Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
iklim günlü ü İklim değişikliğiyle tüketim arasındaki önemli bağlantı Lancet dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma geleceğin iklim senaryolarıyla ilgili modellerde genellikle nüfus örüntü ve eğilimlerinin yeterince hesaba katılmadığını ortaya koyuyor. Kaliforniya Üniversitesi tarafından yapılan “Nüfus, Gelişim ve İklim Değişikliği, insan sağlığı ile ilişkileri ve etkileri” başlıklı çalışmada nüfustaki büyüme ile iklim değişikliği arasındaki bağlantı küresel sağlık bağlamında masaya yatırıldı. Çalışmayı yürüten araştırmacılar nüfusun önemli bir unsur olduğuna, ancak iklim değişikliğinde asıl önemli unsurun tüketiciler olduğuna ve bu yüzden de karbon salımlarını azaltmanın en etkili yollarından birinin tüketimi azaltmak olduğuna dikkat çekiyorlar. GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com Ben Goldacre, İngiliz bir bilim insanı ve popüler bilim yazarı. “Bad Science” isimli kitabı çok büyük yankı uyandırmıştı. Kitap gerçek bir özeleştiri, bir çeşit günah çıkartmaydı. Kötü Tıp Doğu Anglia Üniversitesi araştırmacıları tarafından ortaklaşa yürütülen Tyndall İklim Değişikliği Araştırma Merkezi Küresel Karbon Projesi’nin son değerlendirmelerine göre, fosil yakıt kullanımına bağlı küresel karbondioksit salımlarının 2013 yılında yeniden yükselerek 36 milyar tonluk rekor bir düzeye ulaşması bekleniyor. 2013 yılı için öngörülen yüzde 2,1 oranındaki bu artış fosil yakıt tüketimine bağlı küresel karbon salımlarının Kyoto Protokolü çerçevesinde temel alınan 1990 düzeylerinin %61 oranında artması anlamına geliyor. Küresel karbon salımlarında rekor düzey: 36 Milyar Ton Marie Byrd Land kesiminin en yüksek dağı olan Sidley Dağı buz yüzeyinin üzerinde kalan Executive Committee Sıradağlar zincirinin son halkasını oluşturuyor. Ancak bir grup deprembilimci Mount Sidley’in yaklaşık bir buçuk kilometre ilerisinde ve buzun bir kilometre altında yeni bir volkanik etkinliğe tanık oldu. Elde edilen bu yeni bulguya göre, magmanın kaynağı yerkabuğunun ve Antarktika buz katmanının altından yanardağ zincirinin ötesine doğru yol alıyor. Yaydığı sıcaklıkla buzlardaki erimeyi hızlandırabileceğine inanılan ve henüz bir adı olmayan bu yeni yanardağla ilgili habere Nature Geoscience dergisinin internet sitesinde yer verildi. Batı Antarktika’da yeni bir yanardağ Innsbruck Üniversitesi’nden Ralf Tappert önderliğindeki uluslararası bir araştırma ekibi günümüzün ve fosil bitkilerin reçinelerini incelemek suretiyle yeryüzü atmosferinin son 220 milyon yıllık yapısını yeniden değerlendirdi. Bu çalışmaların ardından elde edilen sonuçlar Dünya’nın yerbilimsel geçmişinde atmosferdeki oksijen düzeyinin sanıldığından çok daha düşük olduğunu ortaya koyuyor. Yeni araştırma iklimin ve yaşamın evrimiyle ilgili kimi güncel görüşlerin yeniden sorgulanması gerektiğine de işaret ediyor. Hazırlayan: Rita Urgan ketilen gıdalardaki radyoaktif elementleri saptayıp, radyasyon miktarını ölçüyorlardı. Saptadıkları bulguları bilimsel bir rapor haline getirip resmi makamlarla ve basınla paylaşmakla kalmayıp, bunları uluslar arası, hakemli bilimsel dergilerde yayımlayıp tüm dünyanın görüşüne ve eleştirisine sunmuşlardı (1). Halbuki “Çernobil Komplosu” diye kitap yazanlar, ellerinde her türlü olanak olmasına karşın saygın bilimsel dergilerde yayın yapmaya cesaret edemeyeceklerdi. Aynı şekilde Aykut hoca ve arkadaşları Türkiye’de yürütülen yaratılışçı propagandanın arka planını, yöntemlerini, siyasi bağlantılarını ve etkilerini bilimsel bir çalışma olarak yayımlayıp bilim dünyasını bilgilendirmişlerdi (2, 3). Aykut hoca ölmek ya da nutuk çekmek yerine bilim ve eğitim dünyasının biyolojik evrim üzerine yazılmış en önemli eserlerinden biri olan Douglas Futuyma’nin anıt niteliğindeki “Evrim” kitabını, Prof. Dr. Nihat Bozcuk’la birlikte, onlarca uzman bilimciyi bir araya getirerek dilimize kazandırmıştı. Bununla da yetinmemiş Futuyma’yı ülkemize davet edip sunumlar yaptırmış, basınla konuşmasını sağlamıştı. Aslında bundan önce onu çok çok önemli bir başka eserin dilimize kazandırılması çabasının içinde görmüştük. ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin “Bilim ve Yaratılışçılık Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin Görüşü” adlı kitabının çeviri editörlüğünü Prof. Dr. Şevket Ruacan’la birlikte yapmıştı. C. Wynn ve A. Wiggins tarafından yazılmış, “Yanlış Yönde Kuantum Sıçramalar” adlı enfes bir popüler bilim kitabını dilimize bizzat çevirmişti. Bilimi savunmak için düzenlediği toplantıların, yazdığı yazıların, yaptığı sunumların sayısını bilmek olanaksızdır. Uzun yıllardır sağlığı pek yerinde olmamasına ve kalp pilinin azizliklerine karşın ne bilimsel çalışmalarını aksattı ne de mücadelesini. Kendinden sonrakilere doğru bir mücadele yöntemi bırakması onun ayrıcalığıydı. Toplumumuzun aydınlanma serüveninin en çetin yıllarını yaşadığımız bu dönemde gerçeği savunmaktan çekinmeyen yiğit bir bilimciyi kaybettik. Hep söylenir: “Bir kişi ancak onu tanıyan en son kişi ölene kadar yaşar” diye. Yukarıda anlattığımız nedenlerden dolayı Aykut Kence’yi tanıyan herkes öldükten sonra dahi onun ismi hatırlanmaya devam edilecektir. 1 Gökmen IG., Birgül O., Kence A., Gökmen A. (1995). Chernobyl radioactivity in Turkish tea and its possible health consequences. Journal of Radioanalytical and Nuclear Chemistry. 198(2): 487497. 2 Peker D., Comert GG., Kence A. (2010). Three decades of antievolution campaign and its results: Turkish undergraduates’ acceptance and understanding of the Biological Evolution Theory. Science & Education. 19(68): 739755. 3 Somel M., Ozturkler RN., Kence A. (2007). Turks fighting back against antievolution forces. Nature. 445(7124): 147147. Kehribar, yeryüzü atmosferinin evrimine ışık tutuyor NOT: Konuşmanın tamamına http://www.ted.com web sayfasından ulaşabilirsiniz. CBT 140415 / 14 Şubat 2014 Dr. Goldacre’ın “TedTalks” konuşması da tıpkı kitabı gibi çağdaş tıbbın sorunlarından birine dikkat çekiyor. Bu konuşmadan satır başlarını paylaşmak ve tartışmak istiyorum bu yazımda. Şimdi dikkat, bakın nasıl başlıyor konuşma. “Önsezi denen şeye inanmıyorum. Kimileri ileride olabilecek olayları öngördüğünü söyleyebilir ama bunun nedeni büyük ihtimalle tamamen rastlantısaldır ve bizler sadece bu rastlantısal ve acayip olayları duyarız…” Yani demek istiyor ki, bir çok kereler bu kehanetler doğru çıkmaz ve siz bunlardan değil, rastlantısal olarak “doğru” çıkanlardan haberdar olursunuz. Akla yatkın değil mi? Devam edelim... “… Bu araştırmada, üniversite öğrencilerinin önsezi yetisi olduğuna ilişkin kanıtlar bulduğunu iddia etti ve araştırmasının sonucu hakemli bilimsel dergilerden birinde yayınlandı. Bu makaleyi okuyan insanların çoğu ilginç ama bence bu tamamen rastlantısal, çıkan sonuç tamamen şansa bağlı diye düşünebilir… nitekim birkaç farklı bilim insanı, bu önsezi deneyini tekrar etti ve tamamen farklı olan bulgularını yayınlamak istedi. Ancak yazdıkları makaleleri, daha önceki çalışmayı yayınlayan dergiye ilettiklerinde dergi “Hayır, biz tekrar edilen çalışmaları yayınlama konusunda istekli değiliz. Herhangi bir şey bulmayan makaleleri yayınlamıyoruz.” dedi...” İşte kıyamet bu noktada kopuyor. Çünkü bu anlayış, sadece bu tür psikososyal konularda değil, basbayağı hastalıklar ve tedavi seçimleri ile ilgili bilimsel çalışmalarda da hakim olabiliyor. Devam ediyoruz. “Mart 2012’de ... Nature dergisinde bir makale yayınlayarak, kanser hastalığının potansiyel tedavi hedeflerine ilişkin 53 adet temel ama basit bilimsel çalışmayı tekrar etmeye çalıştıklarını aktardılar. Bu 53 çalışmadan sadece 6 tanesi başarılı bir şekilde tekrar edilebildi.” Ne demek bu? Bu demek ki, tam 47 çalışma tekrarlanamamış, yani tekrarlandığında farklı sonuçlar çıkmış. Bilim dünyası için bundan daha büyük bir sorun olabilir mi? Özgür, bağlantısız, gerçek bilim insanları bu büyük sorunun farkında ve çözüm olarak “olumsuz” sonuçların da yayımlanabilmesi konusunda akademinin cesaretlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Yeniden Goldacre’ye kulak verelim. “Eğer, 100 defa yazı tura atsam ve bu 100 atışın yarısının sonuçlarını sizden saklasam elimdeki paranın her zaman tura geldiğine sizi ikna edebilirim. Ama bu elimdeki paranın iki yüzünün de tura olduğu anlamına gelmez. Bu, benim fırsatçının biri olduğumu, sizin de buna izin verdiğiniz için ahmağın biri olduğunuzu gösterir”. İçinde yaşadığımız “Kanıta dayalı” tıp döneminde olan bu işte. Bakın ne diyor Ben Goldacre, tam da “dananın kuyruğunun koptuğu an”... “Ve bu, bence bir araştırma sahtekarlığı. Eğer bir çalışma yapsam ve bu araştırmada ortaya çıkan sonuçların yarısını saklasam, haklı olarak beni yaptığım araştırmaya hile karıştırmakla suçlardınız. Ama, ne tuhaftır ki, eğer biri 10 ayrı araştırma yapıp, bunlardan sadece istedikleri sonucu gösteren beş tanesini yayınlarsa bunu araştırmaya hile karıştırmak olarak algılamıyoruz. Çünkü o zaman bunun sorumluluğu çok sayıda insana dağılıyor, bir sürü araştırmacı, akademisyen, endüstri sponsorları, dergi editörleri. Bir şekilde bunu daha kabul edilebilir hale getiriyoruz, ama bu durumun hastalar üzerindeki etkisi korkunç.” Şimdi konuyu ilaçlara getirelim. Dünyada tedavi amaçlı molekülleri geliştiren akademi değil ilaç firmaları, bu moleküller ilaç olsun diye klinik çalışmaları düzenleyen yine aynı ilaç firmaları, bu çalışmaların nasıl yürütülmesi gerektiğini akademiye dikte eden de aynı, ilaç firmaları. Amacım klasik tıbba inanan bir hekim olarak güvensizlik yaratmak değil ama sıradan bir birey olarak şu soruyu sormaya hakkım yok mu? “Akademi” bu sürecin neresinde?