02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM DÜNYASINDAN SON ARAŞTIRMALAR Yapay canlıya doğru ilk adım yörüngelerinin birbirlerine çok benziyor olması, çok daha ileride Dünyamızın en az on misli kütlesine sahip bilinmeyen bir gezegenin bulunabileceği ve gezegenin kütle çekimiyle Sedna ve 2012 VP113’ü özgün yörüngelerinden çıkararak iç Oort bulutuna savurduğu tahmin ediliyor (Nature). Üniversitesi’nden Scott Sheppard’ın konuyla ilgili araştırma yazısı Nature dergisinde yayımlandı. Çapı yaklaşık olarak 450 km olan 2012 VP113’in yörüngesi, daha önceleri en uzaktaki gezegen olarak bilinen Sedna’dan 600 milyon kilometre daha ilerde yer alıyor. Buna göre Sedna’nın bölgede yalnız olmadığı anlaşılıyor. Hatta bilim insanları, iç Oort bulutunda çapları 1000 km’yi geçen dokuz yüz gök cismin bulunabileceğini de hesaplamışlar. İç Oort bulutundaki bazı cisimlerin büyüklüğü Mars veya Dünyamızla bile yarışabilir diyen Sheppard, Oort bulutundaki uzak cisim arayışlarının devam edeceğinden de söz ediyor. Çünkü Güneş sisteminin ne şekilde oluştuğu ve geliştiği hakkında bilgi verebilirlermiş. Güneş sistemi, Merkür, Venüs, Dünya ve Mars gibi içteki kaya gezegenler, Jüpiter, Satürn ve Neptün gibi dıştaki gaz gezegenleri ve aralarına cüce gezegenin de dahil olduğu Plüton’la birlikte binlerce buzumsu cisimleri içeren Kuiper kuşağından oluşuyor. Daha ileride ise astronomlar çok sayıda kuyrukluyıldızı barındıran Oort bulutunun yer aldığını tahmin ediyorlar. 2003’te keşfedilen cüce gezegen Sedna, Güneş’e hiçbir zaman Dünya ve Güneş arasındaki mesafenin 76 mislisinden fazla yaklaşmıyor. Yeni bulunan gezegene kadar Sedna’nın tek örnek mi olduğu kesin olarak bilinmiyordu. İki gezegenin liyor. Otizmi genelde erken çocukluk döneminde başlayan bir gelişim bozukluğudur ve örneğin iletişimde ve diğer sosyal yeteneklerde ortaya çıkan sorunlarla kendini belle eder. Gerçi bilim insanları daha önceleri de otistiklerin beyin dokularını incelemişlerdi ama bunlar genelde yaşlı insanlara aitti. New England Journal of Medicine dergisinde yayımlanan araştırma için şimdi iki ila on beş yaş arasında yaşamlarını kaybeden çocukların beyin dokuları analiz edilmiş. Araştırmacılar, farklı bağlantılar içinde yer alan çeşitli sinir hücrelerini barındıran ve altı tabakadan oluşan büyük beyin kabuğuna odaklanmış. Dokuda tabakaların genetik işaretleyicileriyle birlikte otizmin belirleyicileri de incelenmiş. On bir otistik çocuktan onunda (%91) farklı tabakaların işaretleyicilerinin eksik olduğu ve değişimlerin beyin kabuğu üzerinde düzenli olarak değil de sadece beş ila yedi milimetrelik alanlarda dağıldığı görülmüş. Değişime uğramış alanlar gerçi farklı ama genelde alın ve şakak loblarında konumlanmışlar. Bu alanlar örneğin iletişim, sosyal davranışlar veya duyguların işlenmesinde rol oynuyor. Bu çekirdek semptomlar otizmle ilgili olduğu için de araştırmacılar bu belirgin alanların doğrudan doğruya bozuklukla bağlantılı olduğunu düşünüyor. Bozukluğun sadece çok küçük alanlar üzerinde etkili olması erken terapinin niçin işe yaradığını açıklıyor. Biyologlar bilgisayarda belli özelliklere sahip canlılar tasarlayarak laboratuvarda üretmek istiyor. İlk adımı attılar ve ilk kez bir kromozomu taklit ettiler. Kromozomlar bir canlının kalıtım bilgilerini taşır. İşte bu tür bir yapı bira mayasından elde edildi. Yapay kromozom tüm işlevleri yerine getirebiliyor ve yapay maya hücrelerinin, doğal maya hücrelerinden farkı yok (Science). Yöntemin hedefi gelecekte, belli başlı yakıtları, ilaçları veya diğer maddeleri üreten canlılar elde edebilmek. Hücrelerdeki genleri, yani kalıtım bilgilerini taşıyan yapılar kromozom olarak tanımlanır. İnsanda 23, bira mayasında (Saccharomyces cerevisiae) ise 16 kromozom çifti bulunur. Teknolojik gelişmeler ve DNA sentezlemesindeki masrafların düşmesin den sonra bilim insanları, geçmiş yıllarda bazı bakteriyel kromozomları ve virüs kalıtımlarını laboratuvarda üretti. Bira mayasının kromozomuyla ilk kez ökaryot bir canlının kromozomu ilk kez yapay olarak üretildi. John Hopkins Üniversitesi’nde Jef De Boeke ve ekibi, bira mayasındaki üçüncü kromozomu elde etti. 316.000’den daha fazla baz çiftinden oluşan yapı taşlarının sırası yirmi yılı aşkın bir süredir biliniyordu. Bilim insanları ilk önce bilgisayarda bu sekanstaki tüm gereksiz veya tekrarlanan bölümleri çıkardıkları gibi, özgün sıralamaya bazı baz çiftleri de ekledi. Bunlar daha sonra belli başlı genleri devre dışı bırakmaya veya değiştirmeye yardımcı olacak göstergelerdi. Daha sonra ise kromozomu bu sekans üzerinde sentezlemişler. Sonuçta 272.000 yapıtaşlı “synlll” elde edilmiş. “Yapay kromozomlu maya hücrelerinin doğallarından hiçbir farkı yok. Kalıtım değiştirildiğinde bu artık bir şans işidir. Hatalı bir değiştirme hücreyi öldürür. Kromozomda 50.000’i aşkın değişim yapmamıza rağmen mayamız hâlâ yaşıyor,” diyor De Boeke. Diğer deneylerde, mayanın hayatta kalabilmesi için belli başlı koşullarda hangi genlerin gerekli olduğu test edilmiş. Otizm bugüne kadar sadece davranış motiflerine göre teşhis ediliyordu. Otistik çocuklar diğer çocuklarla birlikte değil tek başlarına oyun oynuyor, gülmüyor ve diğer insanlarla yakınlaşmıyorlar. Uzun yıllardan bu yana bu bozukluğun nedenini arayan beyin uzmanları sonuca ulaştı. Anlaşıldığı üzere otizm için tipik olan beyindeki değişimler doğumdan önce başlıyor. Sonuç, yarısı bu gelişim bozukluğuna sahip 22 çocuğun beyin dokusuna dayanan analizlerle elde edilmiş. Kaliforniya Üniversitesi’nde Rich Stoner ile çalışan ekip, neredeyse tüm otistik çocukların beyin kabuğundaki tabakalanmada değişimler saptamış. Bu değişimin doğumdan önce beyin kabuğundaki tabakalaşmayı azalttığı gibi sinir hücrelerinin de daha az farklılaşmasına neden olduğu tahmin edi Otizm doğumdan önce gelişiyor Mesafe aşka zarar vermiyor Klasik bir ilişkide kadın ve erkek aynı Güney ve Kuzey yarımkürelerde iklim süreçleri farklı İklim ve iklim değişimleri yalnızca birkaç on yıldan birkaç yüz yıla kadar uzanan kapsamlı ve güvenilir verilerle hesaplanabiliyor. Önemli ve çok tartışılan bir örnek, insana bağlı sera gazı emisyonların sıcaklıklar üzerindeki etkisinin doğal sıcaklık oynamalarıyla karşılaştırılması. Bu tür uzun vadeli hesaplar şu anda neredeyse tümüyle kuzey yarımkürenin verilerine dayanıyor. Bern Üniversitesi’nden Raphael Neukom ve ekibi, şimdi bu eksikliği gidermek için kolları sıvadı. Güney yarımküredeki okyanuslarda ve kıtalarda yer alan üç yüzden farklı bölgede veri topladı: Sıcaklık değişimleriyle ilgili bilgiler yüzyıllar boyu ağaç halkalarında, mercanlarda, buz karotlarında, göl ve deniz tortullarında, damlataşlarda ve tarihi belgelerde birikmiştir. Bu örnekler ve belgelerin yardımıyla araştırmacılar, son bin yılın yıllık ortalama hava sıcaklığını belirliyor. Burada ilginç bir sonuç göze çarpıyor: Yeni hesaplamaların yüzde 99,7’sinde son bin yılın en sıcak on yılı 1970’ten sonra görünüyor. Kuzey yarımküreye ait verilerle karşılaştırıldığında, iki yarımkürenin geçen bin yılda sadece iki kez aynı zamanda uç hava sıcaklıklarının yaşandığı ortaya çıkıyor. İlki 17.yy’daki “küçük buz devrindeki” küresel soğuk dönem. İkincisi ise 1970’ten beri hep yeni bir sıcaklık dalgası getiren küresel ısınma evresi. Daha önceleri Avrupa için önemli olan bir sıcak dönemi, güney yarımküre üzerinde etkili olmamış. Aynı tarihlerde güney yarımkürede ortalama bir sıcaklık hüküm sürmüş. Ve son bin yıl içinde yarımkürelerden birinin ısındığı, diğerinin soğuduğu dönemler olmuş. Bu bölgesel farklılıklar bugüne dek sanılandan çok daha büyük: Bir iklim sistemi içindeki kaotik etkileşimler veya “iç değişkenlikler” sıcaklıkların farklı yönlerde oynamasına neden oluyor. İç değişkenliklerin ana motoru sıcak ve soğuk su akıntılı dünya denizleridir. Bu yüzden de okyanus egemen güney yarımküredeki sıcaklık oynamalarının en önemli tetikleyici gücüdür. Oysa kuzey yarımkürenin büyük kara kütleleri güneş, yanardağ püskürmeleri veya sera gazlarına bağlı uyarımlara çokdaha hızlı reaksiyon gösterdikleri için dış etkenlere karşı daha duyarlılar. Anlaşıldığı üzere halihazırdaki iklim modelleri bu mekanizmaları hatalı bir şekilde değerlendiriyor ya da eksiksiz bir şekilde değerlendiremiyorlar. Araştırma çerçevesinde bilim insanları hesaplamalarla edinilmiş sıcaklık verilerini farklı iklim modellerine ait yirmi dört sıcaklık gelişimiyle karşılaştırılınca, bu modellerden çoğunun iki yarımküre arasındaki farklılıkları yetersiz olarak yansıttığı görülmüş. Yani buna göre gelecekteki sıcaklık gelişmeleri arasındaki bölgesel farklılıklar halihazırdaki modellerin gösterdiklerinden daha büyük olabilir diyor Neukom. Astronomlar gezegen sistemimizin en uzaktaki üyesini buldu. Geçici olarak 2012 VP113 olarak isimlendirilen cüce gezegen, Güneşimize hiçbir zaman on iki milyar kilometreden daha fazla yaklaşmıyor. Yeni bulunan gök cismi Güneş’e, Dünyamıza kıyasla yaklaşık olarak seksen misli daha uzakta yer alıyor. Hawaii’deki Gemini Gözlemevi’nden Chadwick Trujilo ve Washington Carnegie En uzaktaki cüce gezegen CBT 1412 6 / 11 Nisan 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle