Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Ali Akurgal ali@akurgal.com Akademik çevrelerde oluşturulan temel yetkinliklere dayalı yeni teknolojileri geliştirmek uzun bir süreç. Başarı için akademik temel kadar sanayideki pazarlama, ürün yönetimi ve ürün geliştirme alanlarında da uzmanlık gerek. CBT 1366/ 8 24 Mayıs 2013 Sıkça kullandığım bir tespit vardır: “Eğer, teknolojinizi fuarlardan ediniyor, ürünlerinizi de rakiplerinizin ürünlerine bakarak tasarlıyorsanız, en iyi olasılık, pazardaki liderin peşinde koşan grubun arka sıralarında yer alırsınız. Yok eğer teknolojinizi kendiniz yaratıyor ve ürünlerinizi müşterilerin istekleri doğrultusunda şekillendiriyorsanız, o grubun ön sıralarına doğru ilerlersiniz. Ama, müşterinin isteklerine kulaklarınızı tıkayıp, onların 34 sene sonra neye ihtiyacı olacağını kestirip, o ihtiyaca en uygun teknolojiyi yaratıp, hayalinizdeki ürünü tasarlarsanız, iki olasılık vardır: Ya lider olursunuz, ya batarsınız. Liderlikle batmak arasındaki ince çizgi, sizin, hedef kitlenizin ihtiyaçlarını ne kadar iyi kestirdiğinize ve hayallerinizin ayaklarının ne kadar yere bastığına bağlıdır”. Teknoloji yaratma oyununda oyuncuları ve rolleri iyi tanımlamak ve rolleri, o rol için en yetenekli oyunculara vermek gerek. Aksi durum, günümüzdeki bocalama, çok çalışıp az elde etme durumuna götürür teknoloji oyununu. Sanayici, böyle riskleri alacağına, teknolojiyi transfer etmeyi daha sağlam iş yapış şekli olarak görür. Günümüzde durum budur. Rolleri tek tek ele alalım: Pazarlama, ülkemizde genellikle satış için ön bağlantı yapma eylemi olarak alınıyor. Pazarlamadan kastım bu değil. Hele Sayın Karaosmanoğlu’nun anlattığı gibi hiç değil: Bakanlığı döneminde, KİT’lere yazı yazdırmış ve pazarlama sorunu olanlara yardım edeceğini duyurmuş. Gelen yanıtlardan biri, “bizim pazarlama sorunumuz yoktur, ‘Pazar günü çalışılacak’ dediğimizde tüm memurlar ve işçiler işe gelir” anlamına!. Kanımca bir şirketin pazarlama grubu, hedef pazarın yaşam tarzına hâkim, bu yaşam tarzının gelecek 5, 10, 20 yılda nasıl değişeceğine ilişkin güvenilir kestirimleri olan ve o yaşam tarzının gerektireceği ürünleri hayal edebilen insanlardan oluşur. Günümüz Türk pazarlama gruplarının yaygın şekilde yaptığı gibi rakiplerin ürünlerine bakarak ürün tasarlamak, önde giden rakiplerinizin kaldırdığı tozun içerisinde ilk furyaya parası yetmemiş olduğundan ürün edinememiş tüketicilere, sizin gibi işe tepkisel olarak girmiş firmaların kıran kırana rekabetle düşürdüğü fiyatlardan mal satmak demek. Oradan para kazanacaksanız, meydan sizin! Çoğu patron şirketinde, sözünü ettiğim pazarlama çalışmasını bizzat patron yapar. Ürün yönetimini de öyle. Bizde, ürünlerin can çekişe çekişe kendiliğinden ölmesini beklemek alışkanlığı yaygındır. Halbuki, bazen, yeni ürününüzün satması için eskisinin üretiminin durdurulması gerekir. Ürün yönetimi, bir ürünü oldurmak kadar, öldürmeyi de gerektirebiliyor. Etkin bir ürün yönetimi, bir yandan da arge’nin “işvereni” (bütçesine kaynak sağlayan) durumunda. Geliştirilecek ürünün tanımını pazarlama yapmış, burada kullanılacak teknolojiyi ürün yöneticisi ve arge sorumlusu birlikte seçmiş olmalılar ki, arge ürüne gerekli teknoloji için akademisyenlere gitsin. Teknoloji üretmek, tüm bunlardan sonra geliyor. Günümüzde hâlâ, üniversiteler ile sanayi ve sanayinin bir diğerine ara malı sağlayabilecek sektörleri arasındaki ilişkisizliği, “arz ve talebin buluşmaması” olarak niteleyenler çoğunlukta. Siz, ürün ve ürün teknolojisi tanımını anlattığım şekilde yapın, bakın talep arzı nasıl mıknatıs gibi çekiyor? İzlenecek yollar, uygulanacak politikalar: 1) Kendinizi küçümsemeyin, isterseniz tüm dünyaya pabucunu ters giydirebilirsiniz. Yeter ki zaman ve insan kaynağı (bütçe) ayırabilesiniz. 2) Teknolojiyi sıfırdan ürün haline getirmek çoğu sektörde dört sene kadar sürer. Bunun ilk iki senesi pazar kestirimi, ürün tanımı ve akademik düzeydedir. Gerekli zamanı tanıyacak uzak görüş oluşturun. 3) Teknoloji nankördür. Kısa sürede eskir, pazara tam vaktinde sunmalısınız. Değerlendiremeyeceğiniz teknolojinizi hemen satın, o parayı yeni teknolojiye harcayın. Kendi Teknolojisini Kendi Yaratmak Teknoloji düzeyine göre Türkiye’nin 1 rekabet gücü (I) Düşük ücretdüşük teknoloji ve düşük verimlilik düzeyine dayalı bir rekabet gücü politikası, artan dış ticaret ve cari açıklarla sonuçlanmakta, üretimin ve ihracatın giderek daha fazla ithalata bağımlı olduğu görülmekte... B. Ali Eşiyok, Türkiye Kalkınma Bankası’nda Kıdemli Uzman İktisatçı H erhangi bir ekonomide rekabet gücünü belirleyen öğeler temel olarak üç parametreye indirgenebilir. Bu parametreler; reel ücretler, döviz kuru ve verimlilik düzeyidir. Ancak bu parametreler arasında rekabet gücü üzerinde en kalıcı etkisi olan parametre verimliliktir. Başka bir ifadeyle, reel ücretleri sürekli baskı altında tutmanın bir sınırı vardır. Türkiye deneyiminde görülebileceği gibi 19801988 arasında dramatik düzeyde aşınan ücretler, 1989 yılında gündeme gelen bahar eylemliliği ile birlikte tersine çevrilmiş, çalışanlar geçmiş yıl kayıplarını büyük ölçüde telafi etmiştir. Ücret hareketlerindeki konjonktürel hareketler sonraki yıllarda da devam etmiştir. Diğer taraftan sermaye hareketlerinin tam liberalize edildiği bir dünyada, ulusal paranın değeri büyük ölçüde sermaye giriş ve çıkışlarına bağlı olmakta ve ulusal paralar (kriz yılları hariç) değerlenerek rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir. Bu bağlamda daha az girdiyle daha fazla çıktı üretilebilmesi anlamına gelen verimlilik düzeyi, rekabet gücünün en kalıcı ve en temel bileşenidir.2 Bir ekonomide verimlilik düzeyi ise teknolojinin gelişme seviyesine bağlıdır. Düşük teknolojilere dayalı bir üretim yapısının düşük verimlilik ve düşük rekabet gücü anlamına geleceği açıktır. Çevre ekonomilerin düşük ücretlere dayalı rekabet gücü arayışlarının arkasında, üretim yapılarının düşük teknolojilere dayalı olması yatmaktadır. Bu bağlamda gelişmiş ülkeler yüksek teknolojinin öncelediği verimlilik artışları sayesinde rekabet güçlerini artırıp uluslararası pazarlara hâkim olurken, çevre ülkeler ise ancak düşük teknoloji içerikli emek yoğun sektörler temelinde rekabet gücüne sahip olabilmekte bu da fakirleşerek büyüme3 sürecine neden olmaktadır. Teknoloji4 düzeyine göre Türkiye imalat sanayinin rekabet gücünü gösteren tablo bulguları incelendiğinde, Türkiye imalat sanayinin sadece düşük teknoloji içerikli sektör kategorisinde rekabet gücünün yüksek olduğu, buna karşın yüksek teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücünün düşük kaldığı görülüyor. Türkiye’nin rekabet gücünün yüksek olduğu sektörlerin başında REKABET GÜCÜMÜZ DÜŞÜK TEKNOLOJİLERDE gıda, tütün, tekstil, giyim eşyası, mobilya gibi geleneksel sektörler yer alıyor. Düşük teknoloji içerikli sektörler dışında, imalat sanayinin rekabet gücünün yüksek olduğu diğer bir kategori olarak da düşükorta teknoloji sektör kategorisinde yer alan sektörlerde gözleniyor. Düşükorta teknoloji kategorisinde yer alan sektörler arasında deniz taşıtlarının yapımı ve onarımı, makine ve teçhizat hariç; metal eşya sanayi, metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı ile birlikte plastik ve kauçuk ürünlerin imalatı sektörlerinde rekabet gücünün yüksek olduğu görülüyor. Türkiye imalat sanayinin yüksek teknoloji içerikli sektörler kategorisinde yer alan hiçbir sektörde rekabet gücünün yüksek olmadığı, bu kategorideki tüm sektörlerin rekabet gücünün düşük kaldığı izleniyor. Kuşkusuz bu sonuç Türkiye’nin yüksek teknoloji içerikli sektörlerde dışa bağımlı olduğunu, Türkiye’nin yüksek teknoloji içerikli sektörlere dayalı bir üretim yapılanmasına geçmeden orta ve uzun vadede uluslararası ticarette rekabet gücünü sürdürmesinin neredeyse imkânsız olduğunu gösteriyor. Bilindiği üzere, Türkiye’de 1980’li yıllarda uygulanmaya başlanan “ihracata dayalı büyüme modeli” çerçevesinde düşük ücretlere ve geleneksel sektörlere dayalı bir rekabet gücü politikası uygulanmaya konmuş, izleyen yıllarda uygulanan politikalar düşük ücretdüşük teknolojidüşük verimlilik döngüsüne dayalı rekabet gücü politikasını kalıcılaştırmıştır. Türkiye ve birçok gelişmekte olan ülke deneyimi açıkça ortaya koymaktadır ki, sadece düşük ücretlere ve reel kur hareketlerine dayalı bir rekabet gücü (ihracat başarımı) kalıcı olmamaktadır. İmalat sanayinde rekabet gücünün orta ve uzun vadede sürdürülebilir olmasının “olmazsa olmaz” koşulunun sanayide sağlanacak tempolu verimlilik artışları ile ilgili olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Yüksek verimliliğin ise teknoloji içeriği yüksek sektörlere dayalı tempolu bir yatırım (üretim) politikasına ve yüksek reel ücretlere ve iyi eğitilmiş bir işgücünün varlığına bağlı olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Türkiye’nin son 30 yıllık deneyiminden de izleneceği üzere, düşük ücretdüşük teknoloji ve düşük verimlilik düzeyine dayalı bir rekabet gücü politikası artan dış ticaret ve cari açıklarla sonuçlanmakta, üretimin ve ihracatın giderek daha fazla ithalata bağımlı olduğu görülmekte