26 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARİH Lise tarih kitabında Piri Reis Salih Özbaran, salihozbaran@hotmail.com L CBT 140414 / 14 Şubat 2014 iseler için hazırlanmış 10. sınıf tarih kitabının dış kapağına baktığınızda Piri Reis’in “Yeni Dünya” haritasını göreceksiniz. 1513 yılında yapılmış olan ve 2013’te 500. yılı kutlanan bir haritanın fotoğrafı. Gerek Türkiye’de gerekse Türkiye dışında anılan, çeşitli yazılara, konferanslara ve belgesellere konu olan ve Denizcilik Kitabı (Kitabı Bahriye) yazarı dünyaca ünlü Piri Reis’in haritasıdır bu. Haritanın milyonlarca basılan bir tarih kitabına kapak yapılması çok yerinde bir girişimdir ve tarihçiliğin çok anlamlı bir tercihini göstermesi ve öğrenciyi ısındırması bakımından da övgüye değer görülmelidir. Çünkü Piri Reis korsanlıktan bilginlik katına çıkmış olan uğraşlarına dayanarak aslı kaybolmuş bir haritayı ek bilgilerle donatmış bir kişidir ve haritacılık alanında çok değerli bir eser bırakmıştır. Ancak, sözünü ettiğim kitabın 80. sayfasına kısa bir paragraf olarak sıkıştırılmış bu bilgin yaşadığı mız bilgi çağında! inanılması imkânsız şöyle bir değerlen dirmeyle anlatılmıştır. “Ünlü Osmanlı denizcisi ve âlimi Piri Reis’in yaklaşık 500 yıl önce hazırladığı haritasını dünyanın uydudan çekilen fotoğrafları kadar eksiksiz ve mükemmel olduğu söylenir. Günümüzde bazı haritalardaki yanlışların Piri Reis’in haritasına bakılarak düzeltildiği biliniyor. Rus tarihçisi Sergey Manukov ise Piri Reis’in 1513’te çizdiği haritasının benzerini hazırlamanın ancak dünyanın uydudan çekilmiş fotoğraflarıyla mümkün olduğunu söyledi. Rus uzman: “Aslında harita fotoğrafa çok benziyor. Sanki bir uydu aracı çizimi yapılan bölgenin üzerinde dolaşarak fotoğrafını çekmiş. Özellikle güney yarımküre inanılmaz ayrıntılı” demiştir.” Her şeyden önce şaşkınlıklar içinde şunu sormak gerekiyor: Uzay kurgu filmi mi yansıtılıyor; yoksa bir Türk bilginin, Osmanlı coğrafyacılığının çok üstünde yeri bulunan bir denizcinin emekleriyle dolu başarısından mı söz ediliyor? Ardından da şunu eklemek gerekiyor: Kimmiş bu Rus tarihçi? Piri Reis ile ilgili neler incelemiş, yazmış şimdiye kadar? Yoksa son yıllarda görmeye ve duymaya alışık olduğumuz şifreler mi yaratmak istiyor? Onca Türk ve Batılı tarihçi ve konuya aşina bilginler dururken; başka bir ifadeyle, yaşamları boyunca arşiv ve kitaplıklarda Piri Reis peşinde koşmuş olan Paul Kahle, Afet İnan, Svat Soucek, İdris Bostan, Gregory C.McIntosh gibile ri hiçe sayarak, Celal Şengör gibi Piri’yi medyada dünya haritacılığı içine oturtmaya çalışanları görmeyerek nereye varılmak isteniyor? Yapılan alıntının saçmalığının hiç mi farkına varılamıyor? Piri Reis üstüne gerçekleri yazmaya çalışan bir bilginin satırlarından “sahici” sözcükler yansıtılabilecekken neden “mucize” peşine düşülüyor? İki nokta üzerinde durmak istiyorum. İlki Türkiye’de özellikle 1980’li yıllardan beri ders kitaplarına ilişkin yapılan uyarılara ve tarih öğretiminin sorunlarını profesyonelce ele alan eğitimcilerin son yıllarda gösterdikleri ilerlemelere karşın, gerilerde kalmış ve kalıplaşmış, hatalarla dolu ders kitaplarının varlığının sürdürülmüş olmasıdır. Başka bir anlatımla, tarihin lise öğrencisine ulaştırılması hususunda çağın yakalanamadığını vurgulamaktır. Diğer nokta ise, ders kitaplarının rivayete, ilahiyata ve politik beklentilere dayanarak hazırlanmış olmasıdır. Örneğini verdiğim Piri Reis’in öylece yansıtılması tarihçilikte bilginliği sıfırlamak anlamı taşımaktadır. www.meteor.gov.tr’den yansıtıldığı belirtilen hurafeyle açıklanmış olan Piri Reis buna çok güzel bir örnektir. Tarih, geliştirilen bilgilere dayandırılarak yansıtılan bir dal olmaktan çok, göklerden uçup gelen boşluğun içine yuvarlanmaktadır. Sözünü ettiğim lise tarih kitabı 2013 baskı tarihini taşımakta; ancak anılan yılın gereklerine hiç de uymayan eski düşünceleri, biz bizelikleri ve başka dünyalarda gezinemeyip dolaysıyla kıyaslamayı yapamayıp saplantılardan kurtulamamaktadır. Bu tavır, “Keşifler Çağı”nda genişleyen dünya üstüne ortaya konan değerlendirmeler içinde yer alması gerekirken uzaylılara dayandırılarak alay etmektir aynı zamanda. “Yeni Dünya” haritası dış kapağa konulacak kadar önemli sayılmışsa eğer, o kapağın tarih eğitiminin gereklerine uygun açıklamalarla taçlandırılması gerekmez miydi? Kimlerdir bu tarih kitabı yazanlar? Bu cesareti nereden buluyorlar? O kitabı hazırlamaya başladıkları ana kadar eğitimin bu nazik dalında neler üretmişlerdir? Bu kişiler siyasete alet mi oluyorlar? Neden tarihçi ve çağdaş eğitime yaraşır ciddiyeti göster(e)miyorlar? Geçmişi “tarih” adı altında neden evrensel ölçüler aracılığıyla resmedemiyorlar. Niçin gülünç duruma düşüyorlar? Neden tarihin eğitim içindeki yerini doğruca saptayamıyorlar. Eğitimden ve tarihçilikten bu denli uzak olabilirler mi? Piri Reis Osmanlı’nın fakir kalmış bilim hayatına dünyaca övülen eserler bırakmıştır. Akdeniz’i aydınlatmış, uzak diyarlardan söz etmiş, “Yeni Dünya” haritası armağan etmiştir. Ama o koca reisin yıllara meydan okumuş boynu, büyük bir olasılıkla, 1553 yılı sonlarına doğru Osmanlı sultanının fermanıyla vurulmuştur. 80 yaşını bulmuş bir denizcinin, üstelik bir bilginin, yeni kara ve denizler fethetmesi için Hint Okyanusu’na gönderilmesi ve okyanusun engin dalgalarına karşı zafer beklenmesi tam anlamıyla akıl tutulmasıydı. Başarısız sayılarak Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle, başka bir deyişle sarayının entrikalarıyla yok edilmesi Osmanlı tarihinde bir kara leke olarak kalacaktır. Şimdi de, bir ders kitabında Reis’in dünyevi bilginliğinin, başarılarının uzaydan çekilen fotoğrafla açıklanması onu dünyadan bir kez daha uçurmuştur. Koca denizci, bilgin Piri Reis, lise tarih kitabına konan birkaç satırla bir kez daha yaralanmıştır. Ancak lise kitabını öylece hazırlatan yetkililer ve kitabı sevimsiz anlatılarıyla dolduranlar bilmeliler ki, Piri Reis uzaydan gelmedi; başarılarını kendi becerileriyle ve keşiflere açılan çağdaşlarının bilimsel uğraşlarını paylaşarak kazandı. Yine bilmeliler ki, gerçeğin peşine düşmeyi amaç edinen “tarih”e saygı yitirilirse bilimsellik de çöker. Prof. Dr. Aykut Kence’nin Yaşamı Üzerine… K Prof. Dr. Cihan Demirci Prof. Dr. Haluk Ertan Zafere Dair Günler ağır. Günler ölüm haberleriyle geliyor. Düşman haşin, zalim ve kurnaz. Ölüyor çarpışarak insanlarımız halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayıNazım Hikmet imi zaman kötü haber ulaşmadan önce, bir huzursuzluk, tanımlanamaz bir sıkıntı kaplar insanın içini. Bu kez öyle olmadı… Sevgili dostumuz ve öğretmenimiz Aykut Kence’nın ölüm haberi amansız bir deprem gibi yakaladı bizi. Gerçekte, biz dostlarının yaşadığı acının çok ötesinde bir kayıptır bu ölüm. Aykut hoca dünya çapında bir moleküler biyologdu. Anadolu’nun canlılarını; bal arılarını, ceylanlarını, keçilerini, kenelerini, termitlerini, sineklerini hatta nohutlarını bilim dünyasının gündemine neredeyse kırk yıl boyunca taşımıştı. Onun ölümüyle hem ömrünü adadığı bal arıları yetim kaldı hem de Anodolu’muzun biyolojisi gerçek bir dostunu yitirmiş oldu. Türk halkının kaybı ise bunların da ötesindedir. 1980’li yılların ortalarında Çernobil Nükleer Santral’ındaki kaza sonrası ülkemizin kuzeyi boydan boya radyasyon bulutlarıyla yıkanırken, EvrenÖzal iktidarı gerçeği halktan gizlemek için her türlü baskı aracını kullanmıştı. Doğramacı’nın başında bulunduğu YÖK’ün, bilimcilerin ve üniversitelerin sesini kesmek için resmi tehdit yazıları göndermekten utanmadığı günlerde, Aykut Kence’nin içinde yer aldığı bir avuç namuslu bilimci, radyasyon tehlikesini halka anlatmaktan ve araştırma yapmaktan çekinmemişti (Olcay Birgül, İnci Gökmen ve Ali Gökmen gibi kimi ODTU’lü bilimcilerin gösterdiği cesaret ve bilimsel sorumluluk anılmaya değerdir). Buna karşılık bilimcilerin büyük çoğunluğu ya siyasetçilere payandalık yapmış (A.Y. Özemre gibi) ya da suskunluk kuyularında oturmayı yeğlemişlerdi. EvrenÖzal iktidarının Türk halkının başına ördüğü çeşitli dertlerden birini de, dönemin Milli Eğitim Bakanı V. Dinçerler kanalıyla orta eğitim sistemi içine dinci yaratılış dogmasının sokulup, evrim kuramına karşı resmi bir karalama kampanyası başlatılması oluşturur. O günlerde ekilen tohumlar, günümüz Türkiye’sinde yaygın olarak yaşanan akıl ve bilim karşıtlığının temelini teşkil edecektir. Prof. Dr. Aykut Kence ve yine bir avuç bilimci o yıllardan başlayarak, dogmalara ve safsatalara karşı, tehditlere aldırmadan, bilimsel bilgiyi halka ulaştırmaya çabaladı. Aykut Kence son nefesine kadar bu onurlu mücadeleyi sürdürdü. Ölümünden kısa bir süre önce, hasta olmasına karşın, Üniversite Konseyleri Derneği tarafından düzenlenen, Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyumu’na katılıp, bir sunum dahi yaptı. “Vatan İçin” başlıklı şiirinde Orhan Veli’nin yazdığı unutulmaz dizeleri anımsarsınız: “Neler yapmadık şu vatan için! Kimimiz öldük; Kimimiz nutuk söyledik”. Aykut hoca ne öldü, ne de nutuk söyledi! Çok daha yararlı ve zekice bir yol izledi. Aydınlanma mücadelesini her zaman metodik ve somut bir çerçevede yürüttü. Örneğin, Çernobil kazası sonrası politikacılar ve onlara taşeronluk yapan bilimciler; hükümet, YÖK ve rektörlükler kanalıyla öğretim üyelerine açık ve örtülü gözdağları verip, medya yoluyla halkı aldatmaya çalışırlarken, Aykut hoca ve arkadaşları, radyasyondan etkilenen bölgelerden gelen çay gibi yaygın olarak tü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle