24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Ali Akurgal ali@akurgal.com 8 Ekonomi CBT 1442/7 Kasım 2014 BİR DÖNÜM NOKTASI: Savaş ve teknoloji: Kırk yıllık bir anı Sivil yaşam için teknoloji geliştirmek, fizibilitesi olumlu çıkıyorsa girilebilecek bir uğraş. Ama bir savaşı kazanmanızı sağlayacak bir teknoloji için fizibiliteye bakmıyor, kesenin ağzını açıyorsunuz. Günlük yaşamda kullandığımız teknolojiler, çoğu zaman savaş alanındaki hizmetler için yetersiz kalıyor, savaşı kazanmak için daha ileri teknolojiler geliştirmek gerekiyor. Genelde, savunma sanayi için geliştirilen teknolojiler bu nedenle öncü oluyor. Çoğu teknoloji, sonradan, sivil yaşamda da uygulamasını buluyor. Bu arada, o teknolojiyi elde etmek için harcanan devâsâ harcama, devletin savunma bütçesinden çıkmış oluyor. ABD bunu hep yapıyor, sonra da dünyanın teknoloji egemeni oluyor. Devlet olarak belli bir teknolojiyi güdümlü şekilde geliştirmek istiyorsanız, arge için büyük parasal kaynaklar sağlamalısınız. Türkiye’de geçmişte, özel şirketlere devletten ödeme yapmanın zorluğu nedeniyle, teknoloji geliştirme işini de devlet yapmaya çalıştı. Artık, Batı dünyasının uyguladığı, özel şirketleri hibe desteklerle fonlama yöntemi kullanılıyor. Güdüm için ise, “çağrı” yöntemi uygulanmakta. Ama özel şirketlerde arge çalışmaları, kurumsallaşarak yer edinmedi. Anımsarsanız, Temmuz’daki yazımda “sulayın, sulayın biz 300 yıldır suluyoruz” diye biten bir hikâye anlatmıştım. Yer etmesine zaman gerek. Kırk yıl önce bu günlerde, patron Orhan Akalp 3 kişilik tasarım grubumuza, “çocuklar elinizdeki işleri bırakın, telsiz yapıyoruz” demişti. Ankara’da, kendi halinde, endüstriyel kontrol ürünleri tasarlayan ve üreten Teknim Ltd. Şti.’ndeydik. Boğaziçi Köprüsü’nün güvenlik sistemlerini kuran mühendislerimizden Ceyhun Örs’ün anlatımıyla, patron bize görevi sabah onda vermişti, ben hemen bir verici yapıvermiştim ve biz, ikindi vakti, Ankara’nın sokaklarında, şirketten yaptığımız yayın nerelere kadar uzanıyor, onu gözlüyorduk. Biz: Cengiz Ergeneman, Haluk Yeter ve ben. Fotoğrafını gördüğünüz KD/ETC 542 el telsizi, Kıbrıs çıkartmasının ertesinde elimizi kolumuzu bağlayan bir eksiği gidermek üzere, bu sivil şirket tarafından geliştirildi. O sırada Aselsan henüz kâğıt üstündeydi. Sanmayın ki, Savunma Bakanlığı, “ne olanak isterseniz vereyim, bana telsiz yapın” dedi. Tam tersine, Teknim telsizi kendi çabalarıyla yaptı, Savunma Bakanlığı uzun süre “siz kim oluyorsunuz da telsiz yapabiliyorsunuz” gibilerinden bu telsize uzak durdu. Kırk yıl önce, o noktadaydık. O telsizin yapılması kolay olmadı elbette. Birkaç kere, “buraya kadarmış, ne yapalım, sağlık olsun” dememize neden olan çıkmazlara girdik. TSK’nın benimseyerek satın alması ise daha zor oldu. Rakip firmaların telsizleri ile aynı deneylere girip hepsinden başarıyla geçtikten sonra bile, bizim ürünümüze kuşku ile bakıyorlardı. Deney koşullarını ağırlaştırmayı önerdik, 120cm’de su geçirmezlik isteniyordu, 2 metre yapalım dedik; 10g şoka dayansın isteniyordu 15g yapalım dedik, ve benzeri. Rakip firmalar kabul etmediler, biz, o deneylerden de başarıyla geçtik. Ama satışı gene de yapamadık. Taa ki, patronlardan Aydın Akın, çalışan bir telsiz ile, mandalına basılı durumdayken vura vura paşanın masasının camını kırıp, telsizin o durumda bile zarar görmediğini gösterene kadar. Burada çaycı Bekir efendiyi de anmak gerek, çünkü bu deneyin esin kaynağı olan, Aydın beyin odasına getirdiği telsizi, çay tepsisinin üzerinden kaydırıp merdiven boşluğunda iki kat aşağıya, betona düşüren o idi. Aydın bey baktı telsiz çalışıyor, hatta su geçirmezliği bile bozulmamış, onu balyoz niyetine kullanmaya karar verdi. Bir savaş halinde, kırk yıl önce olduğu gibi, Türkiye teknolojik bir atılım yapabilir mi? Sanmıyorum. Birçok yerli ürünümüz var ama, bir savaşta kullanacağımız silah ve mühimmat, yerli firmalardan çok, yabancı firmalara kaynak aktarmamıza yol açacak gibi duruyor. Yurtta barış, evrende barış. Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı yi ve bunun sonucunda kaynak sorununu çözmüş bir ekonomiyi amaçlıyor. Bu yaklaşım dönemin DPT müsteşarı Bilsay Kuruç tarafından yıllar sonra şu şekilde ifade edilecektir: “…Türkiye ekonomisi de bir çatalın ağzına, sanayileşmenin kritik bir eşiğine gelmişti. Ya bu eşik atlatılacak ve sanayileşmeye devam edilecek ya da sanayileşme durdurulacak ve bundan vazgeçilecekti. Dördüncü plan’da sanayileşmeye hızlı tempoda devam kararı alındı. İstenen şey, ara malları ve yatırım malları sektörlerinde yeni yatırımlar ve yüksek kapasite kullanımıyla, iç kaynakları artırabilmekti. Özellikle yatırımları yüksek tempoda sürdürebilmek, kamu eliyle gerçekleştirilecekti. Eğer, ara mallarda ikame tamamlanır ve yatırım mallarında hızlı gelişme sağlanırsa, beş yıl sonunda (1983’de) Türkiye kritik eşiği atlamış olabileceği gibi, ekonominin kaynak sorunu da kendi üretkenliği ile önemli ölçüde çözüme ulaşmış olacaktı.”1 DBYKP, GSMH’da sabit fiyatlarla yıllık ortalama %8 oranında bir artışı öngörüyor. Gayri safi üretimin bileşenlerinden tarım sektöründe yıllık ortalama %5,3; sanayi sektöründe ise %9,9 oranında bir büyüme hızı hedefleniyor. Böylelikle, GSMH’daki artışın yaklaşık olarak %13,5’nin tarım, %36,5’nin sanayi ve %50’sinin de hizmetler sektörü hâsılasındaki artışlardan sağlanması hedefleniyor. DBYKP’nda sanayi için öngörülen %9,9 oranındaki büyüme hızı, yaşanan sorunlara rağmen sanayileşerek kalkınmanın nasıl acil bir ihtiyaç olarak benimsendiğini ortaya koyuyor. Plan’ın en temel üretken sektörlerin başında gelen imalât sanayiine ilişkin son derece iddialı hedefler ortaya koyduğu, sanayide derinleşmeyi hedeflediği görülüyor. Sanayide derinleşmeyi gerçekleştirmek için imalât sanayiine ayrılan kaynakların büyük ölçüde yatırım ve ara malları üreten sanayilere yöneltilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, DBYKP döneminde ileri bir sanayi yapısının çekirdeğini oluşturan makine imalât, metalürji, elektronik, kimya sanayi ve elektrik enerjisi üretimine öncelik verdiği görülüyor. DBYKP döneminde, imalat sanayi üretiminin yılda ortalama %11.4 oranında artırılarak, 715,9 milyar liradan 1,226 milyar liraya çıkarılması hedefleniyor. 1978 yılında imalât sanayi üretiminin %42’sini oluşturan tüketim malları sanayi payının, 1983 yılında %36,8’e düşürülmesi öngörülürken, 1978’de % 41,1’lik paya sahip ara mallarının payının ise 1983’de %43,3’e, 1978 yılında %16,8 olan yatırım mallarının payının ise 1983 yılında % 19,9’a çıkarılması öngörülüyor. Başka bir anlatımla, plan tüketim mallarının üretim payında önem 1963–1979 döneminde planlamaya dayalı ithal ikameci sanayileşme stratejisi sayesinde Cumhuriyet tarihinin en temel ikinci sanayileşme hareketi başlatılıyor ve bu süreç Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı (DBYKP) ile daha da derinleştirilmek isteniyor. Ancak DBYKP iç ve dış sermaye çevrelerinin baskısı sonucu tasfiye ediliyor ve Türkiye sanayileşmede önemli bir kritik eşiği aşamıyor. T Bayram Ali Eşiyok ürkiye DBYKP yerine uygulanan 24 Ocak İstikrar Programı ile birlikte (1930’lu yıllarda başlayan ve 1960’lı ve 1970’li yıllarda önemli gelişmeler sağlayan sanayileşme hedefinden vazgeçerek), uluslararası işbölümünün öngördüğü düşük teknoloji içerikli emek ve kaynak yoğun sektörler temelinde uzmanlaşarak, kalkınma ve sanayileşme perspektifinden uzaklaşılıyor. Bu yazıda DBYKP’nın sanayileşme perspektifinin çözümlenmesi amaçlanıyor. Ekonominin içerisinde geçmekte olan krizi demokratikleşme sürecinden taviz vermeden, hızlı bir büyüme ve sanayide sağlanacak derinleşme yolu ile aşmayı öngören DBYKP, dünya ekonomisinde “arz yanlı” politikaların giderek egemen olmaya başladığı bir konjonktürde hazırlanıyor. II. Paylaşım Savaşı sonrasında başlayan ve 1970’li yılların ortasına kadar sürecek olan kapitalizmin “Altın Çağ”ı, 1970’li yılların ortalarından itibaren derin bir krizle karşı karşıya kalıyor ve Batı’da Keynesçi efektif yönelimli politikalar ile bunun çevre ülkelere yansıması olarak gündeme gelen uluslararası Keynesçi politikalar tasfiye ediliyor. Başka bir anlatımla, DBYKP, çevre ülkelerde sermaye birikim modelinin değişmeye başladığı, uluslararası işbölümünün çevre ülkeleri emek ve kaynak yoğun sektörler temelinde dünya ekonomisi ile entegrasyona zorladığı, başlangıçta dış ticaret liberalizasyonunun sonraki aşamada ise sermaye hareketlerinin liberalizasyonunun gündeme geleceği neoliberal politikaların telkin ve giderek dayatılmaya başlandığı bir konjonktürde hazırlanıyor. Uluslararası koşullardaki bu olumsuz konjonktüre rağmen, DBYKP sanayileşme hedefini; “… Sanayiye giderek kendi teknolojisini üreten ve dış pazarlarda rekabet edebilen bir kimlik kazandırma çabalarını başlatacak, bu nedenle imalât sanayiinde üretim yanında, kalite ve teknolojinin iyileştirilmesi ve üretilmesine yönelik, sanayi ile organik bir ilişki içinde ve üretime dönük bir biçimde teknolojik araştırma ve geliştirme birimlerinin geliştirilmesi” olarak tanımlıyor. Başka bir anlatımla, Dördüncü Plan’da tıpkı 1930’lu yıllarda hazırlanan Birinci ve İkinci Beş Yıllık Sanayi Planları’nda ve 1946 İvedili Sanayi Planı’nda olduğu gibi uluslararası ihtisaslaşmanın dışında görülebilecek bir sanayileşme çizgisini benimseyerek, kendi teknolojisini üretebilen bir sana SANAYİDE DERİNLEŞME
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle