26 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Müfit Akyos http://www.ınovasyonheryerde.com/: mufıta@ttmail.com PSİKOLOJİ Ulusal entelektüel sermaye, geleceği oluşturma kapasitesidir… AŞK VE NEFRET Ulusal Entelektüel Sermaye 1990’ların başından bu yana “ne, nasıl, nerede, niçin, kim” bilgisi, patentler, yenilikler, insan kaynakları ulusal refah ve ilerlemede temel kaynaklar olarak öne çıkmaktadır. “Maddi olmayan varlıklar” olarak kavramlaştırılan bu kaynaklar firma düzeyinde rekabetçi yapıların oluşmasında esas kabul edilmektedir. Tamamı bilgi içerikli ve değere dönüştürülebilecek bu kaynaklar firma, bölge veya ulusal düzeyde “entelektüel sermayeyi” temsil etmektedirler. Bir başka deyişle entelektüel sermaye geleceği oluşturma kapasitesidir. Son yıllarda firmalar düzeyinde olduğu kadar ulusal düzeyde de modeller oluşturarak entelektüel sermayenin ölçülmesi akademiyanın ilgi alanına girmiştir. Fiziksel sermayenin tek başına rekabet gücünü tanımlamakta, kıyaslama yapmakta ve gelecek hedefleri oluşturmakta yetersiz kalması nedeniyle, karmaşıklaşan yönetim sorunları karşısında doğru siyasalar oluşturmak isteyen ülke yöneticileri, entelektüel sermayenin ölçülmesini önemli bir yönetim aracı olarak değerlendirmektedir. Entelektüel sermayenin ölçülmesinde ilk sayılabilecek bir model oluşturması nedeniyle “Skandia Navigator1“ ve bu modele dayalı ulusal düzeyde (İsveç) ilk çalışmayı (1997) başlatan Leif Edvinsson’u referans olarak vermemiz gerekiyor. “Skandia Navigator”ı, ülke farklılıklarını dikkate alan değişikliklerle esas alan benzer çalışmalar Malezya’da (2000), İsveç’te (1999, 2002), İspanya’da (2002), AB ülkelerinde (2003, 2007), bazı Arap ülkelerinde (2004), Finlandiya’da (2005), İsrail’de (2007) yapılmıştır. Ayrıca, “bilgiye dayalı varlıkların” ölçülmesini amaçlayan modellerle OECD (daha çok girdileri esas alan model; 2001), UNDP (2000) ve WB (Knowledge Assesment MethodologyKAM; 2001), UN Economic Commissison for Europe (ECE Model’i; 2003) gibi uluslararası kurumlar da ülke kıyaslamalarına elverişli çalışmalar yapmışlardır. Bu alanda yeni sayılabilecek bir çalışmanın sonuçları Carol YehYun Lin ve Leif Edvinsson tarafından National Intellectual Capital, A Comparison of 40 Countries (Springer, 2011) başlığıyla kitaplaştırılmıştır. Avrupa’dan 22 (Türkiye dahil), Amerika’dan 6, Avustralya’dan 2, Asya’dan 6, Afrika’dan bir olmak üzere toplam 40 ülkenin entelektüel sermayelerinin değerlendirildiği (19952008), kıyaslandığı ve yorumlandığı bu çalışma, ülkelerin karar vericileri ve siyasa koyucuları için dikkatle incelenmeye değer sonuçlar içermektedir. Araştırmada ülkelerin entelektüel sermayeleri, finansal sermaye ölçütünün yanı sıra her biri yedi altölçüt içeren dört ana ölçütte (toplam 29 ölçüt le) irdelenmektedir. Ana ölçütler; beşeri sermaye (nitelikli işgücü, yüksek eğitimliler/nüfus, öğretmen/öğrenci oranı v.b), pazar sermayesi (kurumlar vergisi, uluslararası ticaret kolaylığı, şeffaflık v.b), süreç sermayesi (devlet organlarının etkinliği, fikri mülkiyet hakları, bilgisayar/cep telefonu kullanımı v.b), yenileme sermayesi (ARGE harcaması/GSH, üniversite sanayi işbirliği, tam zamanlı araştırmacı oranı v.b) ve kişi başına GSH olarak tanımlanan finansal sermayedir. Ölçütlere ağırlıklar verilerek ve uluslararası genel kabul gören veritabanları kullanılarak, bir bölümü mutlak değer, bir bölümü öznel değerlendirme (puanlama) ile yapılan ölçümlemeler sonucunda 40 ülke arasında ulusal entelektüel sermaye sıralamasında ilk beş ülke Finlandiya, İsveç, İsviçre, Danimarka ve ABD olarak sıralanmaktadır. Türkiye genel sıralamada 34. sıradadır. Ana ölçütlerde ise beşeri sermayede 38., pazar sermayesinde 27., süreç sermayesinde 32., yenileme sermayesinde 36., finansal sermayede 33. sırada. 12 yıllık iktidarca kullanılma becerisi ve niyeti gösterilemeyen entelektüel kapasitemiz, rekabet edebilirlik, yolsuzluk, rüşvet, kadın hakları, özgürlükler vb. endekslerdeki yerimiz dikkate alındığında, 2008 yılına kadarki verilerle ülkemizin edindiği konumun, bugün için daha da kötüleştiğini tahmin etmek zor olmasa gerekir. Ancak ülkemizin kullandırılmayan entelektüel birikimi geleceğimizi yeniden kurgulama gizil gücüne sahiptir. Yeter ki kendimize layık bir yönetimi oluşturabilme kararlılığını gösterebilelim. Dipnot: 1 Firmaların defter değerlerinin yanı sıra entelektüel sermayelerini de içeren pazar değerlerini karşılaştırmak üzere İsveçli finansman hizmetleri firması Skandia AFS tarafından geliştirilen model. Nefret, bir çiçekle aşılaşılıyor B Her yıl 14 Şubat’ta kutlanan Sevgililer Günü’nde (St. Valentine’s Day), insanların en temel duygularından biri olan nefret konusuna yer vermemiz size ters gelebilir. Fakat aşkı anlamak biraz da nefreti tanımaktan geçiyor. Son bilimsel araştırmalar nefretin de aşk kadar güçlü olduğunu ve bu ikisinin beynin aynı bölgesinde yer aldığını gösteriyor. İkisi arasındaki ince çizginin aşılması aslında çok kolay; büyük çabalara gerek yok. Tatlı bir söz veya hediye olarak verilen bir kır çiçeği nefreti aşka dönüştürmeye yetebiliyor. içlerinin terlemesine yol açar. ugün Sevgililer Günü... Sevdiğiniz insanın gönlünü almanın tam zamanı...Bu gelenek son yıllarda iyice ticarileşmiş olsa da, Beatles’ın “All You Need is Love” şarkısındaki gibi aslında hepimizin tek ihtiyacı aşktır. Bu günün Aziz Valentine Günü olarak nitelendirilmesinin nedeni, bir ortaçağ papazı olan St. Valentin’in yaşamını hiçe sayarak aşık gençleri birleştirmesidir. O dönemde Roma İmparatoru II. Claudius, ordusu için asker toplamaya çalışmakta ama evli gençler savaştan kaçmaktadır. Bunun üzerine evlilikleri yasaklar. Ne var ki Valentine aşık gençleri kilisesinde gizlice evlendirir. Bunun üzerine İmparator Valentine’i hapse attırır. Bu ortaçağ Hıristiyan efsanesine göre Aziz Valentine, idam edilmeden önce bir mucize gerçekleştirir. Cezaevinde gardiyanıyla arkadaşlık kurar ve adamın görme engelli kızını iyileştirir. Kızın görme yetisi o kadar düzelmiştir ki, Valentine’in gönderdiği veda mektubunu yardım almadan okur. Ancak bu mucize bağışlanması için yeterli olmaz. 14 Şubat 270 tarihinde başı kesilerek öldürülür. Bu tarih daha sonra 496 yılında Papa Gelasius tarafından Sevgililer Günü olarak ilan edilir. CBT 1404 8 /14 Şubat 2014 Peki, savaşlara yol açacak kadar güçlü bir duygu olan aşk nedir? Biz burada aşkın yalnızca bilimsel tanımına yer vereceğiz. Evrimsel Psikoloji dergisi (Volume 8, 2010) sayısında aşkı şöyle tarif ediyor: Belirli bir kişiye karşı heyecan, endişe ve şefkat duyguları içeren cinsel çekilim; o kişiyi sürekli olarak düşünme ve devamlı yanında olma arzusu. Avustralyalı Biyolog Jeremy Griffith ise aşkı “koşulsuz olarak kendinden vazgeçme” olarak tanımlıyor. Ve bu duygunun insanı her türlü akılcı davranıştan uzaklaştıracak kadar güçlü olduğuna dikkat çekiyor. Aşk kadar güçlü bir diğer duygu da nefrettir. İkisi de insanın düşünce ve yargı yeteneğini bulandırır. Tüm zamanların en büyük destanlarının ortaya çıkışının altında ya nefret ya da aşk yatar. İkisi de biyolojik olarak kalbimizin deli gibi atmasına, gözbebeklerinin büyümesine ve avuç AŞKIN TANIMI VE NEFRET İLE BENZERLİĞİ Öyle görülüyor ki aşk ve nefret arasında çok büyük bir fark yok. Kaldı ki psikologlar da aşkın tam karşıtının nefret değil, ilgisizlik olduğunu söyler. Bilimsel araştırmalar da bu ikisi arasındaki ilişkiyi doğrular niteliktedir. University College London’daki Wellcome Nörobiyoloji laboratuvarı’ndan nörobiyolog Semir Zeki ve John Romaya’nın aşk va nefret arasındaki ilişki konusunda yürüttüğü bir dizi araştırmaya göre, bu iki duygu beynin insula bölgesinde işlem görür. Nefret ettikleri insanların fotoğraflarına bakan deneklerin beyin görüntülemeleri, beynin insula bölgesinde hareketliliğin arttığını ortaya çıkartıyor. Aynı deneklere, aşık oldukları insanların resimleri gösterildiğinde, görüntülerde aynı bölgede, aynı şiddette hareketlilik görülüyor. Dolayısıyla insula bölgesinin sevgi ve nefret karşısında benzer tepkileri gösterdiği kesinleşmiş oluyor. Duygunun aşk gibi olumlu, ya da nefret gibi olumsuz olması bu bölgede herhangi bir fark yaratmıyor. Eğer beynimizin insula bölgesi, önemsediğimiz bir insanı sevdiğimiz veya nefret ettiğimizgördüğünde güçlü bir tepki vermeye talimli ise, küçük bir değişiklik ibrenin negatiften pozitife dönmesi için yeterli olabiliyor. Bunun için iki duygunun da aynı şiddette olması gerekli. AŞK VE NEFRET AYNI BEYİN BÖLGESİNDE İŞLENİYOR Ne var ki insula, her zaman “aşk meleği” gibi çalışmıyor. Bazen de güçlü bir sevgi, güçlü bir nefrete dönüşebiliyor. Romaya, yürüttüğü bir deneyde, deneklerin üçte birinin, ilişkilerinin ilk başlarında olumlu olarak nitelendirdikleri davranışlardan daha sonra nefret ettiklerini ortaya çıkarttı. Bir kadın erkek arkadaşının “eğlenceli ve komik” bulduğu özelliklerini, ayrıldıktan sonra “aptalca” bulabiliyor. Veya bir erkek, “melek gibi masum” olarak değerlendirdiği kız arkadaşının daha sonra “olgunlaşmamış” olduğunu düşünebiliyor. AŞKI NEFRETE DÖNÜŞTÜREN KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle