02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cinsel enerji yaşam enerjisi demektir Prof. Dr. Nevzat Yüksel, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, [email protected]  Neandertallerle İlişkinin Sonuçları Küçük bir kaçamağın son derece şaşırtıcı sonuçları olabilir. İnsanlarla Neandertaller arasında yaşanan bir kaç cinsel ilişki hem dış görüntümüzü, hem de hastalıklar karşısındaki duyarlılığımızı etkileyerek birçoğumuza günümüzde taşıdığımız özellikleri kazandırdı. Ancak Neandertallerden bizlere geçen genetik kalıt aynı zamanda da bu kardeş türden ne denli farklı olduğumuza da ışık tutmuş oldu. Neandertaller günümüzden yaklaşık 200 bin ile 30 bin yıl önce Avrupa ve Asya’da yaşadılar. Kimi zaman “çağdaş insanlar” adıyla anılan kendi türümüz ise yaklaşık 65 bin yıl önce Avrasya’ya ayak basabildiğinden, bu iki canlı türünün kaynaşmalarına olanak tanıyacak uzun bir sürenin olduğu söylenebilir. Nitekim, genbilim uzmanları 2010 yılında yapılan bir araştırmada bu türler arasında ciddi bir yakınlaşma olduğunu ortaya koydular. Bir Neandertal genomunu araştıran uzmanlar bu gen dizgesinin Avrupa ve Asya kökenli insanlarda da görülen birtakım genleri içerdiğine tanık oldular. Günümüzde yaşayan insanlardaki Neandertal genlerini inceleyen araştırmacılar şimdilerde bu iki tür arasındaki ilişkinin kendi türümüz üzerindeki etkilerini giderek su yüzüne çıkartmaya başlıyorlar. Harvard Tıp Fakültesi’nden Sriram Sankararaman ve David Reich önderliğinde yürütülen ve 1000 insan genomunun incelendiği yeni bir araştırma kapsamında genom içinde Neandertal DNA’sının genetik çeşitliliğin en çok olduğu bölgelerde yoğunlaştığı, bunun da onları doğal seçilimin ana hedefi durumuna getirdiği görüldü. Washington Üniversitesi’nden Joshua Akey ile Ben Vernot da 665 insandaki Neandertal DNA’yı araştırdılar. Gerek kendi araştırmaları, gerekse Harvard araştırması saçlarımız, deri ve tırnaklarımızda bulunan lifli bir protein olan keratin ile ilintili genlerimizde Neandertal kökenlerin yoğun olduğu sıcak bir noktayı gözler önüne serdi. Bu genlerden biri, BNC2, cilde doğal rengini veren bir gen. Bu da Avrasyalıların daha açık tenli olmalarını kısmen Neandertallere borçlu olduklarına işaret ediyor. Açık ten rengi yüksek rakımlarda güneş ışığından D vitaminini daha kolay üretebilmesi yüzünden kişiye üstünlük kazandırıyor. Bu da, Neandertal DNA’sının çağdaş insanların Afrika dışındaki yaşama uyum sağlamalarına yardımcı olduğunun bir göstergesi sayılabilir. Gerçekten böyle bir durum söz konusu ise, bu uyum sağlama sürecinin evrensel bir boyut kazanması binlerce yıl almış olması gerekiyor. Bir süre önce yayımlanan yeni bir araştırma yaklaşık 7000 yıl önce Neandertallerle herhangi bir ilişkiden 40 bin yıl sonra Taş Devri Avrupa’sında yaşamış bir kişinin DNA çözümlemesini masaya yatırıyor. Genetik incelemeler bu kişinin ten renginin koyu olduğunu ortaya koyuyor. Bu da Neandertal keratininin ilk Avrasyalıların saçlarını etkilemiş olabileceğine, bir olasılıkla saçları düzleştirdiğine işaret ediyor. Bu arada, kimi genlerin görünürde doğurganlıkla ilgili birtakım sorunlara yol açtıkları da görüldü. Örneğin, Sankararaman X kromozomunun Neandertal DNA’sından neredeyse tümden yoksun olduğunu ortaya koydu. Bu da, X kromozomuna ulaşan çoğu Neandertal DNA’sının taşıyıcının doğurganlığını azalttığına birbirleriyle bağlantılı ancak farklı canlı türlerinin çiftleşmeleri sonucunda çok yaygın görülen bir durum bu yüzden de insan gen havuzundan hızla yok edildiğine işaret ediyor. Genetik incelemeler Neandertal DNA’sının çağdaş insan genomunda tam bir karışım oluşturmak yerine, düzensiz bir dağılım sergilediğini ortaya koyuyor. Bu da, iki tür arasında çiftleşmenin çok ender yaşanan bir olgu olduğuna işaret ediyor. Rita Urgan, New Scientist, 1 Şubat 2014 Neandertal DNA’sı çağdaş insanların Afrika dışındaki yaşama uyum sağlamalarına katkıda bulunmuş olabilir. S on yıllarda cinsel dürtüleri ve çağrıştıran olay veya durumları korku kaynağı olarak gören bir yaklaşımın giderek artmakta olduğunu gözlemekteyiz: Kız ve erkek okullarının ayrılmak istenmesi, kadınlarda örtünmenin inanç sistemlerine bağlanmak istenmesi, kadınlara karşı işlenen suçlarda artma olması bunlara örnek olarak verilebilir. Bu görüşü savunanlar bunu genel ahlak adına yaptıklarını düşünmekteler. Gerçekte bu dürtülerden korkmalı mıyız? Korkarsak genel ahlakın düzelmesine katkıda bulunur muyuz? Böylece tüm insanlar daha mutlu ve ahlaklı olurlar mı? Bu sorulara bir ruh hekimi olarak yanıt vermek isterim. İnsanda doğal dürtülerle, bu dürtülerin gelişim ve değişimini, davranışsal göstergeleri ile en iyi gözlemleyen ve tanımlayan ekol psikanalitik ekoldür. Bu yazıda bu ekole göre dürtülerimizin kökeni ve değişimleri hakkında bilgi vererek güncel bazı olaylara değinmek istiyorum. Freud insanda iki temel dürtünün varlığını kabul etmektedir: Bunlar yaşam ve ölüm dürtüleridir: Eros ve tanatos veya libido ve destrudo olarak da bilinirler. Ölüm dürtüsü Freud sonrası ciddi biçimde eleştirilmiş ve bazı bilim insanlarınca varlığı reddedilmiştir. Libido konusunda ise bir tartışma bulunmamaktadır. şey ifade etmez. Bu tür insanların temel özelliklerinden birisi, politik liderlerde sık olarak gördüğümüz özsever kişilik yapısı ve bu kişiliğin temel niteliği olan kendini beğenmişliktir. Bu insanlarda toplumsal değer yargılarını benimseme ve uyum yapma becerisi eksik kalmakta, doğruyanlış kavramları gelişmemektedir. Tek doğru kendi doğruları olmaktadır. Böyle bir insan rüşvet almayı hakkı gibi görebilir. “Herşeyi ben biliyorum, benim bildiklerim en doğrusudur” ilkesine göre hareket ederler. Bildikleri en doğrusu olduğu için de başkalarını dinlemez, düşüncelerini söyleyenlere karşı saldırgan olabilirler. İletişimde bulunduğu insanları da kendisine ne ölçüde çıkar sağlayacağı düşüncesine dayanarak belirlerler. Kendileri için her şeyi hak olarak görürler. Libidonun tamamen bedene bağlı kalmasının diğer bir görünümü de içe kapanma eğilimidir. Bu patolojik görünümlerin ayrıntılı nörobiyolojik açıklamaları yapılabilmekle birlikte davranışsal düzeyde, dinamik açıdan yukarda söylenenler uygun açıklamalardır. Libido cinsel dürtü ile eş anlamlı olarak kullanılmakla birlikte, anlamı onunla sınırlı değildir. Hatta cinsel dürtünün libido kavramının küçük bir bölümü olduğunu bile söyleyebiliriz. Freud kuramının en çok eleştirildiği konu bu kuramıdır. Kuramı nedeni ile Freud herşeyi cinselleştirmekle suçlanmıştır. Oysa bu eleştiriler onun kuramını anlamamakla bağlantılıdır. Gerçek bu değildir. Libido kavramı içine tüm olumlu dürtüler girmektedir. Diğer bir deyişle tüm yaşamımız boyunca bizi her türlü üretime yönelten dürtü libido’dur. Libido insan gelişiminin ilk aşamalarında tamamen kendi bedenine yönelmiştir. Bu dönemde beden tek doyum kaynağıdır. Her davranış bedenin fizyolojik gereksinimlerini karşılamaya yöneliktir. Başka davranışlar ise anlam taşımaz. Gelişim sürecinde çevredeki diğer insanlar, bakım verenler ve nesneler tanındıkça çevre, insan için bir şey ifade etmeye başlar. Çevreye yüklenen anlam ve değer, bedenden alınarak çevreye aktarılmış libido veya cinsel enerjidir. Buna psikanalitik yazında nesne libidosu denmektedir. İlgilerimizin artmasına koşut olarak bedenimize yüklenen libido giderek azalır. Her zaman bir miktar libido bedene bağlı olarak kalır. Çevreye aktarılmayan, bedene bağlı olarak kalan cinsel enerji benlik saygısının da kökeni olur. Bu niteliği ile cinsel enerji kendine güveni sağlayan bir işlev görür. Gelişim sürecinde çevreye cinsel enerjinin aktarılmasında sorunlar yaşanıyorsa erişkin bir insanda bu enerjinin büyük ölçüde bedene bağlı olarak kalması olanaklıdır. Böyle bir süreç tüm ilginin bedene bağlı kalmasına neden olur. Bu şekilde tüm yatırım insanın kendi bedenine yönelir. Başkaları bu insanlar için bir LİBİDO: TÜM OLUMLU DÜRTÜLER Yaşamın daha sonraki dönemlerinde çevreye yatırılan libidinal enerjinin geri bedene dönmesi olasıdır. Bunu sosyal etkileşme bozuklukları gösteren hastalıklarda sık olarak görmekteyiz. Psikososyal gelişimle birlikte libido, gelişip değişerek başka dürtülere dönüşebilir. Bu süreçte kendini başarı güdüsü, öğrenme tutkusu, arkadaşlıklar, dostluklar, her türlü paylaşımlar ve yakın ilişkiler biçiminde gösterir. Libido aslında bu niteliği ile tüm ilgilerimizin, anne çocuk ilişkisi de dahil olmak üzere her türlü sevginin kaynağıdır. Aynı anda öğrenme ve bilme tutkusunun da kaynağıdır. Belirtilen nitelikleri ile cinsel enerji, libido, aslında yaşam enerjisi olmak anlamını da içinde taşımaktadır. O olmasa işimiz bizim için bir şey ifade etmezdi. Okula gitmek, birşeyler öğrenmek anlam taşımazdı. Arkadaşlarımıza kendimizi anlatmak gereksinimini duymazdık. Bir şeyleri paylaşmak bize zor gelirdi veya paylaşamazdık. Ortaklıklar ve yakın ilişkiler kuramazdık. Bir ekibin üyesi olamaz, ekip kuramazdık. Para kazanma isteği duymazdık, yaşamak bize yük gibi gelirdi. Sık olarak depresyona girer, depresyondan çıkamazdık. Kimse ile yarışmaya girmek istemez, kendimizi geliştirmek istemezdik. Okumak istemez, duyduklarımıza itibar etmezdik. Başkaları bizim için örnek alınabilecek insanlar olmazdı. Sonuç olarak cinsel enerji korkulacak bir şey değil, yaşam enerjisidir. Paniğe kapılmaya gerek yok. YAŞAM ENERJİSİ OLMAZSA.. CBT 1413 9 /18 Nisan 2014 CİNSELLİK ARAŞTIRMALARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle