Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@Gmail.com) BİLİM TARİHİ Denizciyle hemşirenin öpüşmesini, tankların önüne geçmiş adamı gösteren o tarihi fotoğraflar ailesine iki fotoğraf karesi de Gezi Parkı’ndan katıldı. Gaz yiyen Kırmızı Elbiseli Kadın ile su bükücü Siyah Elbiseli Kadın fotoğrafları. Teknolojinin gücü dayanılmaz mıdır? Teknolojinin toplumsal gelişmedeki rolü konusunda asırlardan beri süren büyük bir tartışma var. Bazı düşünürler teknolojinin toplumların değişimindeki rolünün düşüncenin rolünden daha önemli olduğunu ileri sürüyorlar. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com “Dünyayı Güzellik Kurtaracak” Tarihe geçmiş bazı fotoğraflar vardır. Sebebi, sonucu, haklısı, haksızı, doğrusu, yanlışı aranmaksızın zihinlerde yer eder ve yıllar da geçse oradan çıkmaz. Neden? Çünkü kanunlar, yetkililer, medya, o taraf, bu taraf, kim ne derse desin o fotoğraflar insanların vicdanına hitap eder. Kâh vicdandaki bir sızıyı hafifletir kâh o sızının yok olup gitmesine engel olur; ama her durumda dengeleyicidir. İkinci Dünya Savaşı’nın bittiğini simgeleyen o denizci ile hemşirenin öpüşme fotoğrafı gibi. Vietnam Savaşı sırasında çekilmiş olan o ünlü infaz sahnesi gibi (http://tinyurl.com/n2lklre). Ya da Çin Tiennenman Meydanı’nda tankların önünü kesen adam fotoğrafı gibi. İki hafta boyunca süren Gezi Parkı olayları sırasında da bu şekilde insanların vicdanına hitap eden ve büyük bir olasılıkla bir daha akıldan çıkmayacak iki fotoğraf karesi var. Biri Reuters muhabiri Osman Orsal’ın çekmiş olduğu Kırmızı Elbiseli Kadın (http://tinyurl.com/obj5kuj) diğeri de Anadolu Ajansı muhabiri Burak Akbulut’un çekmiş olduğu TOMA’ya karşı direnen Siyah Elbiseli Kadın fotoğrafları (http://tinyurl.com/l4q4zvo). Bir an için aslında kimin haklı, kimin haksız olduğunu bir kenara bırakalım, o fotoğraflardan birini seçelim. Siyah Elbiseli Kadın. Hiçbir tedbir almamış halde, günlük giysileri ile su sıkan aracın karşısında iki kolunu genişçe açmış meydan okuyor. Tek başına. Aslında yaptığı şey romantik bir red. Biliyor ki o haliyle karşısındaki o gücü engelleyecek donanıma sahip değil. Ancak belli ki bu ona pek de bir anlam ifade etmiyor. Özellikle kollarını açış şekli cesur bir duruşun temsilcisi. En fazla ölürüm diye düşünüyor belki de ama bunun pek de bir önemi yok. Çünkü o kendi bakış açısından haklı olduğunu biliyor. Yapılan şeyin adil olmadığını biliyor. Bir insan karşısında devasa bir araç. Bir kaç saniye içinde onu metrelerce öteye fırlatabilecek güce sahip bir araç. Karşısındaki mekanizmada fazla olan şey güç ama eksik olan bir şey de var. Siyah Elbiseli Kadın’daki o idrak seviyesi! O mekanizma da orantısızlığın farkında. Haklı bile olsa bu orantısızlığın kendisini sonuçta haksız çıkaracağını da içten içe biliyor. Netekim kısa bir süre Siyah Elbiseli Kadın’ı hafif şiddette suladıktan sonra suyun hızını kesiyor. Masallardaki gibi, kaplumbağa tavşanı geçiyor. İşte o zaman tüm vicdanların içine bir kuş konuyor; kanatlarında şu dize: “Dünyayı güzellik kurtaracak”. O mekanizmanın başındakiler veya onu yönlendirenler de belki birkaç gün belki yıllar sonra bu idrak düzeyine erişecek. Üstlerine kilolarca biber gazı fırlatılan ya da bu sahneleri izleyen insanların yaptığı şey Facebook’tan, Twitter’dan birkaç mesaj, birkaç fotoğraf paylaşmaktı. Siyah Elbiseli Kadın’ın yaptığı türden romantik bir reddetmenin ötesine geçmeyen bir itiraz. Gezi Parkı’na hayatlarında bir kez bile gitmemiş olsalar da kendilerini böyle davranmaya güdüleyen şey vicdanlarında duydukları o sızı olsa gerek. Kimin haklı olduğuna bakmadan. Belki de o Siyah Elbiseli Kadın sütten çıkmış ak kaşık değildir ama artık bunun ne önemi var ki? Karşısına gelen devasa mekanizma onu (kendisi istemese bile) bir peri masalının kahramanı yaptı. Şimdi o Siyah Elbiseli Kadın’ın bir daha o şekilde ortaya çıkmaması için gerekli tedbirlerin alınmasından bahsediliyor. Sosyal medyaya bir düzen verme çabaları. Oysa ki Siyah Elbiseli Kadınlar, ifade özgürlüğünün sınırlarını geçmedikleri sürece bugün de yarın da varlıklarını sürdürecekler. Türkiye’de de, Vietnam’da da, Çin’de de, Amerika’da da. Ama o devasa mekanizmalarda kimlerin olduğunu kimse anımsamayacak. Çünkü “dünyayı güzellik kurtaracak”. Şiddet değil ! T CBT 1370 12 / 21 Haziran 2013 oplumları en çok ne değiştirir? Bilim mi, teknoloji mi, felsefe mi, fikir akımları mı, siyaset mi, ekonomi mi, sanat mı? K. Marx, 1847’de yayımlanan Felsefenin Sefaleti (Sol Yayınları, Ekim 2011, çev. Ahmet Kardam) adlı eserinde şunları söylüyordu: “ ...Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de, bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Eldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu. Toplumsal ilişkilerini maddi üretkenliklerine uygun olarak kuran aynı insanlar, toplumsal ilişkilerine uygun olarak da, ilkeler, düşünceler ve kategoriler üretirler.” (s.109). El değirmeni bir üretici güçtür. Buharlı değirmen de öyle. Feodalizm ise bir üretim biçimidir. Sanayi kapitalizmi de bir üretim biçimidir. “El değirmeninin feodal beyli toplumu, buharlı değirmenin ise sanayi kapitalistli toplumu verdiği” düşüncesinden ne anlamalıyız? Marx, örneğin niçin farklı üretim biçimlerine karşılık gelen bilimsel, felsefi, siyasi, ekonomik, sanatsal bir düzey örneğinden söz etmiyor da, teknoloji düzeyi örneği veriyor. Bu rastlantısal değildir. Çünkü Marx, teknolojiye toplumların gelişmesinde ve yeni üretim biçimlerinin doğmasında bu saydıklarımızın hepsinden daha fazla önem vermektedir. Marx’a göre yeni üretim biçimlerinin oluşmasında, başka etkenler de olmakla birlikte (örneğin kapitalizmin gelişmesinde sermaye birikimi) en büyük rol yeni teknolojiye aittir. Onun için düşüncesini bu şekilde ifade ediyor. Onun tarihsel materyalizm öğretisinin de en önemli dayanak noktalarından biridir bu. Ona göre bilimsel ve düşünsel gelişmeler, ancak üretici güçlerin gelişmesine olan etkileri ölçüsünde değerli ve önemlidirler çünkü insanlığın gelişiminde en önemli itici güç, üretici güçlerin gelişimidir. (Marx’ın bilimi de üretici güçlere dahil ettiği, daha geniş bir bakış açısıyla elbette ileri sürülebilir. Fakat Marx’ın teknolojiyi yeni üretim biçimlerinin oluşumunda bilimden ve bilimsel düşünceden daha önemli gördüğü konusunda hiç şüphe yoktur.) Öte yandan yukarıdaki alıntının son paragrafında da gördüğümüz gibi, Marx’a göre insanlar, ilkelerini, düşüncelerini ve kategorilerini, toplumsal ilişkilerine uygun olarak üretmektedirler. Gerçekten de böyle midir? Toplumsal ilişkilerin niteliğinin ve düzeyinin, insan düşüncesinin üretimine sınırlar getirdiği doğrudur. Örneğin 14. ve 15. yüzyıl toplumsal ilişkilerinin, kuantum teorisine açılan düşüncelerin üretilmesine meydan vermeyeceği ortadadır. Fakat bu yüzyıllarda etkinliğini gösteren pusula, ateşli silahlar ve matbaa icat edilmeden de mevcut toplumsal ilişkiler ve “maddi üretkenlikler” sürdürülebilirdi. Bunların icadı ise mevcut toplumsal ilişkilerin aşılmasına yol açacak bir adımı oluşturmuştur. Eğer düşünsel gelişim, mevcut toplumsal ilişkilerin gelişimini harekete geçiren bir güç ve etken değilse, toplumsal değişim ve dönüşümler nasıl ve hangi yollardan gerçekleşebilecek? İnsanların düşünceleri belirli bir anda maddi ve sosyal koşulları belirlemeye yetmez. (Bunu gerçekleştirebilmek için devrim gerekir). Fakat bu, düşüncelerin bütünüyle sosyal koşullar tarafından belirlendiği anlamına da gelmez. Eğer öyle olsaydı, bilimsel Karl Marx (18181883) keşiflerin ve icatların ihtiyaçlar ve zorunluluklar başgösterdiğinde çok olağan ve hatta otomatik olarak gerçekleşmesi gerekirdi. Oysa gerçek durumun böyle olmadığını biliyoruz. Bilimsel düşüncenin kendine özgü bir metodu, çok yönlü bir dinamiği ve büyük bir engellerle mücadele tarihi vardır. Her sosyal ve maddi gelişimin kıvılcımı önce zihinde doğar. Düşüncenin teknolojiyi izlemesinden çok, teknoloji düşünceyi izler. Sanayi devrimini ve kapitalizmini buharlı değirmen değil, ondan yarım asır kadar önce 1733’te icat edilen uçan mekik başlattı. Uçan mekik de elbette önce daha kısa zamanda daha fazla ürün elde etmek isteyen bir insanın zihninde doğmuştu. Teknolojinin toplumsal gelişmedeki rolünün gerçekte olandan daha fazla olduğunun düşünülmesinin sonucu ne olabilir? Öncelikle teknoloji üretiminin ve teknolojik yenilenmenin, bilimden, bilimsel düşünceden, demokrasiden ve temel insan haklarının geliştirilmesinden daha fazla önemsenmesi sonucunu doğurur. Bunun sonucu olarak da belli bir sürenin sonunda önce teknolojik dinamik toplumun en önemli dinamiği haline gelir, fakat sonra da teknolojinin üretiminde, yenilenmesinde ve kullanımında uygunsuzluklar başgösterir. Bu nedenle toplumsal bakımdan gerekli olan şey, teknolojiyle birlikte fakat asıl olarak bilimsel düşüncenin ve demokrasinin geliştirilmesidir.