Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sa l k Aşk Yoğun aşk duygusu (ama sevgi, beğenme, hoşlanma vb değil!), kalp atım hızımızı, metabolizmamızı, solunumumuzu, vücut ısısını etkiliyor. Bunları, uyarıcı hormonların salgılanmasını arttırarak gerçekleştiriyor. Dilimize yerleşik pek çok deyim “aşk ateşi ile yanmak”, “aşkın gözünün kör olması” aşk duygusunun yarattığı fizyolojik değişimlerin birey tarafından algılanmasını yansıtıyor. Dr. Sabri Derman – VKV Amerikan Hastanesi Uyku Bozuklukları Ünitesi ? Aşk, bedende hangi değişikliklere yol açıyor? Aşk duygusu, beyinde duygu ve düşüncelerimizi belirleyen alanlarda iletişimin yoğunlaşmasına ve hızlanmasına yol açıyor. Bunun sonucu olarak âşık olunan kişiye yönelik bilgi işlemleri öncelik kazanıyor. Beynimiz o kişi ile ilgili olumlu düşünceleri arttırıp abartırken, eleştirilebilecek konuları azaltıp önemsizleştiriyor. “Aşkın gözü” sahiden kör oluyor. Tek bir kişiye ve konuya yönlendirilen bu yoğunlaşma, hem heyecanlarımızı hem endişelerimizi aynı zamanda arttırdığından diğer konuları ihmal etmeye, hatta yanlış değerlendirmeye başlıyoruz. Beynimiz dahil olmak üzere bütün vücutta gerçekleşen bu uyarılma, uykularımızı da bozduğundan, uzun vadede genel bilişsel fonksiyonlarımızı olumsuz etkilemeye başlıyor. Yoğun aşk duygusu (ama sevgi, beğenme, hoşlanma vb değil!), kalp atım hızımızı, metabolizmamızı, solunumumuzu, vücut ısısı düzenlenmesini etkiliyor. Bunları, uyarıcı hormonların salgılanmasını arttırarak gerçekleştiriyor. Dilimize yerleşik pek çok deyim “aşk ateşi ile yanmak”, “aşkın gözünün kör olması” aşk duygusunun yarattığı fizyolojik değişimlerin birey tarafından algılanmasını yansıtıyor. • Özetle sağlık için iyi midir? Başka bir deyişle gerekli midir? Ya da şart mıdır? Aşk, insan soyunun gelişim süreci içinde, eş bulmak ve genetik mirası bir sonraki nesle aktarabilmek için doğanın geliştirdiği başarılı bir “taktik” olabilir. Hayvanlarda “üreme ve çiftleşme”, tamamen içgüdülerin yönelttiği “mekanizmalarla” sağlanıyor. Evrim süreci içinde insan beyninin gelişmesi ve fiziksel olarak büyümesi, iki ayak üzerinde yürümeye başlayan dişilerin beyni tam gelişmiş yavrular doğurmasını imkânsız hale getirmiştir. Yani insan yavruları, doğumdan sonra uzun yıllar kendi kendilerine hayatta kalamamaktadır. Bu süre içinde iki insanın birbirine “karşı konmaz bir tutku ile” bağlanması, anne ve bebeğin beslenmesinin ve güvenliğinin sağlanması açısından neslin sürdürülebilmesi için çok yararlı olmuşa benziyor. Çağımızda bu “biyolojik gereklilik” artık birincil düzeyde gerekli olmasa da “aşk” yaşamın en benzersiz deneyimi olmaya devam ediyor. Başka bir deyişle, artık fizyolojik olarak “gerekli veya şart” olmasa da yaşamı zenginleştirdiği ölçüde doyumsuz oluyor. • Aşk aslında bir yönüyle de takıntısaplantı değil mi? Burada sevgi ve saygının bir arada olduğu, uzun bir beraberliğin hedeflendiği “normal” düzeydeki “romantik aşktan” söz ediyoruz! Pazarda yaşanan şehvetten, fuhuştan, değiştokuş malzemesi olarak kullanılan cinsellikten, sosyal statü pazarlamalarından, fırsatçılıktan, stres atma çabasından, maddi refah sağlamak için kabullenilen beraberliklerden değil! İnsan davranışlarının hemen tümü, yaşamımıza katkıda bulunduğu “normal sınırları” aşınca takıntı veya saplantı haline dönüşebiliyor. Her davranışın aşırısı takıntı veya saplantı haline dönüşebiliyor: Yemek yemek gibi. “Normal aşk”, kişiyi ve sevdiğini yücelten, zenginleştiren, yaşamın diğer alanlarına yayılarak varolma deneyimizi benzersiz kılan bir duygu. Bu nedenle güzel bir deneyim. İlk çağlarda olduğu gibi çocuk yapmak gayesi artık şart değilse de paylaşılan aşkın, bireylerde fiziksel ve duygusal sağlığı arttırdığı gösterilmiş bir şey. Bu açıdan bakılırsa aşk hem çok doğal, hem sağlıklı ve olumlu bir duygu. • Aşka ömür biçiliyor. Siz buna katılıyor musunuz? Ömrü nedir? Evrimsel olarak aşk, neslin sürdürülmesi için şarttı dedik. Yeni doğmuş bir bebeğin annesine olan fiziksel bağımlılığı 34 yıl sürer. Yüz binlerce yıl evvel, çocuk yapan bir çiftin yaklaşık bu kadar süre beraber kalması gerektiği açık! O nedenle aşkın doğasındaki “ateşli tutku”nun doğal olarak 5 yıl içinde azalması beklenir. Burada hep altı çizilmesi gereken şey, aşkı ve cinsel tutkuyu oluşturan adrenalin, dopamin, testosteron gibi kimyasalların düzeyinin bu süre içinde “normal” değerlere dönerken, oksitosin ve prolaktin gibi beyin sinyalleriyle salgılanan diğer hormonların ilişkiyi pekiştirdiğini, bağlılığı arttırdığını, huzur ve güven duygusunun yerleşmesini sağladıklarını unutmamak gerekiyor. Birbirlerini seven ve sayan saygı olmazsa olmaz! çiftler, görece azalmış cinsel dürtülerin yerine, birlikteliğin güzelliklerini koyabildikleri hallerde “romantik aşk” kesinlikle ömür boyu sürmekte, hatta çiftlerden birinin ölmesi halinde bile yoğun sevgi ve saygı duygusu yıllarca sürebilmektedir. Öte yandan aşık olunan kişiye değil, “âşık olma duygusu ve sürecine âşık olan” insanlar vardır, daldan dala uçarlar. Bu kişiler genellikle ya sadece kendilerine âşıktırlar ya da özbenlik ve özgüvenleri ancak başka bir kişinin kayıtsız şartsız tutku ve “hizmeti” ile ayakta kalabilir. •Aşk’ın yol açtığı bir çeşit “delilik” halinin çok uzun sürmesi zarar verme potansiyeli taşır mı? Aşkın uzun sürmesi bir çeşit delilik değildir. “Tutku” ile “saplantı” arasındaki farkı algılayamayan patolojik insanlarda saplantılar kendine ve “aşkına” zarar verme potansiyeli taşır. “Aşk”ın yol açtığı intihar ve cinayetlerde bireylerin akıl ve mantık işletme süreçleri bozulmuştur. Bu konu davranış psikolojisine girer ama tıpta rastlanan diğer saplantılarda uygulanan ilaç tedavilerinin bu saplantılı aşklardaki düşünce ve davranış bozukluklarını düzeltmekte kullanılması, her iki durum arasındaki fizyolojik temelin çok benzer olduğuna işaret etmektedir. •Aşk gençlere özgü bir durum mu? Her yaşta aşk olur mu? Evrimsel olarak aşk, genç insanların birkaç yüz bin sene önce 2030 sene olan ömürleri boyunca mümkün olduğu kadar çok çocuk yapmalarına ve nesli sürdürmelerine olanak tanımıştır. O nedenle tutkulu romantik aşklara en çok genç yaşlarda rastlanması doğaldır. Çağımızda neslin sürdürülebilirliğinden çok beraberliklerin sürdürülebilmesi önem kazandığı için, her yaştan insanlar arasında uzun süreli romantik aşkların ortaya çıktığını görüyoruz. Aynı cinsten insanlar arasında da uzun süreli ve yoğun romantik aşklar yaşandığını biliyoruz. Hatta orta ve ileri yaşlarda, duygusal deneyimlerin ve olgunluğun artmış olması, değer yargılarımızın yerleşmiş olması, çok daha uzun süreli, karşılıklı sevgi ve saygının yoğun olduğu birliktelikleri mümkün kılmaktadır. • Ne oluyor da aşkın önce etkisi, sonra kendisi bitiyor? Aşkın kendisinin “bitmesi”, fizyolojik olarak doğal ve “gerekli”dir. Hiçbir bünye, ateşli bir aşkın getirdiği enerji tüketimini ve biyokimyasal değişiklikleri ömür boyu sürdüremez. Ama yukarıda değindiğim gibi, “ateşli aşk” yerine “tutkulu” bir beraberlik gelişebilir ve ömür boyu artarak sürebilir. Eğer aşk duygusu, aslında bir saplantı, heves, cinsel getiri, sosyal tırmanma gibi gayelerle harcanan bir sermaye olarak algılanırsa tükenir ve biter. Eğer iki “ruhun” birlikteliği ise, bedenler göçtükten sonra da sürer gider, dillerde dolaşır. Sanat Müzesi ve Bechtler Modern Sanatlar Müzesi gibi pek çok yapının tasarımcısı, İsviçreli mimar Mario Botta; kendi kuşağının en üretken tasarımcılarından biri olarak tanınan Karim Rashid, ünlü trend belirleyici Lidewij Edelkoort, Red Dot ödüllerinin fikir babası ve kurucusu Prof. Dr. Peter Zec; Rockwell Group Avrupa Ofisi Yöneticisi tasarımcı ve mimar Diego Gronda, ünlü endüstriyel tasarımcı Ayşe Birsel, Koleksiyon ile Tasarım Vakfı’nın kurucusu, mimar Faruk Malhan; grafik tasarımcısı, reklamcı ve art direktör Stephan Bundi; ünlü sanatçı, fotoğrafçı, tasarımcı ve film yapımcısı Arik Levy; endüstriyel tasarımcı Gamze Güven; Türkiye’nin önemli moda tasarımcılarından Tuvana Büyükçınar Demir ve Simay Bülbül, müzisyen Gökhan Kırdar; dizi yönetmeni Zeynep Günay Tan; yazar ve televizyoncu Yekta Kopan; Arçelik Endüstriyel Tasarım Yöneticisi Serdal Korkut Avcı gibi isimler alldesign 2014’te tasarımı konuşacak. Tasarım dünyası alldesign’da buluşuyor alldesign 2014 Uluslararası Tasarım Konferansları ve Yaratıcı Endüstriler Fuarı 2122 Şubat 2014’te Hilton Kongre ve Sergi Merkezi’nde düzenlenecek. Allevents tarafından BMW ana sponsorluğunda, Arçelik, Armaggan ve Işıklar Tuğla cosponsorluğunda 2122 Şubat 2014 tarihlerinde Hilton Kongre ve Sergi Merkezi’nde düzenlenecek olan alldesign Uluslararası Tasarım Konferansları ve Yaratıcı Endüstriler Fuarı, tasarım dünyasını üçüncü kez bir araya getirecek. “Aklın gözüyle görmek” ilkesiyle yola çıkan alldesign’ın ana amacı, tasarımın yarattığı farkların, pazarlama, marka laşma, ergonomi gibi birçok alanda kullanımının irdelenmesi, günümüz ve geleceğin tasarımcılarına farklı bir bakış açısı kazandırması. “Biyomimikri” alanında uzman, ekomimar Michael Pawlyn; San Francisco Modern Sanatlar Müzesi, Samsung CBT 1404 17 / 14 Şubat 2014