23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Neniçin? nın uzunluğu gibi değerler değişirken, dalganın yüksekliği hep aynı kalmış. İki yüz simülasyondan birinde bile adaların koruyucu etki yaptığını göremedik diyor Stefanakis ve ekibi. Adaların dalga üzerinde daha çok güçlendirici etkileri var. Adalar, ışığa doğru odaklanan mercekler gibi benzer etki yapıyor. Dalgaların adalara bağlı yıkıcı etkisi ortalama olarak yüzde otuz iken, maksimum değer yüzde 70’e kadar çıkıyor. yeni yetenekler edinebiliyordu fakat bunları ertesi gün hatırlamıyorlardı. Daha yeni araştırmalarla ARC’nin uzun vadeli belleğin oluşumunda nöronlar için ana regülatör görevini gördüğü de öğrenilmişti. Anlaşıldığı üzere belleğin oluşumu sırasında belli başlı genler belli başlı anlarda etkinleşerek veya etkisizleşerek yeni anıların depolanması için nöronlara yeni protein üretmeleri için yardımcı oluyorlar. Bilim insanları ARC’nin bu süreci sinir hücreleri yığınından çalıştırdığını bulmuşlar, bu yüzden de bu proteine sahip olmayan insanların bellek sorunu yaşayabileceklerine inanıyor. Mesela Alzheimer hastalarında ARC, beynin bellek merkezi olan hipokampüste yetersiz miktarda bulunmakta. ARC proteininin üretiminde ve aktarımındaki eksikliğin otizm için de önemli olabilir. Örneğin otizmin ve zekâ geriliğinin en sık görülen nedenlerinden biri olan frajil Xsendromunda da nöronlardaki ARC üretimi yetersiz. Bilimi insanları bu proteinin ayrıntılı bir şekilde araştırılması sayesinde bu tür hastalıklar hakkında yeni bilgiler edinip, yeni tedavi olanakları sunabilmeyi umuyor. Saç Konusunda Bilmediklerimiz • Saç ve kürk temelde aynı şeydir; ikisi de keratin adı verilen aynı protein yapıtaşlarından oluşur. •Tüm memeliler yaşamlarının bir noktasında ister yeni doğmuş balinanın üzerindeki ince tüyler, ister kirpinin dikenli koruyucu örtüsü ya da insana özgü uzun lüleler biçiminde olsun saçlıdırlar. •Böcekler de saçlı olabilir. Tatlı sularda yaşayan erkek Micronecta böceğinin karnındaki tüyler böceğin kendisine çiftleşecek eş ararken sesini daha fazla duyurmasına yardımcı olur. Kimi bilim insanlarına göre, penisini karnına sürttüğünde tüyleri havayla sesi yakalayıp çok yüksek bir ses çıkartan bu böcek boyutuna oranla dünyanın en gürültücü hayvanı unvanına sahip. •Avcı örümcek ve çekirgelerin bacaklarındaki tüyler kulak işlevi görür. Bu tüyler havadaki devinimi algılayıpsöz gelimi, arıların vızıldaması gibi düşük frekanslı sesleri ve araba kornası gibi orta frekanslı sesleri “duyabiliyor”. •İnsan saçı “tat alabilir”. Akciğerlerimizde ve geniz yolumuzda siliya adı verilen ve pislikleri silip süpüren olağanüstü incelikte tüyler vardır. Iowa Üniversitesi lisansüstü öğrencilerinden biri akciğerlerdeki siliyanın nikotin gibi acı tatlara tepki gösterdiğini ortaya koydu. Bu tür tatları algılayan tüylerin pislikleri temizleme sürecinde bir hızlanma meydana geldiği belirtiliyor. •Patoloji uzmanları genizdeki tüylerin “kendilerini barındıran kişi” öldükten sonra bile 21 saat boyunca atımlarını sürdürdüğünü fark ettiler. •Bedenin dış kesimine gelince ortalama bir insanın kafasında 100 bini aşkın saç ve kimi başka yerlerinde de yaklaşık 4.9 milyon kadar kıl ve tüy bulunuyor. •Bilim insanlarına göre ilk insanlar bedenlerinin tümünü örten tüylerden, bir olasılıkla, bit, pire, sakırga gibi hastalık taşıyıcı asalaklarla kuşatılmış oldukları için kurtuldular. •Penn Eyalet Üniversitesi insanbilim uzmanlarına göre, insan bedenindeki tüyler dökülünce mor ötesi ışınlardan zarar gören çıplak tenimiz buna tepki olarak güneş ışınımını soğuran melanin adlı bir pigment üretmeye başladı. •Neandertallerin bir bölümü kızıl saçlıydılar. Harvard Üniversitesi ve Almanya’daki Max Planck Derneği tarafından 2007 yılında ortaklaşa gerçekleştirilen bir araştırma kapsamında incelenen 43.000 ve 50.000 yıllık Neandertal kalıntılarında kızıl saç kodlayıcı bir saç rengi geninin değişkesine rastlandı. •Kızıl saçlılar bir olasılıkla sarışınlar ve esmerlerle birleştiler. Araştırmacılar Neandertallerin saç genlerinin, tıpkı çağdaş insanlar gibi, çeşitlilik gösterdiğine dikkat çekiyorlar. • Sarışınların daha eğlenceli oldukları doğru mu? 2006 yılında, eski Harvard’lı ruhbilim uzmanı Jerome Kagan henüz yürümeye başlamış 101 çocuk üzerinde yaptığı araştırma sonucunda sarışınların çok daha içe kapanık ve utangaç bir tavır sergilediklerine tanık oldu. • Saçlarınız sizin ne zaman uykulu, ne zaman uyanık olduğunuzu bilir. Bireyin günlük ritmi “saat genleri” tarafından denetlenir. Japonya’daki Yamaguchi Üniversitesi araştırmacılarına göre, bu genlerin etkinliğiyle ilgili kanıtlara ulaşmanın en kolay adresi saç kökleridir. • Saç teli kopartıldığında saç kökleri, ya da küçük hücre kümeleri kafatasından dışarıya çıkar. Günün farklı saatlerinde kopartılan saç köklerinin karşılaştırılması genlerin en etkin oldukları ve kopartılan saç tellerinin en uyanık oldukları saatler konusunda bilgilenmemize yardımcı olur. •Saçınız nerelere takıldığınızı da bilir? 2010 yılında, Utah Üniversitesi kimya uzmanları deney kapsamındaki 33 kentten toplayıp inceledikleri musluk suyu ve yerel olarak şişelenmiş içecek örneklerinde bunları içen kişilerin saçlarında bulunan eşsiz bir kimyasala tanık oldular. • Denver’de silahlı bir soygun gerçekleştirip, o sırada Kaliforniya’da olduğunu öne süren bir kişiyi saçları ele verebilir. • Pis sözcüğü sanıldığı denli kötü olmayabilir. Missouri Bilim ve Teknoloji Üniversitesi çevre mühendislerine göre, yağlı saç, hava kirleticilerinden biri olan ozonu temiz saçtan yedi kat daha çok çekiyor. •Yağlı saç hava kirleticileriyle etkileşime girip formaldehit gibi solunum yolu rahatsızlıklarına neden olan bir maddenin üretilmesine de yol açıyor. Bu “kişisel bulutların” insan sağlığı üzerindeki gerçek etkileri henüz bilinmiyor. • Saç yeme alışkanlığı ender görülen, ancak kişinin yaşamını tehlikeye düşürecek denli güçlü bir dürtüdür. 2012 yılında Hindistan’da doktorlar 19 yaşında bir kızın midesinden yaklaşık 2 kilo ağırlığında bir saç yumağı çıkardılar. •Eninde sonunda seçimimizi kellikten, ya da tıpta bilinen adıyla alopesiden yana yapabiliriz. Saçımız bizleri sıcak tutar ancak iklimin denetlendiği uzay istasyonlarında böyle bir kaygı duymamız söz konusu olamaz. Rita UrganDiscover Oppurtunity aracı yeniden, Mars’ta sadece pH nötr sıvı suyla temas sonucunda oluşabilecek kil mineralleri buldu. NASA araştırmacılarına göre bu su içilebilir nitelikteydi. Oppurtunity Aralık 2012’de de Edeavour kraterinde içilebilir Mars’ta içilebilir suyla ilgili yeni kanıtlar suyla ilgili kanıtlar saptamıştı. Çevredeki diğer taşlardan açık rengiyle ayrılan “Esperance” taşındaki mineraller bir zamanlar bu bölgede pHnötr suyun aktığını gösteriyor. Bu su büyük bir olasılıkla kimyasal bileşimi açısından (pH değeri, asit oranı) prebiyotik kimya yani yaşamın oluşumunu sağlayan kimya için uygun bir koşuldu diyor, Cornell Üniversitesi’nden Steve Squyres. Bilim insanlarının tahminlerine göre pH nötr su, Mars tarihinin ilk bir milyar yılında bölgede akıyordu. Ancak dünyaya örnek getirmeden ve bunları incelemeden daha kesin bir zaman belirlemek mümkün değil diyor araştırmacılar. 2004 yılından bu yana Mars’taki araştırmalarını sürdüren aracın bundan sonraki hedefi “Solander Point” olarak isimlendirilen 55m yüksekliğindeki kuzey yamacı. Yaşamın doğuşu için gerekli fosforun kaynağı uzaydan Kaliforniya Üniversitesi bilimcileri, öğrenilenlerin uzun vadeli belleğe aktarılmasında büyük bir önem taşıyan beyin proteininin rolü hakkında yeni bilgiler edindi. ARC proteiniyle ilgili yapılacak yeni araştırmalar, nörolojik hastalıklar için yeni tedavilerin yolunu açabilir diyor Steve Finkbeiner Neuroscience dergisinde. Ayrıca aynı proteinin otizm için de önemli olabileceği sanılıyor. Son araştırmalar ARC proteininin Alzheimer hastalarının beyinlerinde bulunmadığını göstermişti. Konuyla ilgili araştırmalar yapan bilim insanları ARC proteininin uzun vadeli bellek için önemli bir rol oynadığını biliyordu. Çünkü deneyler sırasında fareler gerçi ARC protein eksikliği ve bellek kaybı Fosfor, hücresel enerji tedariki veya kalıtımda programlanmış birçok önemli işlev için yaşamsal önem taşıyan bir element. Öte yandan bazıları reaksiyon tembeli olan ve biyokimyasal süreçlerde çok zor katkıda bulanan farklı kimyasal koşullarda bulunma özelliğine de sahiptir. Amerikalılar kısa bir süre önce çok eski kayaç tabakalarında buldukları meteorit izlerinde, son derece elverişli bir fosfor türü tespit etti. Dünyamız erken dönemlerinde sadece su değil diğer maddeleri de beraberinde getiren meteoritlerin bombardımanı altındaydı. Bu bombardımandan önce dünyada bulunan fosforun çözülmesi çok zordu ve yaşamın oluşumunu tetiklemek için de uygun değildi. Oysa meteorit fosforu yaşamın doğuşu için önemli bir yapıtaşı görevini görmüş olabilir Milyonlarca yıl önceki genç dünyadaki fosfor kimyasının günümüzden çok farklı olduğunu söylüyor Güney Florida Üniversitesi’nden Matthew Pasek. Meteoritler büyük miktarlarda reaktif fosforu, <(Fe, Ni, Cr)3p > minerali biçiminde taşımışlar dünyamıza. Suyun içinde bu mineralden fosfor içerikli fosfat tuzu çözülmekte. Bu tuz ise yaşamın ilk biçimlerinin oluştuğu karmaşık moleküllerin üretimi için uygundur. Günümüzdeki yaşam biçimlerinin bu tür fosfora ihtiyacı yok, çünkü hücreler uzun bir süre önce daha az reaktif fosfor bileşimlerini değerlendirmeyi öğrendi. Meteoritlerden gelen fosfor, yaşamın oluşumunda gerekli olan fosfor bileşimlerini ve enerjiyi üreten yakıt görevini görmüş olabilir diyor Pasek. “Gerçi yıldırımlar ve özel jeotermik koşullar da bu tür fosfor bileşimlerini üretebiliyor, ama bunlar miktar olarak yeterli olamaz.” Nilgün Özbaşaran Dede CBT 13707 / 21 Haziran 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle