Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TARTIŞMA EDİTÖRE MEKTUP Bilgi Çağı Savaşları A Dr. Mehmet Uhri, muhrim@gmail.com toplumlara bilgi toplumu denir. Bu dört unsurun hepsini içermeyen toplumlar ise bilgiyi ithal edip kullanan ancak yeni bilgi üretemeyen ve/veya sorgulamayanlar olarak pazar olmaya mahkumdur. Bilgi toplumları varlığını sürdürebilmek için üretilen bilgi ve teknolojinin kullanıcısı pazarlara gereksinim duymakta bu amaçla bilginin bazı bileşenlerine kısıtlamalar getirip üstü örtülü ambargo uygulayabilmektedir. Böylelikle bilgiyi üreten ile bilgiyi kullanan arasındaki arz talep dengesi korunmaya çalışılmaktadır. Bilgi satın alıp kullanan görece daha az gelişmiş bir ülke iseniz yeni bilgi üretseniz bile onu iletebilmek için bilgi toplumlarının iletişim yollarına mahkumsunuz. Bilginin bileşenlerinden olan iletilebilirliğin önü dil, yazılım, siber ağlar vb araçlarla kolaylıkla kesilebilmekte ya da kontrol altında tutulmaktadır. Yeni üretilen bir bilgi ancak bilgi toplumu üzerinden pazarlanabilmektedir. Kısaca bilginin iletilebilirliği bilgi toplumları tarafından kontrol altında tutulmaktadır. Kendi başınıza bilgi üretip satmanızı önlemenin bir diğer yolu da bilgiyi sorgulanabilir olmaktan çıkarmaktır. Gelişmiş toplumların gelişmekte olan toplumların eğitim sistemleri ile yakından ilgilenmesinin nedeni budur. Ülkemizin de dahil olduğu gelişmekte olan ülkelerde sorgulayıcı, analiz ve senteze dayalı eğitim yerine ezbere dayalı, sadece bilgi edinme ve kullanma amacına yönelik eğitim modeli rastlantı değildir. Uygulanan sınavlar da modele uygun olarak sadece bilgiye sahip olanı seçmektedir. Araştırıcı sorgulayıcı eğitim unutturulmuştur. Diploma sahibi olanların sorgulama yapmaksızın sadece bilgiye ulaşıp onu kullanabilen bir anlamda nitelikli teknik eleman olarak ortaya çıkması da tüm bunların sonucudur. İnsanların büyük kısmının bilgi toplumunun pazarı olarak kalabilmeleri için bilginin iki bileşenine iletilebilirlik ve sorgulanabilirlik ambargo konulması yeterli olmuştur. Geleceğe baktığımızda insanlığın bu yeni yapılanmasının ülkeler ve coğrafyaları anlamsızlaştırıp bilgi koridorları üzerinden yeni biraradalıklar ile siber topluma doğru gidildiğini söyleyebiliriz. Geçen yüzyılda yaşanan dünya savaşlarının enerji ve ham madde kaynakları üzerinden ticari hesaplaşma ve paylaşma temelli olduğunu düşünecek olursak bundan sonraki ticari hesaplaşmanın ülkeler arasında değil insanlar arasında ve hatta aynı ülke insanları arasında bilgi toplumunun üyesi olup olmamaya göre şekilleneceğini öngörebiliriz. Üstelik kimsenin tarafsız kalamayacağı böylesi bir hesaplaşmanın sonuçlarına aynı atmosferi soluyanlar olarak birlikte katlanmak zorunda kalacağız. Umarım kendi bilgi ırmağımızda boğulmayız... CBT 1412 18 /11 Nisan 2014 ntropolojik veriler, insanlığın M.Ö.10 binlerde tarım devrimi (neolitik devrim) ile yerleşik tarım toplumlarını oluşturmaya başladığını, 17. yüzyıl sonlarından başlayarak sanayi devrimini gerçekleştirip sanayi toplumlarına yöneldiğini işaret etmektedir. Sosyolojik verilere bakıldığında büyük olasılıkla içinde bulunduğumuz yüzyıl, insanlığın bilişim iletişim devrimini gerçekleştirerek bilgi toplumuna yöneldiği dönem olarak adlandırılacaktır. Tarım toplumlarında temel gereksinim toprak olduğu için dünya tarihi toprak paylaşımı üzerinde şekillenirken sanayi toplumlarında paylaşım kavgası enerji ve hammadde kaynaklarına yönelik olmaktadır. Bilişim iletişim devrimi ile ortaya çıkan bilgi toplumlarında ise temel kavganın bilginin üretimi ve paylaşımı üzerinde olması beklenmelidir. Bilgi toplumları ülke ve sınır tanımaksızın bilgi üreten, sorgulayan, işleyen, depolayan ve dağıtan yeni bir insanlık organizasyonudur. Sözgelimi AIDS hastalığının tanımlanması, etkeninin bulunması, korunma ve gereken ilaçların üretilip pazarlanması sürecinde dünya çapında yapılan işbirliği bilgi toplumunun eseridir. Fark edileceği üzere bilgi toplumlarında genellikle ulusal sınırlar milli kimlik vb. alışılmış sosyal ölçütler yoktur. İnsanları bir araya getirip bilgi toplumuna dönüştüren, ortak sorun etrafında bilginin yeşermesini sağlamaya yönelik düşünce ve davranış ortaklığıdır. Bilgi toplumları bilgi üretir, bilgi satar, bilgiye yeni uygulama alanları açar. Tarım toplumunda üretim, ekilebilecek tarım alanları ile sınırlıdır. Sanayi toplumunda ise üretim, emek, hammadde, enerji ve sermaye miktarı ile sınırlıdır. Bilgi toplumunda üretim sınırsızdır. Bilgi bilgiyi üretir ve üretilen bilgi yeni kullanım alanları yaratarak dönüşür, bir kısmı tüketime sunulur. Bilgi elle tutulur bir şey değildir. İnsan önce algılar, algıladıkları üzerinden sorular sorar. Bilginin kökeni algılama ve soru sormadır. Sorulan soruyu yanıtlama çabası sırasında bilginin ortaya çıktığını görüyoruz. Bilginin doğru ya da yanlış olması doğru algılama yapılmasına ve doğru soru sorulmasına bağlıdır. Bu nedenle bilgi önü ve arkası olan bir ırmak gibi akıcı özelliktedir. İnsanlığın bilgi birikimini göz önüne getirdiğimizde bu ırmağın boyutlarını ve debisini hatta giderek hızlandığını daha iyi anlayabiliriz. Bilgi toplumu, insanlığın bilgi birikimi üzerinden yeni bilgiler üreterek varlığını sürdürmeye çalışır. Kullandığı bilgi erişilebilir, sorgulanabilir, depolanabilir ve iletilebilir olmalıdır. Bu dört temel öğenin aktif çalıştığı İstanbul’da yayalar ve engelliler Prof. Dr. Nigan Bayazıt İTÜ Mimarlık Fakültesi (emekli) bayazitenigan@gmail.com 9 DÖRT TEMEL ÖĞE Mart 2014 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ali Sirmen’in yazısı İstanbul’da yayaların, engellilerin ve otomobillerin birbirleriyle ilişkileri konusunda görüşlerimi belirtmek için bana önemli bir motivasyon verdi. Yaya kaldırımları: İstanbul’da yollar yalnız otomobiller ve trafik sıkışıklığı düşünülerek yapıldığı için, yaya kaldırımları da bundan payını almaktadır. Bir engelli, bavulu olan bir kişi ya da çocuk arabası süren bir kadın yaya kaldırımında yürürken karşısına kaldırıma park etmiş bir otomobil çıkıyor ve güçlükle o noktadan geçiyor. Otomobillerin hızla arttığı bir kentte otoparkların yeterince düşünülmemiş olması, bu sorunu beraberinde getirmekte, yaya kaldırımlarının bozulmasına neden olmaktadır. Motosiklet kullanıcıları sıklıkla yaya kaldırımlarından yararlanmakta ve yayalar için tehlikeli durumlar yaratmaktadırlar. Yaya kaldırımı kaplamaları: Yaya yollarında kaplamalar, doğru dürüst bir altyapı sistemi (su, doğalgaz, elektrik, kanalizasyon) planları olmadığı için, sonradan kırılmasın diye, kum üzerine taşlar döşenerek yapılmaktadır. Yağmur yağdığı zaman erozyonla alttaki kumlar akmakta ve düzensiz, oynayan yaya kaldırımları ortaya çıkmaktadır. Bunun çok çeşitli çözümleri olabilir. Yaya kaldırımı genişliğinde büyük modüler beton ya da betonarme bloklar kullanılabilir. Küçük bloklar bile olsa aralarına ekilecek çimenin kökleri ile erozyon önleneceği gibi, güzel bir görünüm de elde edilebilir. Başka bir çözüm, doğrudan asfalt dökülerek basit ve bir yüzey elde edilebilir ya da grobeton üzerine küçük karolar harçla düzgün bir şekilde yerleştirilebilir. Otomobillerin çıkmaması için çoklukla yaya kaldırımları insanların da çıkamayacağı kadar yüksek yapılmakta, bunun 10 cm’lik bir yüksekliği geçmemesi gerekir. Birçok Avrupa ülkesinde yaya yolu ile otomobil yolu yalnız doku farkı ile ayrılmakta ya da yaya ve otomobil yolu arasına baba dediğimiz taş ya da demir elemanlar dikilmektedir. Yaya kaldırımlarının dar kent içi sokaklarında yolun iki tarafında olmasına da gerek yoktur. İstanbul’un en önemli yaya yollarından birisi İstiklal Caddesi iki kilometre boyunca içler acısı, insanı utandıran bir görünümdedir. Bu cadde kaplaması, kaplamanın bozuklukları, anlık tamir edilen yerleri ile çok berbat bir görünüme sahiptir. Peyzaj mimarlığı açısından hiçbir kaygı olmadan, ortasından tramvay rayı geçen, çöplerin zaman zaman ortalarda yığıldığı bir mekândır. Yolun bozulmasında en önemli etken geceleri caddeye giren ve dükkânlara mal getiren ağır vasıtalardır. İstiklal Caddesi’nin ortasından sıklıkla birtakım araçlar da gündüzleri geçmektedir. Engelliler açısından yaya yolları: Türkiye’de 12 milyon engelli varken, İstanbul gibi bir dünya kentinde ne için engellileri sokaklarda göremiyoruz? Bu sorunun yanıtını başta yerel yönetimler olmak üzere hepimizin bulmak için çaba sarf etmemiz gerekir. Yaya yollarına ortopedik engelli bir kişinin tekerlekli sandalyesi ile çıkabilmesi için yapılan rampaların %20 eğimi geçmemesi gerekirken, çoğu 45 derecelik eğime sahiptir. Yaya kaldırımının her ucunda bir rampa bulunmayabiliyor. Engellilerin yollarda karşıdan karşıya geçmeleri, kamu ulaşım sistemlerini kullanmaları neredeyse imkânsız denecek kadar zordur. Durakların önünde de onların kolaylıkla engelli otobüsüne ulaşabilecekleri rampalar ve boşluklar yoktur. Üst geçit olan yerlerde genellikle hemzemin geçit ya da asansör bulunmuyor. Metro ya da metrobüs gibi sistemlerde her durakta yüzeye çıkma imkânı veren asansörlerin olması gerekir. Zincirlikuyu metrobüs durağında asansörler var ama çok özel bir açma ve işletme sistemi ile yapıldığı için ya bozuk ya da işletilmiyor. Levent’te Metrocity ile metro çıkışı arasındaki hemzemin ışıklı geçit kaldırılınca, ortopedik engellilerin Levent Çarşı’sına çıkmaları imkânsız bir hale geldi. Diğer metro duraklarının da benzer sorunları var. Yaya geçitleri: Kentte yaya geçidi fikri yalnız trafik ışıklarının olduğu yerlerde var. Ana yola çıkan yolların yaya kaldırımını kestiği yerlerde yere çizilmiş yaya geçidi hiç yok. Avrupa kentlerinde bu konuya özellikle dikkat edilir. Yaya geçitlerinin arası İstanbul’da neredeyse 300500 m, halbuki Batı’da 2550 m olarak değişiyor. Sonuçlar: Yaya kaldırımları için ülkemizde hiçbir standart olmadığı gibi bu konuda hiçbir gayret sarf edilmemektedir. İngiltere’de 50 yıl önce çalışmış bir kişi olarak kent planlarının çocuklu kadınlar, çocuklar ve engelliler için yapıldığına şahit olmuştum. Giderek yaşlanan toplumumuzda otomobili olmayan engellilerin evden çıkamadığı, yaşlılarının binalarda kapalı kaldığı bir durumla karşı karşıyayız.