26 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKiSLER çıkarsamalar yapılabilir. Dolayısıyla enzimin olası yapısındaki farklılıklara ve benzerliklere göre ortak bir atayı hesaplamak mümkündür. Üretilen ilkel enzimin özellikleri laboratuvarda ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde, hem yapısının hem de etkinliğinin günümüzdeki varyantıyla çok benzediği görülmüş. Araştırmacılar bu yüzden çok iyi uzmanlaşmış enzimlerin ve enzim komplekslerinin evrimlerini 3,5 milyar yıl önceki LUCA devrinde bile tamamlanmış oldukları sonucuna varmışlar. Harvard Tıp Okulu’ndan Sriram Sankararaman ve arkadaşları, Neandertal kalıtımını, cilt ve saçlar için önemli olan keratin proteinin oluşumunu etkileyen bölgelerde bulmuş. Washington Üniversitesi’nden Benjamin Vernot ve Joshua M.Akey ise Science dergisinde, her şeyden önce saç ve cilt rengini ayarlayan bir genin, Avrupalılarda yüzde yetmiş oranında Neandertal varyantında bulunduğunu söylüyor. Bu genin Doğu Asyalılarda bulunmaması, insan grupları arasındaki dış görünüş farklılıklarını açıklayabilir. Halihazırdaki bilimsel kanılara gere Neandertaller çok erken bir zamanda günümüz insanın soyağacından ayrıldı. Daha sonra ise modern Afrikalıların ataları, Avrupalılar ve Doğu Asyalılar farklı yolları izledi. Afrikalılar, Neandertallerle ilişkilerini keserlerken, Avrupalıların ve Doğu Asyalıların ataları Neandertallerle ilişki kurarak, çocuklar dünyaya getirmiş. Bu çocuklar ise yarı yarıya Neandertal kalıtımına sahip olmuş. Bu şekilde modern insanın gen havuzuna giren Neandertal genleri bugün bile kanıtlanabiliyor. Bunun için günümüz insanının kalıtımı primatların ve Neandertallerin kalıtımlarıyla karşılaştırılıyor. Sankararaman ve ekibi, Avrupa insanının kalıtımının ortalama olarak yüzde 1.15’inin, Doğu Asyalı insanının kalıtımının ise yüzde 1.38’inin Neandertallere ait olduğunu söylüyor. Her ne kadar bireylerdeki genetik pay düşük olsa da, toplam Neandertal genlerinin beşte biri günümüz insanlarında kalıcı oluyor. Sankararaman ve arkadaşları Neandertal genlerini ayrıca günümüz insanının diğer kalıtım bölgelerinde de saptamış. Bu bölgeler diyabet tip 2, kalıtsal karaciğer sirozu ve Morbus Crohn gibi hastalıklarla ve sigara içme alış A. M. Celal Şengör Biyolojik evrim kuramı (yani bugünkü haliyle Darwin ve Wallace’ın birbirlerinden bağımsız geliştirdikleri doğal seçme kuramı+ Gregor Mendel’in genetik kuramı + Hugo de Vries’in mütasyon kuramı) canlıların gelişmesinde sürekli bir değişim öngörür. Biyolojik Evrimde ‘Ara Tür Sorunu’ Var mı? Bu değişim özellikle mezo (yani orta) makro (yani büyük) boydaki canlılar için o kadar yavaş olur ki, ömrü bir yüzyıldan az olan insan bunu kendi yaşamı esnasında fark edemez. Buna mukabil mikro (yani küçük: mikroskopik) canlılarda evrimin ön gördüğü değişiklik çok hızlı cereyan ettiği için bunu laboratuarlarımızda ve günlük yaşamımızda fark edebiliriz. Mesela, bazı bakterilerin, kendilerine karşı icat edilmiş olan antibiyotiklere karşı dirençli hale gelmeleri, evrimin bir sonucudur ve bu açıdan evrim kuramı, özellikle tıp bilimi ve ilâç şirketleri için yaşamsal önemi haiz bir konudur. Lamarck, evrim olgusu için ilk önemli kuramı ortaya atarak konuyu güncelleştirdiği zaman, kendisine yapılan en büyük itiraz, günümüzde yaşayan türlerin sabit oldukları ve bu türler arasında herhani bir geçiş şeklinin, yani ara türün görülmemesiydi. O zaman, günümüzde bütün türlerin de aslında değişmekte oldukları, ancak bu değişme hızı çok yavaş olduğu için fark edilemediği anlaşılmamıştı. İlk defa 1861 yılında bir Arkeopteriks fosilinin Bavyera’da bulunması, türlerin arasında geçiş türlerinin bulunmadığı fikrini sarstı. Bu hayvan tüyleri ve kanatları olduğu için derhal bir kuş olarak sınıflanmıştı. Ancak bu kuşun kafatası aynen dinozor denilen sürüngenlerinkine benziyor ve ağzında hiçbir kuşta bulunmayan dişler bulunuyordu. Üstelik uzun ve tüylü bir kuyruğu vardı ki bu da kuşlardan bilinmeyen bir hususiyetti. Evrime inanmak istemeyenler ve özellikle yobazlar, fosilin bir sahtekârlık eseri olduğunu iddia edecek kadar ileri gittiler. Ancak 1877’de ikinci ve daha iyi korunmuş bir fosilin daha bulunması tüm şüpheleri dağıttı (bugün 11 Arkeopteriks fosili bilinmektedir). Şimdi Arkeopteriks’in yaşamış olduğu geç Jura zamanına, yani 150 milyon yıl öncesine gidelim ve kendimize soralım: Arkeopteriks bir ara tür müdür? O zamanlarda ortada bugün bildiğimiz kuşlar yoktur, ama Arkeopteriks’e çok benzeyen, fakat dinozorlara biraz daha yakın olan Aurornis xui diye bilinen bir başka hayvan da bugünkü Kuzey Çin’de yaşamaktadır. O zaman bir jeolog veya biyolog yaşasaydı, bu hayvanlarla etrafta dolaşan dinozorlar arasında bir ara tür arayacaktı ama kuşlar henüz oluşmadıkları için, Arkeopteriks’e veya Aurornis’e bir ara tür demek aklına bile gelmeyecekti. Ama aslında o da var: Compsognathus longipes; tavuk büyüklüğünde hızlı koşabilen bir dinozorcuk ve yapı olarak Arkeopteriks’e çok benziyor. O zaman şimdi onunla diğer dinozorlar arasında bir ara tür arayalım.... Böyle bir arayışın sonu gelmez, çünkü bu iki birbirini izleyen sayı arasında sonlu bir aralık aramaya benzer ki, mümkün değildir. Hangi iki sayıyı alırsanız alın, aralarındaki mesafe gene sonsuz sayıda aralığa bölünebilir. Büyük matematikçi Georg Cantor, bu nedenle ilk defa çeşitli büyüklükte sonsuzluklar olabileceğini farketmişti. Meselâ, 1 ve 2 arası da sonsuz sayıda aralığa bölünebilir, 1 ile 100 arası da. Ama 1 ile 100 arasındaki sonsuz, 1 ve 2 arasındaki sonsuzdan daha büyüktür. İşte evrimin adımları buna benzer: Bugünkü kuşlarla dinozorlar arasıında neredeyse sonsuz adım vardır; Arkeopteriks ile geri kalan dinozorlar arasında da öyle. Gerçi bu iki değişik aralıktaki mutasyon sayısı çok büyük bir rakam olmakla beraber gene de sonludur. Ama bu sonluluğu bizim sayabilmemiz, sayılar çok büyük olduğu için mümkün değildir. Evrimin adımları da böyledir. Ara tür aramak, türlerin çok uzun zaman sabit oldukları fikrine dayanır ki bu Linnaeus’un sınıflamasından biyolojinin miras aldığı bir yanlışlıktır. Türler her an değişmektedirler ve bu nedenle aslında tür, kuramsal olarak, gerçek bir kavram değildir. Bizim kullandığımız tek kıstas olan bireyleri arasında verimli çiftleşme, meselâ bitkilerde tamamen geçersiz olduğu gibi, hayvanlarda bile çok önemli istisnaları vardır (meselâ, doğuran katırların varlığı). Dolayısıyla siz kendinizi de bir ara tür olarak görebilirsiniz: geçmişteki Homo türleriyle, gelecekte oluşacak Homo türleri arasında. Onun için birisi size evrim teorisini “ama ara türler yok” diye çürütmeye kalkarsa, gülüp geçin ve kendisine önce lise seviyesinde bir biyoloji ve matematik okumasını tavsiye edin. Evrime yapılan tüm itirazlar, bu sayıda Nazik Öğretmen’in Lyell hakındaki makalesinin de gösterdiği gibi, temelsiz dinsel inançlara dayanmaktadır. İnsanlık bu inançlardan kurtulduğu nispette yücelecek ve rahatlayacaktır. Kahverengi cüce Luhman 16B, güneşin çok yakınında yer alır. Bilim insanlarının bu sönmüş yıldız için verdikleri ilk hava raporu Kahverengi cüce için ilk hava raporu hiç de iç açıcı değil: Sıcaklık 1000 derece civarında, hava çok bulutlu ve demir yağıyor. MPIA (Max Planck Astronomi Enstitüsü) astronomu Ian Crossfield yönetiminde çalışan araştırma ekibi gözlemlerini Nature dergisinde sundu. Kahverengi cüceler sönmüş yıldızlardır. Çünkü bunlar yıldızları ışıtan çekirdek füzyonunu ateşleyemeyecek kadar küçüktürler. Luhman AB çift sistem henüz 2013 yılında keşfedildi. Bu iki kahverengi cüce Yelken Takımyıldızı’nda yer alır ve 6.5 ışık yılı mesafede yer alırlar, dolayısıyla da Alpha Centauri ve Barnard yıldızından sonra güneş sistemimize en yakın üçüncü gökcisimleridir. Gördüklerimiz düzensiz bir bulut örtüsü olabilir.” Fakat 1000 dereceyi aşan sıcaklıklar nedeniyle Luhman 16B’nin hidrojen atmosferindeki bulutlar sıvı demir ve çeşitli mineral damlacıklarından oluşuyor. Bilim insanları gelecekte Luhman 16B üzerindeki bulutların nasıl oluştukları, ne şekilde geliştikleri ve nasıl kaybolduklarını izleyebileceklerine inanıyorlar. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com CBT 14047 / 14 Şubat 2014 Amerikalıların Nature ve Science dergilerinde yayımladıkları iki araştırmanın sonuçlarına göre Neandertal kalıtımı, günümüzdeki Avrupalıların ve Doğu Asyalıların, cildin ve saçların büyümesini ve yapılanmasını ayarlayan kalıtım bölgelerinde kendini gösteriyor. İki araştırmanın sonuçları da günümüzde yaşayan insanların kalıtımının çözülmesine dayanan 1000 Genom Projesi’nin verilerine uzanıyor. Modern insan Neandertal genleri sayesinde soğuğa uyum sağlamış kanlığıyla ilişkilendirilmekte. Öte yandan dikkat çekici bir şekilde üzerinde çok az Neandertal gen varyantları bulunan bölgeler de bulunmuş: Bunlar özellikle de erbezlerinde bulunan genler ve cinsiyet belirleyici X kromozomunun üzerindeki kısımlar. Araştırmacılar bu durumu Neandertal ve modern insanın birleşmesinden doğan bazı erkek çocuklarının kısır olduklarıyla açıklamaya çalışıyor. Bu nedenle de Neandertal genleri kalıtımın bu bölgesinde yok olmuşlar. Vernot ve Akey ayrıca erkek genomlarla ilgili değerlendirme istatistiklerini önemli ölçüde geliştirdiklerine de dikkat çekiyor. Bu gelişme sayesinde günümüz insanların kalıtımındaki yabancı gen varyantları fosil buluntuların kalıtımlarıyla karşılaştırma yapmaksızın da saptanabilecek. Yöntem, günümüz insanın gen havuzunda izler bırakan, bilinmeyen ataların keşfedilmesine de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle