02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban [email protected] netlenemez bir durumdur ve bu anlamda nesnel değildir) Bu yorumu, hava tahmin olayına uyguladığımızda, fazla sayıda benzeşimlere (simülasyonlara) göz atıp yine de bir frekans hesabı yapabiliriz. Ancak, politikacının olasılık hesabında geçen olayın defalarca oluşturulması mümkün değildir. İkinci görüş “Bayesçi” olasılık’tır ve tarihsel olarak daha eskidir. 18. yüzyıl İngiliz din adamı Thomas Bayes’çe ortaya atılmış ve Fransız fizikçi Simon Laplace tarafından mükemmelleştirilmiştir. Bayesçi olasılık, sıklıkçı görüşün tersine, nesnelolmayan (sübjektif) bir temele sahiptir ve bir bakıma, bir olayın olacağına ilişkin olarak sahip olunan ‘inanç derecesi’nin, yani, gözlemcinin, bir olayın sonucu hakkındaki beklentisinin sayısal bir ölçüsüdür. Para atma gibi basit durumlarda, sıklıkçı ve Bayesçi görüşlerin tahminleri aynıdır. Hava tahmini veya bir çatışmanın sonucu hakkında ise, Bayesçi görüş, (sıklıkçı görüşün aksine), “nesnel istatistik bilgileri kendi geçmiş deneyimlerine dayanan iç tahminleri ile birlikte yorumlama” özgürlüğüne sahiptir. Herhangi bir sonuç hakkındaki inanç derecesi, yeni bilgiler ışığında değişebilir. Bayesçi kuramda, yeni bilginin olasılık hesabına olan katkısını veren Bayes Formülü, merkezi bir konumdadır. Bir örnek verelim: bir hastasının kanser olma olasılığı hakkında doktorun bir başlangıç tahmini vardır. Bu, olayın toplum içindeki oluş sıklığına, hastanın aile geçmişine veya diğer ilgili olabilecek faktörlere bağlıdır. Hastanın test sonuçlarını gördükten sonra ise, doktor, Bayes formülüne uygun olarak, olasılık hesabını günceller. Bu değer de doktorun bu konudaki yeni inancının ölçüsüdür. Çoğu fizikçi, Bayesçi olasılığın taşıdığı nesnelolmayan içerik nedeni ile, “sıklıkçı” kamptadır. Ancak, matematikçiler, öngörülerde bulunmada genellikle Bayesçi tutumun daha başarılı olduğu görüşündedirler. Bir loto çekilişinde her sayının eşit kazanma şansı olduğu düşüncesinde olan bir “sıklıkçı”, son 10 çekilişi hep aynı bayiden satılan biletler kazandığını öğrendiğinde ne yapacaktır? Yapması gereken, aklını kullanıp bu yeni bilgiyi değerlendirmek, Bayesçi bir tutum alarak hesabını güncellemesidir. Yeni kuantum yorumunun taraftarlarının ifadeleri ile, “KuBizm, dalga fonksiyonunun gerçekliğine karşı çıksa da, bu ‘her şeyi havaya uçuracak’ ‘nihilist’ bir yaklaşım değildir. Bir gözlemci tarafından ele alınan bir kuantum sistemi elbet de tümüyle gerçektir” (R.Schack). “KuBizm, felsefi olarak, gözlemcinin yaşadığı dünya ve onun, sözkonusu dünya ile bir dalga fonksiyonunca tanımlanan deneyimi arasında bir sınır çizmemiz gerektiğini söylemektedir” (D.Mermin). Son dönemde Fuchs, kuantum kuramı ve olasılıklar arasındaki ilişkinin geçerli bir yorumu olarak KuBizm’in durumunu güçlendirebilecek yeni bir matematiksel bulguya ulaşmıştır. Bu bulgu, dalga fonksiyonunu kullanarak gözlemcilere bir kuantumsal olayın olasılığını hesaplama olanağı sağlayan ve “Born Kuralı” olarak bilinen ampirik formülle ilgilidir. KURALLARI YENİDEN YAZMAK Fuchs, Born Kuralı’nın, dalga fonksiyonunu hiç kullanmadan, tümüyle olasılık kuramının diliyle, yeniden yazılabileceğini gösterdi. Born Kuralı, deney sonuçlarını dalga fonksiyonuna bağlayan köprü sayılabilir. Fuchs’un gösterdiği, deney sonuçlarının sadece olasılıklar kullanılarak öngörülebileceğidir. Fuchs’a göre, yeni Born Kuralı ifadesi, “dalga fonksiyonunun, yalnızca, gözlemcilerin çevrelerindeki kuantum dünyası ile ilgili kişisel inançlarını, olasılıklar olarak nasıl hesaplayabileceklerini gösteren bir araç olduğu”dur. Yeni denklem, dikkati çekecek kadar basittir. Küçük bir ayrıntı dışında, “tüm olası sonuçların toplam olasılığının 1 olacağı” şeklindeki genel kurala benzemektedir. Bu kurala göre, örneğin, bir paranın yazı veya tura gelmesi olasılıkları toplamı 1’e eşit olmalıdır. Buradaki farklı olan ayrıntı, sistemin kuantum boyut sayısını gösteren ve kuramda d ile temsil edilen terimdir. Bu anlamda (d), en, boy, yükseklik, zaman gibi tanıdık boyutlar değil, kuantum sitemini işgal edebileceği tüm durumların sayısı olan ‘kuantumsal boyut’dur. Örneğin, bir elektronun ‘dönü’ (spin) dediğimiz özelliğinin boyutu 2’dir, çünkü bir elektron, ya saat yönünde, ya da ona ters yönde ‘dönüyor’ olabilir. Yeni yaklaşımda, kuantum boyut, bir sistemin kuantum doğasının, başka bir özelliğe indirgenemez bir parametresidir. Yani, bir cismin kütleçekimsel ve eylemsizlik özelliklerini belirleyen kütlesi gibidir. Bu boyut değeri, çoğu zaman açıkça ifade edilmese de, tüm kuantum mekaniksel hesaplamalarda zaten söz konusudur. Ancak, d’nin bir temel denklemde açıkça yer alması, daha önce söz konusu olmamıştır. Born Kuralı, bu yeni elbisesi ile, kuantum mekaniği için yeni bir bakış perspektifi yaratmakta ve onu kuantum kuramının en önemli aksiyomu durumuna yükseltmektedir. Dalga fonksiyonunu bir kişisel inanç derecesi olarak yorumlamakla, KuBizm, Born’un “fizik, doğa hakkında ne söyleyebileceğimizle ilgilidir” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımına matematiksel bir anlam yüklemektedir. Özetle, bir deney yapılmadan ona olasılıklar (sonuçlar) yakıştırılamaz. Örneğin, bir elektron, konumu veya hızı ölçülmezden önce, bir konum veya hıza sahip değildir. Ölçüm, söz konusu özelliği varlık dünyasına çıkarır. Bir anlamda, “bir deneycinin özgür iradesi ile yaptığı her ölçüm, dünyanın o küçük bir bölümü için bir doğum çığlığıdır”. Böylece, Evren’in süregitmekte olan yaratılış sürecine katkıda bulunan katılımcılar oluruz ve bu süreç hiçbir şekilde ‘akla aykırı’ görünen metaforların konusu değildir! Caves, C.M., Fuchs, C.A., Schack, R., 2002, “Quantum Probabilities as Bayesian Probabilities”, PhysRevA, 65, 22305. Fuchs, C.A., 2013, “QuBism, the perimeter of quantum Bayesianism, http://arxiv.org/abs/1003.5209 Fuchs, C.A., 2011, “Coming of Age with Quantum Information”, Cambridge Univ. Press. Mermin, N.D., 2012, “Quantum mechanics: fixing the shifty split”, Physics Today, Temmuz 2012, s.8 von Bayer, H.C., June 2013, “Quantum weirdness? It’s all in your mind”, Scientific American, s.4751. Özel, M.E., 2014, ?Schöredinger?in kedisini öldüren Kuantum Yorumu: KuBizmI?,CBT, önceki sayı. 1980’lerin başında telekom sektöründe çalışan biri olduğumuzu, 1015 yıl sonrasını tahmin etmeye çalıştığımızı düşünelim. Bir kez daha: Elektrik Sektöründe Dönüşüm Genelde ‘işletme körlüğü’ adı verilen ya da Abdülcanbaz’ın maceralarındaki ‘derya içre yüzerler deryayı bilmezler’ deyişinin ifade ettiği, ‘içinde bulunduğu yer hakkında doğru değerlendirme yapamama’ sendromundan muzdarip olmadığımızı varsayalım. Sektörün ömründe kısa sayılabilecek bir süre içinde sabit telefon hatlarının yarısından fazlasının artık kullanılmadığını öngörebilir miydik? Peki, kuralsızlaştırma ve özelleştirmelerin heyheyli yıllarından yalnızca 20 yıl kadar sonra, milyonlarca müşteriye hizmet veren ve ulusal pazarlarında yıllardır tatlı karlar eden dev elektrik şirketlerinin, finansal krizlerden bağımsız olarak birkaç yıl içinde piyasa değerlerinin yaklaşık üçte ikisini kaybedebileceklerini? Bu köşede bir çok yazıda, 100 yılı aşkın sürelerde oluşan tüm büyük teknolojik sistemler gibi, elektrik tedarik sisteminin bugün önemli sayılabilecek iklimsel, toplumsal ve ekonomik baskılar altında olduğu vurgulanarak bütün belirtilerin, bu sektörün uzun vadeli ve önemli bir dönüşümün eşiğinde olduğunu gösterdiğine işaret edilmişti Dünya ekonomisinin merkez ülkelerinde ABD, Almanya, Avrupa ülkeleri, Japonya’da gerçekleşen dönüşümler hiç kuşkusuz belirli gecikmelerle tüm tüm dünyaya yayılırlar. Özellikle elektrik tedariği gibi büyük teknolojik sistemler söz konusu olduğunda, karar vericilerin, uzun yıllara yayılan yatırımlarla ilgili olarak bu tür kırılma noktalarına özel dikkat harcamaları gerekmez mi? Kömür ve nükleer enerji kapanındaki Türkiye açısından söz konusu dönüşümlerin ve kaygıların misliyle geçerli olduğuna işaret etmekle yetinelim. Geçen yılın 16 Haziranı saat 15.0016.00 arasında Almanya’da rüzgârlı güzel bir gün. Pazar günü olduğundan talep biraz düşük. Elektrik piyasası ekranlarından elektrik fiyatı MWs başına 100 Euro (evet yanlış değil, eksi 100 euro) geçiyor. O sırada 30 gigawatt gibi bir yenilenebilir enerji gücü besleniyor şebekeye. Kuralsızlaştırılmış elektrik piyasası, yenilenebilir enerji tedariği öncelikli olduğu için, diğer üreticilere, yani kömür, doğalgaz, nükleer elektrik üreticilerine üretiminizi kısın, demekte... Kömür ve nükleer santralları teknik özellikleri nedeniyle üretim kısamadıkları için, büyük zararlarla, doğalgaz santralları kapasitelerinin %10’una kadar üretimlerini düşürüyorlar... Artan yenilenebilir enerji kapasitesi bu duruma giderek daha fazla yol açıyor. İş modeli kilovatsaat satmaktan ibaret olan elektrik şirketleri başta RWE, kendilerini hiç istemedikleri bir sürecin içinde buluyorlar. Bu durumun Almanya’da yaşanması sürpriz değilse de, yenilenebilir enerji politikaları bakımından, aynı korkunun ABD’deki elektrik şirketlerini de derinden sarstığını daha önce yazmıştık. ABD’de henüz toplam elektrik üretiminin %1’inin de çok altında bir paya sahip olan güneşelektrik yatırımlarının yaygınlaşmasından elektrik şirketlerinin neden bu denli korktuklarını anlamak için, bu ülkede hem tüketici ve kamuoyu eğilimlerine hem de bu taleplere kısmen yanıt vermeye başlayan eyalet yönetimlerine göz atmak lazım. Yine daha önceki yazılarda vurgulandığı gibi, ABD elektrik şirketleri aslında yeldeğirmenlerine saldırıyorlar. Zira mesele oldukça karmaşık, şöyle ki; Yenilenebilir enerji, özellikle dağıtılmış fotovoltaik yatırımları, çatı sistemlerinin hızlı gelişimi, elektrik şirketlerinin tekelci kârlarını tehdit ediyor. Daha da önemlisi, Avrupa ve ABD’de on yılların enerji verimliliği politikaları çok ciddi başarı göstererek, elektrik şirketlerinin büyük talep ve kapasite artışlarını dumura uğrattı. Demografik değişimler ve finansal kriz de cabası. Bilişim sektörünün enerji sektörü ile izdivacı sonucu, elektrik sektörü hizmetleri giderek bilişim sektörüne daha çok benzemeye başladı AB başta olmak üzere her yerde politikacılar, yaygın toplumsal desteği gözardı edemeyerek iklim değişikliği ve yenilenebilir enerji dönüşümü konularında öncü düzenlemeler yapmak zorunda kaldılar. Bugün dönüşümün sarsıntılarını hissetmeye başladık. “Yaratıcı yıkımın” süresi ve şiddeti üzerine öngörüler yapabiliriz. Ya da... 3040 yılımızı daha bağlayacak kömür ve nükleer projeleriyle uğraşmaya devam edebiliriz... Kaynakça CBT 1412 15 /11 Nisan 2014
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle