24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM DÜNYASINDAN SON ARAŞTIRMALAR Ay, sanılandan daha gençmiş Üniversitesi’nde Luciano Iess, yaşamla ilgili kanıtları henüz aramadı. Verilere göre on kilometre derinliğinde olan yeraltı okyanusu, Enceladus’un güney kutbundaki buzun otuz ila kırk kilometre altında yer alıyor. Cassini’nin 2005 yılında sürpriz bir biçimde Satürn’ün uydusunda keşfettiği okyanus, olağanüstü buz kaynaklarının rezervi olabilir. Çapı yaklaşık 500 km olan Enceladus’ta da tıpkı Satürn uydusu Titan ve Jüpiter uydusu Europa gibi bir yeraltı okyanusunun varlığı aslında uzun bir süredir tahmin ediliyordu. Araştırmacılar Cassini’nin Enceladus’a yüz kilometre kadar yaklaşarak gerçekleştirdiği üç uçuşun verilerini değerlendirdi. Enceladus’un güney kutbunda bir çukur var. Burada eksik olan malzemenin kütle çekimini azaltacağı düşünülüyordu. Cassini’nin verileri gerçekten de bunu doğruladı. Ancak bu azalma tahmin edilenden daha büyük. Bu nedenle derinliklerde, buzdan daha büyük bir yoğunluğa sahip bir malzeme olmalı ki bu malzeme için en mantıklı aday su. Ölçümler, Enceladus’un Dünyamız gibi farklılaşmış bir gökcismi olduğunu gösteriyor: çekirdek, manto ve kabuk. Uzmanlar, Dünya’daki gibi yaşama elverişli koşullar bile oluşabilir diyor (Science). Ay, dünyamıza çok yakın olmasına rağmen hâlâ sırlarla dolu. Şimdi bunlardan biri aydınlandı. Astrofizikçilerin son hesaplarına göre Ay, yaklaşık 4.47 milyar yıl önce Dünyamızın da günümüzdeki yapısına kavuştuğu bir çarpışmayla oluşmuş (Nature). O zamanlar Mars büyüklüğünde bir gökcismi oluşma evresindeki Dünya’ya çarparak metalimsi çekirdeğin ve kayamsı kılıfın gelişmesinde katkıda bulunmuş. Bu gökcisminden ise güneş sistemimizin doğuşundan sadece 30 milyon yıl sonra Ay gelişmiş. Bu tarihlendirmenin temeli, Côte d’Azur’daki Fransız gözlemevi astrofizikçisi Seth Jacobson ve Fransa, ABD ve Almanya’daki meslektaşlarıyla birlikte geliştirdiği yeni bir bilgisayar simülasyonuna dayanıyor. Bilim insanları genç güneş siste mindeki tozun ve kaya parçalarının ne şekilde minik gezegenler olarak bi çimlendikleri sorusundan yola çıkmışlar. Yeni modele göre bu gezegen embriyoları çarpışma sonucunda günümüzde bilinen Merkür, Venüs, Dünya ve Mars gibi kaya gezegenler olarak büyümüşler. Daha önceki tahminlere göre, Dünyamızın biçimlenmesini tamamladığı tarih, güneş sistemimizin ilk 150 milyon yılı içinde yer alıyordu. Fakat bu zaman dilimini sınırlamak çok zordu, nitekim kayaç örneklerindeki radyoaktivitenin azalışını ölçen analizler, örneklerin yaşına göre farklı sonuçlar veriyordu. Yeni model, dünyanın oluşumu için bir zaman çizelgesi tespit ettikten sonra, devam eden çarpışmalar sonucunda Dünya’nın kütlesine ne kadar malzeme ilave edilmesi gerektiğini hesaplıyor. Buna göre Dünyamız Güneş Sisteminin doğuşundan yaklaşık olarak +– 32 milyon yıllık hata payıyla, 95 milyon yıl sonra biçimlenmiş. lunan sekiz ahşap mızrak bir taş mızrak ucu büyük sansasyon yaratmıştı, çünkü bunlar Homo heidelbergensis insanının amaçlara uygun davrandığını ve iletişim kurabildiğini kanıtlıyordu. Saksonya bölgesindeki linyit ocağı en önemli arkeolojik buluntu yerlerinden biri haline geldi. İlk buluntu yerinden sadece birkaç metre ileride 2012 yılında dört keskin diş ve birkaç bacak kemiği bulunmuştu. Karşılaştırmalı incelemeler sonucunda kalıntıların kılıç dişli kaplana ait olduğu anlaşıldı. Uzun köpek dişleriyle kaplanlar kurbanlarını tek darbeyle öldürebiliyorlardı ’diyen Terberger, ilk insanlar ve vahşi kediler arasındaki ilişkiyi yansıtan yeni kalıntılar bulabilmeyi umuyor. tirilen araştırma çerçevesinde uykusuzluk çeken 21.000 kişinin verileri bu sorunu yaşamayan 64.000 kişinin verileriyle karşılaştırılmış. Gerçi araştırmalara göre Tayvan’da elde edilen sonucun diğer ülkeler için de geçerli olup olmadığı kesin değil. Ama daha önceleri diğer ülkelerde gerçekleştirilen araştırmalar da uykusuzluk ve inme ilişkisini ortaya çıkmıştı deniyor Amerikan Sağlık Organizasyonu tarafından yayımlanan American Heart Association dergisinde. Satürn’ün uydusu Enceladus’un buz tabakası altında bir okyanus gizli. Okyanusun varlığı NASA’nın uzay sondası “Cassini”nin ölçümleriyle kanıtlandı. Ulusla rarası astronomi ekibi, yeraltı denizinde yaşama uygun koşulların bulu nabileceği ni tahmin ediyor. Fa kat Sapienze Enceladus’ta gizli okyanus Son bir araştırmaya göre kronik uykusuzluk inme riskini önemli ölçüde yükseltebiliyor. Bu özellikle de genç insanlar için geçerli. Uykusuzluk dört yıl içinde inme riskini yüzde elli dört oranında yükseltiyor. Yaşları 1834 arasında değişen ve kronik uykusuzluk çeken kişilerde inme riski yaygınlığı sekiz kat fazla. Otuz beş yaşından itibaren risk azalıyor. Ayrıca uykusuzluk çeken insanlar arasında diyabetin de inme riskini yükselttiği anlaşılmış. Tayvan’da gerçekleş Uykusuzluk inme riskini yükseltiyor Viyana Veteriner Tıbbı Üniversitesi bilim insanları tek başlarına tutulan gri papağanların daha kısa telomerlere sahip olduklarını buldu. Kromozomların uçlarında bulunan bu yapılar her hücre bölünmesi sırasında DNA’yı korur. Uzunlukları hücrenin ömrü için bir göstergedir. Telomerler her hücre bölünmesinde kısalırlar. Kritik bir uzunluğa ulaştıklarında hücre artık bölünemez, ki bu yaşlı ve zarar görmüş hücrelerde avantaj sağlar. Çok sayıda araştırma, stresli ve sosyal yaşamı sınırlı olan insanların daha kısa telomerleri olduğu anlaşıldı, diyor KonradLorenz Karşılaştırmalı Davranış Araştırmaları Enstitüsü’nden (Viyana Üniversitesi) Dustin Penn. Gri papağanlar son derece sosyal hayvanlardır, bu ne Yalnızlık kalıtıma zarar veriyor Kanserle savaşımda yeni bir strateji Bilim insanları kanser hücreleri için yaşamsal önem taşıyan bir koruma mekanizması keşfetti. Buluş yeni bir tedavi olanağı umudunu doğurdu. Hızlı büyüyen kanser hücrelerini oksidatif stresten koruyan bir enzimin, yeni tedavi yönteminde anahtar rolü üstlenebileceği tahmin ediliyor (Nature). Tümör hücrelerinin MTH1 enzimlerine ihtiyaçları var. Bu enzim bir inhibitör ile bloke edildiğinde, zarar görmüş DNA yapıtaşları hücrelerin ölmelerine neden olabiliyor. MTH1 aslında bir tür hücresel kontrol organıdır. Nükleotid yapıtaşlarının birleşerek, DNA’nın kopyalanması sırasında bunların zarar görmemesi önemlidir. Bozuk yapıtaşları DNA’ya zarar vererek örneğin mutasyonlara neden olabilirler. MTH1 enziminin görevi DNA’ya hatalı yapıtaşlarının girmesini önlemek. Normal hücrelerde, nükleotidler kusursuz olduğu için enzim devreye girmez. Oysa kanser hücrelerinde değişime uğramış olan metabolizma, nükleotid yapıtaşlarına zarar veriyor, enzim bunların DNA’ya yerleştirilmelerini önleyerek kanser hücrelerinin hayatta kalmalarına ve çoğalmalarına izin veriyor. İşte ilaç tedavisiyle önlenmek istenen de budur. Kanser hücrelerindeki genetik bozuklukları hedef alan tedaviler on yıllardan bu yana uygulanıyor. Fakat ilk başlardaki başarılardan sonra kanser hücreleri tedaviye direnç kazanmaya başlıyorlar. İsveçli araştırma ekibini yöneten Thomas Helleday (Karolinska Enstitüsü) yeni saptanan enzim mekanizmasının incelenen tüm kanser türleri (cilt kanseri, bağırsak kanseri ve meme kanseri) için gerekli olduğunu söylüyor. İnsan tümörleri taşıyan ve halihazırdaki ilaçlara direnç kazanan farelerde MTH1 ile yapılan baskılamada başarılı sonuçlar elde edilmiş. MTH1 inhibitörünün ilaç olarak geliştirilebilmesine yardımcı olacak buluş ise Viyana Moleküler Tıp Araştırmaları Enstitüsü’nde (CeMM) yapıldı. Araştırmacılar kısa bir süredir kinaz inhibitörü olarak kullanılan Crizotinib ilacının belli bir biçiminin MTH1 inhibitörü görevini gördüğünü saptadılar. Geliştirilmek istenen ilacın halihazırda kullanılmakta olan ilaçla olan benzerliği nedeniyle de yeni tedavi yöntemin klinik çalışmalarının kısa bir zaman içinde başlanabilmesi bekleniyor. Aşağı Saksonya’daki Schöningen bölgesi, Almanya’da bulunan en iyi korunagelen en eski av silahlarına ev sahipliği yaptığı buluntu yeridir. Aynı bölgede şimdi Avrupa kılıç dişli kaplanın 300.000 yıllık diş ve kemik kalıntıları buldu. Açıklamalara göre bu Kuzey Almanya’da bulunan ilk Homotherium latidens örneği. Omuz yüksekliği 1.1 m ve ağırlığıysa 200 kiloyu bulan kaplan, buz devrinin en tehlikeli hayvanıydı. Araştırmacılar, daha önceleri aynı bölgede gün ışığına çıkarılan mızraklarla sadece at avlanmadığını, insanların kendilerini bu tür vahşi hayvanlara karşı koruduklarını da tahmin ediyor. 1994 yılında on metre derinlikte bu Buz devrinin en tehlikeli hayvanı CBT 1413 6 / 18 Nisan 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle