaşa 19.yy. sonu İngiltere’si ve 20.yy. başı Amerikasında bile yoktu. En azından yol yapmasını biliyorlardı. Bu manzara Karaçi’de ve Lagos’ta var. Ama uygar dünyada artık kalmadı. Komünist Rusya 1945’ten sonra tek bir üretim ünitesine bağlı 4050 bin kişilik kentler yapmıştı. Kazakistan’da örneklerini görmüştüm. Bütün Rusya’ya hizmet eden (ekonomik olarak tartışılabilir) bu kentler çok iyi planlanmış geniş caddeler, meydanlar, parklar spor alanları, 3 katı geçmeyen resmi binalar, 2 katı geçmeyen bahçeli evlerden oluşuyordu. Elektrik, sıcak suyu bedava, kirası çok ucuz işçi evleriydi. Banyolarında yıkanmak için havuz vardı. 1950’lerde planlanan o kentlerle Kurtköy’ü karşılaştırınca, böyle bir yapılaşma örneği veren Türkiye’nin düşünsel kapasitesinden büyük kuşku duydum. Bu bir alarmdı. Bu mahallede tek bir sokak adı ve yön gösteren tabela görmeden yarım saat dönüp durduk. Bu kentler için ölümcül bir hastalık alarmıdır. Kurtköy Türkiye Kaos’unun küçük bir modelidir. Yaşıyor. Bu düzensizlikle nasıl bir ekonomik performans gösteriyor? Enerjiyi nereye sarf ediyor? Çirkinliği, kargaşası ile yaşamı nasıl etkiliyor? Yaşam kalitesini nasıl düşürüyor? Bunları saptamak olanaksız. Ama burada ortaya çıkmış düşünce ve disiplin zaafının günlük yaşamı tahrip eden etkilerini her gün izliyoruz. Buna karşı duyarsız kalabalıklar umutsuzluk verici. Bu insanlar ülkenin entelektüel olarak dünyadan dışlanmış duygusu veriyor. Düşününce günümüz dünyasında bu soyutlanmanın olanaksız olduğunu, fakat var olduğunu sandığınız iletişim sömürü amaçlı olduğunu düşünebiliyorsunuz. Umutsuzluk varsa dünya ile vardır. Yok olacaksak dünya ile birlikte olacağız. Kurtköy yollarında nasıl yaşadıklarını tahmin edemediğim hâlâ köylü kılıklı fakir kadınlar vardı. Eski Hisar’a gelirken vapurda gördüğümüz beyaz serpuşlu genç din adamının söylediklerini arabanın şoföründen dinledim. Güler yüzlü konuşkan vatandaş önce konuşmaya çalıştığı yolculara namazını camide kılmayanın ‘kâfir’ olduğunu söylüyormuş. Bu vaaz’dan sonra da kendisini arabalarına alıp alamayacaklarını soruyormuş. Yanlış vaazı karşılıksız vermiyor. Büyük depolar, fabrikalar, üniversiteler, fakir köylü kadınlar, tozlu kaldırımsız yollar ve sizin neden kâfir olduğunuzu söyleyen bir din (!) adamı. Bu tabloyu binlerce kez büyütürseniz, gelişmiş Türkiye (?) oluyor! Bu şaka değil. Bilgisayarlarda uçuşan tweetler, alaylar ve karikatürler bunun yanında bir şey değildir. Bu kargaşa düzen hiç bilmeyenlerde bir tüketim isteği bile yaratıyor. ÖLÜMCÜL HASTALIK ALARMI Oysa bu beton yığınları kent denince akla gelen her düzenlemenin tersidir. Kontrolsüz bir insanlık dışı sömürünün ve gelişmemişliğin ifadesidir. Bu düzensizlik ekonomiye vurulmuş bir boyunduruktur. Plansızlık, kötü ulaşım, kötü işlev kötü çevre koşulları, çirkinlik ekonomik zararı umulmadık boyutlara taşıyor. Performans hesabı bilimsel bir çalışma ister. Bunun gerçekleşmesi sağlıklı bir yerleşme planından başlar. Oysa hesabı yapılan sadece kâr hesabıdır. O da tekelleşmeye, reklama, hükümet desteğine ve tesadüfe bağlıdır. Kurtköy’de gösteriş, büyük boyut yapı tasarımını yönlendiriyor. Boş arsalara gökten taş yağmış gibi. ‘Ben de varım!’ diye bağıranlar sanki miting yapıyor. Bu bir sürekli tüketim arzusu gösterisidir. Biz Pakistan, Nijerya ve Kuzey Kore karışımı bir sistemi seçersek kim karışacak? Dostlarımız (!) çaktırmadan şerefimize kadeh kaldırıyorlardır. Cahil toplumun vurdumduymazlığı ülkeyi batıracak bir hastalıktır. İnsanın aklına garip çağrışımlar geliyor. Geçenlerde olağanüstü bir Güney Afrikalı soprano Kimi Scotta çok sevilen bir şarkı söylüyordu. ‘My African Dream: There is a new tomorrow’. Afrika’nın rüyası yeni bir gelecek! İslam’ın gelecek için sesi hâlâ çıkmıyor. Benim kuşağımın utanç ve üzüntüden yok olması gerek! diye düşündüm. İSLAMIN GELECEK İÇİN SESİ HÂLÂ ÇIKMIYOR CBT 1421/5 /13 Haziran 2014 Suna ve İnan Kıraç Vakfı işbirliğiyle, Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Nörodejenerasyon Araştırma Laboratuvarı’nın (NDAL) düzenlediği Suna Kıraç Nörodejenerasyon Konferansları’ndan dördüncüsü bu sene 1214 Haziran 2014 tarihleri arasında Pera Müzesi Oditoryumu’nda gerçekleşecek. Geçtiğimiz yıl Gezi olayları nedeniyle bu seneye ertelenen 4. Suna Kıraç Nörodejenerasyon Konferansı’nın teması Motor Sistem: Gelişimden Nörodejenerasyona. “Ölüm geni” araştırmalarına katkısıyla 2002 Nobel Tıp Ödülü’nü paylaşan ABD’li nörobiyolog Prof. H. Robert Horvitz’in açılış konuşmasını yapacağı 4. Suna Kıraç Nörodejenerasyon Konferansı, Prof. Dr. A. Nazlı Başak (NDAL Direktörü), Prof. Dr. Jeffrey Macklis (Harvard Üniversitesi Kök Hücre ve Rejeneratif Biyoloji Profesörü) ve Dr. Robert Brown (Massachusetts Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Bölümü Başkanı) başkanlığında gerçekleşiyor. Motor nöron biyolojisi yanında, gelişim biyolojisindeki önemli aşamaların, yaşlanan nöron hücreleri üzerindeki etkilerine odaklanılacak olan etkinlikte alanında söz sahibi olan dünyaca ünlü konuşmacılar en güncel çalışmalarını paylaşacak. Motor Sistem: Gelişimden Nörodejenerasyona Tayfun Akgül
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle