Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
kitap silleri bulundu. Çok minik oldukları için uzun bir süre gözden kaçırılan fosillerin öyküsü 1988 yılında başlıyor. Avustralyalı biyolog Mike Archer o tarihte Riversleigh’de fosil kemik çıkarıyordu. Memeli ve keseli hayvan gruplarına ait bu buluntu yeri, UNESCO tarafından da dünya doğa mirası olarak kabul edildi. Fakat Archer kazılarında ortaya çıkarılan bir miktar tortulu, emekli paleontolog John Neil 22 yıl sonra ayrıntılı inceledi ve 800 farklı kabuklu yengeç (Ostrakod) buldu. Küçük kabuklu yengeçlerin yumuşak dokuları da korunagelmişti. Kalıntıları, bu damlacık olarak yoğunlaşması için minik parçacıklara (aerosol) ihtiyacı vardır, su molekülleri bunların üzerinde birikir... Bu çok karmaşık süreci kontrol ederek, araştırmacılar geçen yıl CLOUD deneyleriyle amonyağa yakın olan maddelerin (aminler), özellikle de insana bağlı etkinliklerle oluşanların sülfürik asit ile etkili bir şekilde yoğunlaşma çekirdekleri oluşturduklarını bulmuşlardı. tür buluntular konusunda uzman Alman paleontolog Renate MatzkeKarasz, Grenoble’daki ESRF araştırma merkezindeki parçacık hızlandırıcısında inceledi. Ve nanotomografik görüntüler şaşırtıcı ayrıntıları göz önüne serdi. Yengeçlerin içinde (hücre çekirdekleriyle birlikte) sperma kümeleri görünüyordu. Soyu tükenmiş Ostrakod’ların sperma hücreleri günümüzde yaşayan akrabalarınkine benziyor. Bunlar 1,3 mm uzunluklarıyla hayvanın kendisinden daha uzunlar. Hayvanların üreme sistemleri milyonlarca yıl içinde hemen hemen hiç değişmemiş diyor MatzkeKarasz.. Bulunan sperma gerçekten de dünyanın en eskisi ama sadece fosil sınıfındaki. Yoksa dünya rekoru yay kuyruklu böceklerde (Isotoma anglicana). Bu hayvan grubuna ait sperma hücreleri kırk milyon yıllık kehribar içinde bulunmuştu. Zaman, tüm türlerin ortaya çıkışına dek geriye alındığında yine aynı canlılar mı oluşurdu? Çekirgelerle deneyler yapan bilim adamları bu sorunun yanıtını arayarak ilginç sonuçlara ulaştı. Deneyler yapan biyologlar, evrimin benzer çevre koşullarında aynı motiflerle geliştiğini buldu (Science). İncelenen iki böcek grubu, birbirinden bağımsız olarak bazı özdeş özellikler geliştirmiş. Bunlar özellikle de yeni yaşam alanına uyum sağlamaya katkıları olan kalıtım bölgeleri. Sheffield Üniversitesi’nde VictorCarrasco ve ekibi, analizlerinde Timema cristinae türü sopa çekirgesi kullanmış. Bu türün iki varyantı var. Kaliforniya’daki hayvanların bir kısmı Adenostoma fasciculatum çalı türü, diğeriyse Ceanothus spinosos çalı türünde yaşıyor. Bu bitkiler büyük bir alanda yan yana yetişir. İki sopa çekirgesi grubu, iki türe ayrılma aşamasının çok erken bir evresindeydi. Mesela Zaman geri alınsa da, evrim yine aynı evrim Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com CBT 14197 / 30 Mayıs 2014 Orman, bulut oluşumu için gerekli önemli içerikleri üretiyor. Özellikle de iğneli ağaçlardan çıkan moleküller, etraflarında su buharından meydana gelen damlacıkları oluşturan minik parçacıkların gelişmesinde önemli bir rol oynuyor. Çalışma, bulutların iklimi soğutması nedeniyle iklim araştırmaları için önemli (Science). Bulutların iklim üzerindeki soğutucu katkısının ne oranda olduğu henüz bilinmiyor. UNO’nun iklim paneli IPCC’nin raporunda da, bulutların güncel iklim modelleri üzerinde en güvenirsiz kaynaklar olduğundan söz ediliyor. Güvenirsizliğin sebeplerinden biri bulut oluşumunun karmaşık ve henüz kısmen anlaşılmış olan süreci. Araştırmacılar bunu CLOUD (Cosmics Leaving Outdoor Droplets) ile öğrenmek istiyor. Bu çalışma için ellerinde, içinde aerosol parçacıkları ve bulut oluşumunu incelemeye yarayan yirmi altı metreküplük bir çelik tank var. Sıcaklık, nem, çeşitli maddelerin yoğunlukları, ışık ve hatta kozmik ışın gibi çok iyi kontrol edilebilen koşullarda atmosferdeki koşullar yaratılabiliyor. Su buharının Ormanların bulut oluşumuna katkıları Adenostoma çalısında yaşayan çekirgelerin kamuflaj için sırtlarında bir çizgi bulunurken, Caenothus çalısında yaşayanlarda bu çizgi bulunmuyor. Timema çekirgeleri kanatsız oldukları için deneysel manipülasyon için çok uygundur diyor Alman araştırmacı Jens Bast. “Bir kez yeni bir bitkiye konduktan sonra, çok azı başka yere hareket ediyor”. Bilim insanları ilk önce farklı popülasyonlardaki 160 hayvanın kalıtımını çözdükten sonra, bir milyar DNA yapıtaşının sırasını karşılaştırdı. Bundan sonra evrim deneyleri başladı. İki bin sopa çekirgesi “yanlış” bir bitkiye yerleştirilmiş. Daha ikinci nesilde hayvanlar yeni yuvalarına genetik olarak uyum sağlamışlar bile. Hem de belli başlı özelliklerle. İncelenen dört yüz hayvanda, mesela kalsiyum veya demir gibi metallerin bağlanmasında önemli olan genler değişmiş. Bunlar tahminlere göre çene biçimini, pigmentleşmeyi ve kaynak kullanımını sağlıyor, yani doğrudan doğruya konakçı bitkiyle ilintililer. Bu verilerden yola çıkan araştırmacılar, değişen çevre koşullarına uyum sağlamanın aynı motifi takip ettiğini söyleyebiliriz diyor. Tek bir nesle bakarak nasıl devam edeceğini söylemek zor olabilir, çünkü hayvanlar tümüyle uyum sağlamış değiller. Fakat yalnızca bir nesilden sonra tam da en önemli bölgelerde bu tür uyum sağlamanın gerçekleşmiş olması şaşırtıcıdır diyor bilim insanları. llknur Arslanoğlu İthaki Yayınları Tıp Bu Değil kitaplarını ülkenin gündemine sokan ekip şimdi de Tıp Budur diyor. En “kutsal” insani değerlerin bile paranın saltanatı altına girdiği şu çağda, insanın ve insan sağlığının en kaba biçimleriyle çıkar malzemesine dönüşmesi kaçınılmazdı. Tıpta, sağlıkta, siyasette, her yerde sürekli biçimde şarlatanların, değer hırsızlarının baskın çıkması, iyi insanı insan için çalışmaktan vazgeçiremeyeceği gibi, iyi hekimi de doğru bildiği yoldan ayıramaz. Bu kitap gerçek tıp bilimine; kazanç için değil, insan için sağlık hizmetine bir arka çıkıştır. 2012 ve 2013 ‘de yayımlanan Tıp Bu Değil ve Tıp Bu Değil 2 adlı kitaplarla ülkemizde ve dünyada tıp adı verilen “bilim” veya “kurumun”, aynı zamanda tıp mesleğinin icrası temeline dayanan sağlık hizmetlerinin toplum ve insan açısından yararzarar dengesi irdelenmişti. Tıp bilimi ilaç tekellerinin güdümüne girmişti. Sağlık hizmetleri iktidarların “şecaat arz etme” aracı olmuştu. Hekimlik mesleği karizması ve otoritesiyle insan doğasını, meşakkati ve kontrolden çıkan mesuliyetiyle hekimleri eziyordu. Medya sağlık sorumluluğu vitriniyle ürkü tellallığı yapıyor, “aşırı tıp” her kanaldan günlük yaşama sızıyordu. Sağlık Bakanlığı artan poliklinik ve ameliyat sayılarıyla övünüyordu. Bu gidiş hem dünya, hem ülke çapında yaşanıyordu. Hekimlerin çoğu, diğer sağlık çalışanları ve hastalar mutsuz, ilaç ve tıbbi cihaz üreticileri mutluydu. Tetkik, ilaç, ameliyat ve hatta bire bir hastahekim görüşmelerinin insan sağlığına yarar yerine zarar getirici yönü o kadar öne çıkmaya başlamıştı ki, bunları ortaya koyup insanlara vereceği zararı hafifletmeye çalıştığınızda meslek dışı kalmak gibi bir durum ufukta görünüyordu. Ünlü hekimlik düsturu “Primum nihil nocere” (önce zarar verme) adeta “Et non tanget” (sakın dokunma) olarak anlaşılacaktı…Hatta modern tıbbın istismarından kaçarken alternatif tıbba kuyruğu kaptırmak söz konusu olacaktı. Tabii insanın veya toplumun sağlıklı olması için koruyucu önlemler daha önemliydi. Hatta bu sorumluluk “koruyucu hekimlik” paradigmasını aşarak sektörler arası bir niteliğe bürünüyordu. Temiz çevre, yeterli ve eşit gelir dağılımı, doğru beslenme ve hareketlilik, yapılaşmanın ve doğa tahribinin önüne geçilmesi, trafiksiz, savaşsız ve stressiz yaşam hekimliği de sağlık bakanlığını da aşıyordu. Ama hastalıklar elbette olacaktı. Hastalıkların tedavisinde gelinen noktadaki olumsuz tutumlar da belki yalnızca bu olmasa da, yine hekimlerin doğru yaklaşımları benimsemesiyle aşılacaktı. Kitap 18 ayrı yazısöyleşiden oluşuyor, 19 yazar katkılarıyla ortaya çıktı. Daha önce internet ortamında yayımlanmış olan bazı yazılarımıza gelen bazı yorumları ve yanıtlarını da yazıların altında yayımlandı. Kitapta yer alan başlıklar şöyle: Çocuk Sağlığı, Çocuklarda Ateşli Nöbet ve Başlıca Nörolojik Sorunlar, Kadın Hastalıkları ve Doğum, Kalp Damar Hastalıkları, Akıl ve Ruh Sağlığımız, Otizm, Kanser, Çocuk Kanserleri, Sigara Sorunu, Beslenme, Bel Ağrıları, Meslek Hastalıkları, İşyeri Hekimliği, Cilt Hastalıkları ve Kozmetik, Sporcu Muayeneleri. Tıp Budur Akıl Giren Bedene Doktor Girmez Ekofobiyi AşmakDoğa Eğitiminde Kalbin Yeri David Sobel Türkçesi: İlknur Urkun Kelso Yeni İnsan Yayınları David Sobel, öğretmenlere ve ebeveynlere çocukların doğal yatkınlıklarına hitap eden çevre eğitimi stratejileri sunmakta. Kitabın anlaşılır bir şekilde ortaya koyduğu gibi; çocuk gelişiminin farklı aşamaları dikkate alındığı takdirde farklı yaş guruplarındaki çocukların algısal becerileri ve psikolojik ihtiyaçlarının göz önünde tutan, uygun çevre aktiviteleri ve erişilebilir ekolojik kavramlar bulunabilir. Buradaki püf nokta, dünyanın içinde bulunduğu sıkıntıların yükünü çocukların omuzlarına bindirmeden önce, onların kendi evlerinin cıvarındaki doğa ile yakın ilişki kurmasına izin vermektir. Çocuklar fiziksel ve duygusal olarak doğa ve çevre ile aralarında bir bağ hissettikten sonra olguları araştırma ihtiyacını zaten kendiliğinden hissedecek ve hem geçmiş nesillerin bıraktığı yaraları sarmayı, hem de gelecek için uygulanabilir, sürdürülebilir pratikler ve politikalar geliştirmeyi görev edineceklerdir.