27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HABER TEKNOLOJİPOLİTİK Baha Kuban baha.kuban@gmail.com Dani Rodrik Princeton’da Harvard Üniversitesi Kennedy School of Government’da Rafiq Hariri Uluslararası Politik Ekonomi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Dani Rodrik, 1 Temmuz tarihinden itibaren Princeton’daki İleri Çalışmalar Enstitüsü’nde (Institute of Advanced Study) Albert O. Hirschman Sosyal Bilimler öğretim görevlisi olarak çalışacak. Rodrik’in uluslararası ekonomi, ekonomik kalkınma ve politik ekonomi alanlarında yayınları bulunuyor. Çalışmaları iyi bir ekonomik politikayı neyin oluşturduğu ve bazı hükümetlerin bu politikaları niçin diğerlerin daha başarılı bir şekilde benimsediği konuları üzerine odaklanıyor. Rodrik’in son kitapları: 2011’de yayımlanan The Globalization Paradox: Democracy and the Future of the World Economy (Küreselleşme Paradoksu: Demokrasi ve Dünya Ekonomisinin Geleceği) ve 2007’de yayımlanan One Economics, Many Recipes: Globalization, Institutions, and Economic Growth (Tek Ekonomi, Çok Reçete: Küreselleşme, Kurumlar ve Ekonomik Büyüme). Dani Rodrik Küreselleşme Paradoksu isimli kitabında, insanlara ulusal devletin önemini hatırlatıyor. Demokrasilerin sosyal düzeni ile küreselleşmenin uluslararası taleplerinin kaçınılmaz olarak birbirine ters düştüğü durumlarda, geçiş hakkının ulusal önceliklere verilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Rodrik kitabında tarih ile öngörüyü, mizah ile iyi niyetli eleştiriyi birleştiriyor. Türkçe’de de yayımlanan Tek Ekonomi, Çok Reçete isimli kitabında Rodrik, ekonomi politikalarının yüzeysel görünümünün altındaki özü inceliyor. Fazlasıyla başarılı ülkeler iktisadi ilkelere saygı duyan ama kendi ülkelerinin diğerlerinden hangi açılardan farklı olduğunu araştıran ve bu ilkeleri kendi koşullarına uygulama konusunda esnek ve yaratıcı davranan liderlere sahip olanlardır (www.idefix.com) Rodrik 4 Haziran tarihli bloğunda yayımladığı “Türkiye’deki protestolar güçlü bir mesaj verdi, fakat demokrasi getirmedi” başlıklı makalesinde, Batı medyasının ısrarla vurguladığı gibi Gezi Parkı çatışmalarının seküler kesim ile İslamcı kesim arasında geçmediğini, gerçek nedenin Erdoğan’ın ele geçirdiği gücü suiistimal etmesinden kaynaklandığını söylüyor. Ayrıca protestoların bir diğer itici gücünün muhalif partilerin yetersiz kalması olduğuna dikkat çekiyor. Batı’nın, ekonomiyi düze çıkarttığı, orduyu politikanın dışına ittiği ve Kürtlerle barış girişimlerinde bulunduğu gerekçesiyle Erdoğan’ı bugüne dek desteklemesinin de aslında bir yanılsamaya dayandığını söylüyor. Örneğin ekonominin düze çıkması doğru bir gözlem değil, çünkü bugünkü ekonomi politikalarının Rodrik’e göre sürdürülebilirliği çok zayıf. “Komünist işi” diye Turgut Özal’ın demiryolları gibi tukaka ilan ettiği planlama, yaşanan 40 yıllık neoliberal yıkım sonunda yine popüler olmaya başladı. Aslına bakarsanız planlama ne kent ölçeğinde ne de ekonomik anlamda, gelişmiş ülkelerde hiçbir zaman bir kenara atılmamıştı. Plandan Pilava; Kentsel Planlamanın Dönüşü Şimdi büyük ekolojik krizle, yani iklim değişikliği ile başa çıkmak için global kapitalizm bile ‘büyük geçişi’ planlayadursun, biz kent hakkı ve iklim değişikliği konusuna geri dönelim. Zıtlıkların birarada yaşadığı ülke Brezilya, geçen yazıda da belirtildiği gibi, onyılların hızlı kentleşmesi sonucu oluşan muazzam mekânsal ve toplumsal sınıf farklılıklarının, modern kent görüntülerine bitişik uçsuz bucaksız, altyapısız ‘favelalarıyla’, en kolay gözlemlendiği ülkelerden biri. Kentsel şiddet, onyıllardır dünyanın bu en eşitsiz toplumlarından birini yaratan toplumsal ve mekânsal habis gelişmenin sonucu. Buna karşılık, bu büyük eşitsizliklerin doğurduğu örgütlü kentsel mücadeleler de, geçen yazının konusu olan “kent hakkı” gibi düzenlemelerin anayasaya girmesini sağlıyor. Yine geçen yazıda, bütün iyileştirme çabalarına ve ‘sosyalist’ bir hükümetin uzun yıllardır iktidarda olmasına rağmen, Brezilya kentlerinin karşı karşıya olduğu sorunlar aktarılmıştı. Kent hakkı, milyonlarca yoksul Brezilyalı için, konut ya da barınma amacıyla kent toprağına erişim hakkı demek. Kent hakkı teorik olarak başta kent arazisinin “toplumsal işlevi” ni düzenlemek olmak üzere, kentsel katılıma ilişkin bir dizi hedef içeriyor. Ancak en tartışmalı ve zor olan konu, Brezilya Anayasa’sındaki bu madde ile kent toprağında özel mülkiyetin düzenlenmesi/sınırlanması. Evrensel bir ütopya olarak “Kent Hakkı”, kent toprağında mülkiyet kontrolunun katılımcı süreçlerle kentlilere devredilmesi, kent toprağının kullanımı ve geliştirilmesi ile ilgili karar alma yetkilerinin bu süreçlere katılan kentlilerde olması demek. Askeri yönetim sonrası biçimsel demokrasiye dönüşte, nasıl oldu da, siyasi ve ekonomik gücün tarihsel olarak toprak mülkiyetinden kaynaklandığı Brezilya gibi bir toplumda, üstelik o sırada sağcı temsilcilerin çoğunlukta olduğu Kongre, Anayasaya bu maddenin girmesine izin verdi? Bunun bir açıklaması Brezilyalıların deyimiyle “gambiar” yani “nasılsa bir yolunu buluruz” ise (bizdeki “...Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz...” benzeri), bir diğeri de kentsel demokratik kitle hareketlerinin gücü olmalı. Brezilya kentlerinin ve kentlilerinin sorunları esasen “kapitalizmin çevre ülkeleri” veya gelişmekte olan ülkeler diye sınıfladığımız ülkelerdeki sorunlarla kuşkusuz benzeşiyor. Yani Paris, Londra, New York ve Tokyo’nun sorunları, Sao Paulo, Meksiko City, Mumbai, İstanbul ve Lima’nınkilere benzemiyor. İlk grupta, devlet (merkeziyetçi tarihsel alışkanlıklara bağlı olarak yerel idare) kent arazisinin hemen hemen bütünü üzerinde de facto düzenleme yetkisine sahip. Buna karşılık ikinci gruptaki ülkelerde, nüfusun önemli bir kısmı düzenlenmemiş, enformal alanda yerleşik. Birinci grupta, halkın ağırlıklı kısmının konut ihtiyaçları gayrımenkul piyasası tarafından karşılanırken çok küçük bir kesimin konut için devlet müdahalesine gereksinimi vardır. Örneğin, Kanada’da devlet desteği gereksinimi duyan kesim toplumun %30’dur ki, bu gelişmiş ülkeler için oldukça yüksek bir oran sayılabilir. İkinci gruptaki ülkelerde ise, oran ortalamada tam tersidir. Örneğin, Brezilya’da orta sınıfların bir kesiminin de dahil olduğu kent halkının %70’inin gayrımenkul piyasası dışında kaldığı ve bir çeşit subvansiyona gereksinim duyduğu belirtiliyor. Yüksek nüfus yoğunlukları nedeniyle, kent toprağına aşırı spekülatif bir saldırının olduğu gelişmekte olan ülke kentlerinde lüks konut üretimi, spekülatif kârlar, “kentsel dönüşüm”, bu modelin değişmez kuralı. Bu hengamede sosyal politika “eğitim zayiatı”na uğrar haliyle. Düzenlenmemiş, enformal alandaki çoğunluk, giderek ekolojik olarak daha hassas, belki sanayi tarafından kirletilmiş, aşırı iklim olaylarının olumsuz etkilerine daha açık kırılgan kent parçalarına sıkışır. Kent hakkını Anayasasına koymuş Brezilya ve bu konunun tartışılmasından bile uzak Türkiye... Vahşi kapitalizmin yasası varken kim takar kent yasasını! GEZİ PARK PROTESTOLARI Kitap Kuantum Elektrodinamiği Karadeniz’in Sürgün KEDİ: Işık ve Maddenin Tuhaf Türkleri Richard P. Feynman Çeviri: R. Ömür Akyüz Pan Yayıncılık İstanbul 2013, 161 sayfa. Bu kitap, görünen maddenin, bununla en doğrudan ilişki kurma aracımız olan ışıkla etkileşmesini, bilinen en iyi şekilde açıklayan fizik kuramını, bunu yaratanlardan birisinin ağzından aktarmaktadır. Kuantum elektrodinamiği ya da kısaca KEDİ, ışık ve elektronların nasıl etkileştiğini anlatan “tuhaf kuram”dır. Bu kuram, Richard Feynman ve meslektaşları sayesinde aynı zamanda fiziğin kesinlikle bilinen ender kısımlarından birisi olmuş ve her türlü denemeden başarıyla çıkmıştır. Nobelli fizikçi Feynman bu canlı, hayranlık veren kitapta, oluşmasına belirli katkılarda bulunduğu ışığın kuantum kuramını sıradan insanlara (tek bir denklem kullanmadan) anlatmaktadır. Bugünün fiziğine merak duyan herkes bu kitabı okumalıdır. Kitaba, kitabın orijinal baskısının yayımlanmasından beri geçen süre içinde parçacık/ yüksek enerji fiziğinde gerçekleşmiş olan önemli gelişmeler de eklenmiştir. Ayrıca değerli fizikçi A. Zee’nin önemli bir sunuş yazısı bulunmaktadır. A. Zee yazısında Feynman’ın kişiliğini anlatmanın yanı sıra, kısaca parçacık fiziği tarihinden de soz etmekte ve bu eseri o tarihin bağlamında yorumlamaktadır. A. Zee’ye göre bu kitabın üç tip okuyucusu vardır: Parçacık fizikçisi olmak isteyen öğrenciler, parçacık fizikçileri ve KEDİ’yi merak eden kültürlü sıradan insanlar. Kuramı CBT 13709 / 21 Haziran 2013 Nurer Uğurlu Örgün Yayınevi Haziran 2013 494 sayfa. Türklerin tarihi üzerine olan araştırmalarını sürdüren Nurer Uğurlu, Karadeniz’in Sürgün Türkleri adlı yeni kitabında Kırım Türklerinin tarihini inceliyor. Bu kitapta İkinci Dünya Savaşı’nda (19411945) Almanlara yardım ettikleri gerekçesi ve suçlamasıyla Stalin tarafından Sibirya’ya va Orta Asya’ya sürgüne gönderilen Kırım Türklerinin büyük dramı ele alınmakta, sürgün sırasında çektikleri acılar, anayurtlarına dönmek için giriştikleri çabalar ve bu yoldaki (bugün de sürmekte olan) mücadeleleri ayrıntılı olarak sergilenmektedir. 1980’li yılların sonunda Kırım Türklerinin yurtlarına dönmek için yaptıkları gösteriler, sorunu dünya kamuoyunda gündeme getirmişti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ise Kırım Türkleri, Türkiye ve Ukrayna Cumhuriyeti arasında yapılan görüşmeler ve varılan anlaşmaların sonucunda 250 bin kadar Kırım Türkü anayurtlarına dönmüştü. Kırım Türklerinin anayurtlarına 1995’ten sonraki dönüşlerinde 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de önemli katkıları oldu. Kitapta Türkiye’nin Kırım Türklerinin anayutlarına dönüşlerine yaptığı maddi ve manevi katkılar da gösterilmektedir. Nurer Uğurlu’nun, Karadeniz’in Sürgün Türkleri adlı eseri, genel Türk tarihinin nispeten az incelenmiş bölümlerine güçlü bir ışık tutmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle