02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SİYASET BİLİMİ PROF. ERSİN KALAYCIOĞLU İLE SÖYLEŞİ (3) Gezi Direnişi, Türkiye’nin demokratikleşmesine büyük katkı Otoriter ve totaliter iktidarlar da seçimle iktidara geldiler, onlar da güçlerini halktan aldıklarını söylüyorlar; her seçim demokratik olanla olmayanı birbirinden ayırmıyor; tek başına herhangi bir seçimin sonucu ile meşruiyet kazanmıyorsunuz. Dünyada siyasal katılma üzerine yapılan araştırmalarda, şiddet kullanan veya kullanabilirim diyenlerin oranı Fransa’da yüzde 7 bulunmuştur! Aynı araştırmalarda Türkiye’de bu oran binde 12 civarındadır. Gezi olayları üzerine polisin yaptığı açıklamaları değerlendirdiğimizde, şiddet kullanan binde 12 kadar bir rakam çıkıyor ki, araştırma bulgularıyla uyumlu görünüyor. Aslında bunları Avrupa ile kıyaslarsanız ve üstelik hata payını da düşünürseniz, Türkiye’de önemli bir şiddet temelli siyasal katılma eğilimi olduğunu söylemek zordur. Orhan Bursalı CBT: Gezi olayları konusunda faiz lobisi diye suçladıkları aslında Amerika.. İktidar medyası ve kalemleri, ABD’nin Erdoğan’ı değiştirme olayını hissettiklerini ve ülke çapındaki direnişin aslında iktidarı yıkmayı amaçladığını belirtiyorlar. ABD doğrudan RTE’yi hedef alıyor mu. ABD iktidarın dış politikasından hoşnut değil. Erdoğan, ABD ve AB medyasının alaycı yayınlarında hedef. Ne görüyorsunuz? Ersin Kalaycıoğlu: Türkiye, Suriye politikasında yalnız kaldı, Mısır’da ABD yeni rejimin çabuk şekilde demokrasiye dönmesini, bunun için koşulların teminini istiyor; Körfez’deki müttefiklerinin yardım ederek Mısır’ın ayağa kaldırılmasını ve yatırımların yapılmasını istiyor, aynı zamanda Mısır’la ABD arasında yapılan 1977 Camp David anlaşmasının sürmekte olduğu izlenimini vermek için de yıllık 1,5 milyar dolarlık yardımların sürdüreceğini açıkladı, bunlar semboliktir. Sözlerini tuttuklarını vurgulamak istiyorlar. Mısır konusunda bizim politikamız ile ABD’nin politikası çatışır durumdadır. Müslüman Kardeşlerin Mısır’da oynayacağı rol daha mütevazı duruma gelecek, bu koşullar sürerse.. Ancak tüm bunlara rağmen ABD’nin henüz Başbakanı gözden çıkardığını söyleyemeyiz. CBT: ABD siyasal İslamın demokrasi ile ilişkisi konusunda hayal kırıklığına uğramadı mı? Mısır’ı konuştuk, Türkiye’de yaşadığımız, islamcı bir iktidarın Gezi Direnişi konusundaki tutumu ve daha pek çok konuda totaliter politikaları, içki yasağı konusunda dinin emri olduğunu belirtmesi v.b.. Ersin Kalaycıoğlu: ABD ve Batı siyasal İslam iktidarları konusunda biraz daha realist oldular, ayakları yere bastı diyebiliriz; önceki görüşleri romantikti, İslamın demokrasiyle kolay uyuşabileceğini düşünüyorlardı, ama öyle olmadığını gördüler. Gezi Parkı bundan çok farklı tabii. Gezi olayının kendisi, ABD ve AB’de görülen türden sivil toplum kaynaklı siyasal protesto olaylarının Türkiye’de de görülebildiğinin kanıtı oldu. Demokratik bir olay ve bizim demokrasimizin kalitesi için de iyi.. Gezi’de gördüğümüz değerler daha çok kültürel değerler; taşıma ücretleri, ekmek fiyatı, işçi ücreti gibi maddi unsurlu değerler değil. Bunu Avrupa’da 1960’lardan itibaren görüyorduk, şimdi bütün dünyada görüyoruz. Dünya ile olan fark hükümetlerin tutumundadır. Hindistan’ dan İsveç’e, İngiltere’den Brezilya’ya kadar bu olaylar son bir–iki yılda yoğunlaştı ve bu ülkelerin hepsinde hükümetler bu tür kitlesel tepkileri saygıyla karşılıyorlar, oysa bizim hükümetimiz kendisine itiraz eden herkesi hasmane ve melun olarak kabul ettiği için olaylara polis şiddeti ile yaklaşıyor ve bastırmaya çalışıyor; onlarla uzlaşmaya, onların katılımcılığını kabul etmeye yönelmiyor. Muhalefeti itibarsızlaştırmaya, gayrimeşru gösterip yok etmeye kalkışıyor. Bu görüntü demokratik hükümet görüntüsü vermiyor. CBT: Sandığı en kutsal sayan bir iktidar var. Katılımı, basın özgürlüğünü, itirazı, sandık kadar eşdeğer ve kutsal görmesi gerekmez mi?Bir de otoriter bir başkanlık sistemi totaliterliği iyice yerleştirmez mi, demokrasi yerine? Ersin Kalaycıoğlu: Orhan Bey 19. yüzyıldan itibaren siyaset artarak kitlesel hale geldi. Bu durumda iktidarlar kitleleri dikkate almak, meşruiyetlerini halktan aldıklarını savunmak zorundalar. Otoriter ve totaliter iktidarlar da seçimle iktidara geldiler, onlar da güçlerini halktan aldıklarını söylüyorlar; herhangi bir seçim, demokratik olanla olmayanı birbirinden ayırmıyor; herhangi bir seçimin sonucu ile meşruiyet kazanmıyorsunuz. Demokrasilerde seçmenlerin tam enformasyon iletişimi içinde, özgür medya – basın ortamında, çok farklı kaynaklardan bilgilenerek kendi kararlarını özgürce, özgün ve bireysel olarak oluşturabilmeleri gerekir.. Bu sonuçlara varabilmeniz için gereken, geniş bir özgürlük ortamı, muhalefetin, şikâyetin, itirazın rahatça yapılabildiği ve muhalefetin korkusuzca ve rahat çalışabildiği iletişim ortamı zorunludur. Demokratik olabilmekte sorunumuz var, bu sorun başkanlık tartışmalarında da ortaya çıktı. Efendim denge fren meselesine ne gerek var, halk beğenmezse değiştirir, sonuçta halk seçecek dendi. Halk, eğer dengeleme denetleme olmazsa hükümetin yaptığı yolsuzlukları öğrenemez, şeffaf ortam ve bilgi akışı temin edilmezse halk olan biteni öğrenemez; böyle bir ortamı özgürce çalışacak medya ve muhalefet sağlar. Ancak böyle bir ortamda yapılan seçimler demokratik seçimlerdir; bunlar hükümetlere demokratik meşruiyet sağlar ve otoriter ve totaliter seçim uygulamalarından ayrılırlar.. Demokratik seçim derken, örneğin medya özgürlüğünün, iletişim özgürlüğünün olduğu ve hükümetin icraatlarının özgürce eleştirildiği bir ortamdaki seçimden bahsediyoruz.. Dengeleme denetleme kurumları bunun için var, medya da dengeleme denetleme mekanizmasının bir parçasıdır, bunun için medya – basın üzerinde iktidarların hiçbir sınırlaması olmamalı.. Bu denetim kaynaklarından seçmene her türlü enformasyon gelecek, yürütmede, Meclis’te olan bitenleri izleyecek, öğrenecek.. Bunlar medyaya, basına sosyal medyaya yansıyacak bunlardan öğreneceksiniz, hepsinden bir özet çıkarıp bunun sonucunu sandığa yansıtacaksınız, oya dönüştüreceksiniz; bu iletişim ve denetleme kaynakları engellenirse, benim yaptığım çok iyi gözüksün, eleştirilmesin çabası içine girmiş olursunuz... Bu da demokrasi olmaz... CBT: Kamuoyunun tek taraflı oluşturulması, iktidar tarafından saptırılması... Ayrıca Türkiye zaten uluslararası değerlendirmelerde demokratik ülke değil melez ülke, yarı özgür ülke olarak geçiyor.. Ersin Kalaycıoğlu: Tabii bütün böyle bir ortam yaratırsanız, ondan sonra seçmen sizi seçmeye devam edecektir; böyle bir beklenti içine girersiniz, bu kendinden olmayanları dışlamaktır.. denge ve denetleme olmazsa temsili demokrasi de uygulanamaz. Evet bizim rejim melez olarak nitelendiriliyor, yarı otoriter olduğumuz vurgulanıyor. Sandıktan ibaret demokrasiye iki ad veriyoruz. Meslektaşımız Özbudun’un da Türkiye’deki siyasal rejimi tanımlamak için, 1996’da Guillermo O’Donnell’ın önerdiği “delegatif demokrasi” kavramını kullandığını görüyoruz. Zaten O’Donnell ünlü makalesinde sanki tam bizi anlatıyor: Seçmenin zaman zaman oy verdiği, sandıktan çıkan sonuçlardan sonra pasif kaldığı ve seçilenin hep alkışlandığı ortamlara delegatif demokrasi diyor, yani gerçek olmayan, seçmenin yönetim yetkisini kendi kullanmadığı, o yetkiyi sandıkta güçlü bir lidere aktardığı bir uygulamadan bahsediyor. CBT 1376 14 / 2 Ağustos 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle