24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Ötekileştirme mi, soykırım ve talan mı? Mümtaz Başkaya baskaya@superposta.com CBT’nin 1361. Sayılı ve 19 Nisan 2013 tarihli dergisinde, Sayın Celal Şengör’ün yine tartışmaya açık bir yazısı vardı: “Büyük Coğrafi Keşifler ve ‘Ötekileştirme’ ”. Sayın Şengör, Devrim Kılıçer’in “Bakire Yeni Dünya ve Kapsamlamanın Mantığı” adlı makalesini okumuş ve onun yazısında söz ettiği ötekileştirme iddiasının doğru olamadığı kanaatine varmış ve köşesindeki yazısını bu konuya ayırmış. Kılıçer, makalesinin özetinde şöyle diyormuş: Amerika kıtası, varlığı Avrupalılar tarafından öğrenilmeden önce de üzerinde insan toplulukları yaşayan bir alan olduğu için, kullanılan “keşif” sözcüğü kıtanın yerlilerini ötekileştirerek Avrupa merkezci bir bakış açısı sunmaktadır”. Şengör, Kılıçer’in bu saptamasına baştan karşı çıkıyor “Bu, son yirmi küsur yıldır, özellikle ABD’de ve Fransa’da ‘akademik sol’ tabir edilen bir grup bilim insanının iddiasıdır ve kanaatimce temelden yanlıştır”. Bu düşünce bir grup “akademik sol” diye tabir edilen bilim insanlarının iddiası değil ve aksine, hayli kabul görmüş bir gerçektir. Bu bilinmeyen kıtada o topraklara ait yerliler vardı ve ilkel de olsa bir yaşam sürüyorlardı. Kristof Kolomb’un 1498’deki buralara ilk seferinin başlıca amacı, oraları istila etmek ve yağmalamaktı. Sonuçta da bu gerçekleşti. Bu yok edilişi bir ‘keşif’ olarak sunmak gerçekten Avrupamerkezci anlayışın ürünüdür. Yani, yapılanları hafifletme ve masum gösterme amacı güdüyor. Bu nasıl keşiftir ki, orada yaşayan yerli halklar vahşice öldürülüyor ve yerlerinden yurtlarından ediliyor? Bu keşiflerle, oraya sözde uygarlık götürülmüş ve buraları dünyaya tanıtılmış. Ancak asıl sözü edilmesi gereken, o topraklardaki yerlilerin yok edilmesi, soykırıma uğratılması olmalıdır. Bu keşif yutturmacasının amacı, emperyalist amaçları gölgelemek içindir. Uygarlıkta geri olan yerli halkın sırf ilkel bir yaşam sürmeleri ve dünyadan tecrit edilmiş bir durumda olmaları, başka uygarlıkların gelip onları yok etmesini haklı kılmaz. Sayın Şengör’ün yazısındaki doğru olanı, bu denizaşırı seferlerle, tüm dünyanın buralardan haberi olduğudur. Ancak bu, yeni bulunan kıtanın üzerinde yaşayan yerli halkın yok olmasını getirmiştir. Her ne kadar bu yeni yerlerin haritaları yapılsa da doğal ürünleri listelenerek kitaplar yazılsa da, asıl amaçları oraları emperyalist emellerine alet etmekti ve gerçekten öyle de oldu. Buradaki yerlilerin tüm dünyada tanınması, zenginliklerinin bilinmesi batılılarca talan edilmesine neden oldu. Daha sonraki yüzyılda da neredeyse tümden yok olmaları kaçınılmaz oldu. Özellikle batıdan altına hücum furyası ve göç edenler kolonileşmeye başladı. Bu saldırıların sonucunda da en çok Kızılderililer etkilendi. Bu durumda bu yeni kıta keşfedilmiş midir yoksa bulunmuş mudur sorusuna yanıt aramaya gelince, bir ikilemin doğmasını doğal karşılamak gerekecektir. Yeni bilinmedik topraklar bulup sömürmek isteyenler, bu olayı “keşfedilme” olarak algılatmak isteyecekler. Güya onlara göre, bu yeni bulunan topraklara uygarlık götürülmüş olacak. O vahşi insanlar, bu sayede yeni dünyayı tanıyacak ve modern yaşamı benimseyecek. Demek ki emperyalizmin değişmez yalanı bu. Çünkü günümüzde ABD de Irak’a uygarlık (!) götürecekti. Ancak burada da binlerce kişinin ölümüne yol açan katliamlar yaşandı. Aynı uygulamayı bu kez Suriye’de yaşamaktayız. lardır. Şimdi her uzmanlık derneği, özgün standartları ve yetkinlikleri belirlemelidir. Bu sırada tıp eğitimi bilimindeki ilerlemeler eşliğinde gelişen ölçmedeğerlendirme yöntemleri kullanılmalı, artan tıbbi bilgi birikimi, yeni teknolojinin eğitimde kullanımı ve daha sağlıklı bir toplum sağlayacak sağlık politikaları göz önünde bulundurulmalı. Güncel sağlık politikalarının eğitim üzerine yansımaları belli zaman aralıkları ile değerlendirilmeli, kayıt altına alınmalı ve eşgüdüm sağlanmalı. KAYNAKLAR: http://www.acgme.org/acgmeweb/About/ACGMEHistory.aspx İskender Sayek, Hilal Batı. Tıpta uzmanlık eğitimi ulusal standartları. Türk Tabipleri Birliği Yayınları. 2011. http://www.amaassn.org/ama/pub/aboutama/ourpeople/amacouncils/councilmedicaleducation/historicaltimeline.page http://www.acgme.org/acgmeweb/Portals/0/PFAssets/ProgramRequirements/540hospiceandpalliativemedicinecompanion092009.pdf Swing SR, Clyman SG, Holmboe ES, Williams RG. Advancing resident assessment in graduate medical education. J Grad Med Educ 2009;1:27886 Nasca TJ, Philibert I, Brigham T, Flynn TC. The next GME accreditation systemrationale and benefits. N Engl J Med. 2012 Mar 15;366(11):10516 http://www.royalcollege.ca/portal/page/portal/rc/resources/aboutcanmeds Diwakar V. Learning in practice competency based medical training: review Commentary: The baby is thrown out with the bathwater. BMJ. 2002 Sep 28;325(7366):6936. Dr. Figen Özgür. TTBUDEK/ UYEK 20102012 döneminde kurum ziyaretleri nasıl devam etti? TTBUDEK Bülteni. No:7, sayfa: 29. 2012. Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com Hukuk Barışı Hukukla istediğimiz barışa hukuk barışı da diyebilirsiniz. Özellikle birkaç bin yıldan beri süzülerek gelen bu hukuk, evrensel ilkelerinde tüm insanlığı saran, kucaklayan bir yaygınlık da göstermektedir. Bu kültür, insanlığın ortak mirasıdır. Ancak bunun öğretilmesi, yaşanması, korunması ve geliştirilmesi gerekiyor. Biz ülkemizde birkaç onyıldan beri bu söylediklerimin tersini yapıyoruz. On binlerce yılda oluşan toprağın erozyonla bizi terk etmesi gibi bir şeydir bu. Barış toprağımız ayaklarımızın altından kayıp gidiyor. Çevrenize dikkatlice baktığınızda bunun size acı verecek pek çok örneğini bir çırpıda görüverirsiniz. Eşitlik adaletin kilit taşıdır. Adaleti çoğun böyle tanırız. “Tüm insanlar özgür, onurda ve haklarda eşit doğarlar”(*) dediğimizde bu, her şeydir: Adalet, barış, hukuk… Hukuk barışı, bu temel ilkeyle yapılmış yasaların herkes için ayrıcalıksız geçerli olacağı güvencesinden başka bir şey değildir. Tüm yurttaşların yasalar karşısında koşulsuz eşitliğiyle adalete doğru ilk adımımızı atıyoruz. Ancak bu eşitlik, “Zengin, yoksul, herkese köprü altında gecelemeyi yasaklayan yasa”daki gibi (A. France), keyfilik ve zulme yataklık ederse, onun adaleti, barışı getirmekten çok uzağa düşer. Adaleti, bir kategorinin tüm üyelerine eşit davranmaktır, diye tanımladığımızda (Ch. Perelman), yanlış bir şey söylemiş olmayız ama, bununla sorunu bütünüyle çözemediğimizi de görürüz. Karşısında eşit olunacak yasaların bulunamayabileceği kaygısı bizi titretir. Cehennemin bile yasaları vardır (J. W. Goethe), demekten kendimizi alamayız, ama bu yasaların yaşamımızı cehenneme çevirebileceğini de bilmezlikten gelemeyiz. Ne pahasına olursa olsun, eşitlik ve yasa düşüncesinden vazgeçmemiz olanaksızdır. Bunları küçümseyemeyiz de. Yasayla, karşısındaki eşitliğimiz ve bizim bunlara bağlılığımız barışın ilk nevruz günüdür. Ardından bereketli bir hasat mevsimi gelecekse, bu biçimsel adaletin içini bilgece bir istençle ve bilimsel bilgiyle, maddi adaletle, zorunlu kategorilerle doldurmalıyız. Yani bir kategorinin tüm üyelerine eşit davranırken, bu kategorilerin yerindelikle oluşumunda insanlığın tüm bilgisini ve becerisini kullanabilmeliyiz. Bunların keyfilikle, bilgisizce kurulması, eşitsizlik, yasasızlık kadar yıkıcı ve acı vericidir. Bir kategoriyi oluştururken, onu zorunlu kılacak tüm gerekleri, tüm gerçekleri bilimsel yöntemlerle sınanabilir kılmalı, bunları ortak değerlerin süzgecinden geçirerek hukuk toplumunun onayına sunmalıdır. Gündelik, amiyane bilgiyle, önyargılarla, bilgisizlikle ve hatta art niyetlerle kategoriler oluşturulduğunda; bunların üyelerine eşit davranmakla hiç birimiz, hiçbir kurum adil olamayacaktır. Bu durumda barış dediğimiz şey mezarlıkların sessizliğidir. Adorno’nun dediği gibi, en küçük azınlık insan bireyidir. Tüm kategorilerin oluşumunda onun korunması gereğini en temel veri olarak almalıyız. İnsan bireyini bir biçimde yıkıma götürebilecek her düzenlemeyi reddetmekle yükümlüyüz. Evet, hepimizin birimiz için olduğunu söylemeliyiz. Ama hiç kimseye hepimiz için olduğunu asla dayatamayız. Hukuk işte, buradan başlar. Türlü dinsel, soy sopçu ya da bir başka temelde işleyen her cemaat gerçekliği bireye karşı böylesine ciddi bir tehdidi içerisinde daima barındırıyor. Atatürk, Cumhuriyet’in “kimsesizlerin kimsesi” olduğunu söylerken elbette bunu da düşünüyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulurken dayandığı hümanizma bize bu yönü tüm doğruluğuyla göstermiştir. Bu yoldan sapmışlığımız, bir karanlıkta kaybolmuşluğumuz ilkelerimizden sapmamızı, onları yitirmemizi, terk etmemizi haklı göstermez. Yapılacak şey, bu cemaatlerin savaş ya da sözde barış naralarına kulak asmadan, kul, köle kılmak istedikleri bireye kucak açmaktır. Bunun siyasal ve hukuksal araç gereçleri yanılamayacağımız kadar gün ışığındadır. Bu ışıkta “Hukuk Devleti” ilk göreceğiniz şeydir. (*) 1948 Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi md. 1 Çıktı: Ümit Sarıaslan, Öğretmenler odasından, Eğitimİş yayınları, 2013 Ankara. (Bilgece bir belge kitap…) Eğitim kurumlarında hizmet puanları ile akademik faaliyet puanları arasındaki dengesizlik, hizmet ağırlıklı çalışma yapılmasına neden oluyor. Tamgün kadrosundaki öğretim elemanları her türlü yoğunluğa, olumsuzluğa ve dengesizliğe karşın hizmet ve eğitim görevlerini layığı ile yerine getirmeye çalışmaktalar. Bu sıkıntılı durum karşısında yetkili makamlar, eğitim kurumlarına destek olması açısından yeni akademisyen kadroları açtı. Fakat niteliksel kayıpların niceliksel takviyeler ile onarılması beklenmemeli. İlk bakışta 18.02.2011 tarihli Döner Sermaye Ek Ödeme Yönetmeliği’ne göre yüksek öğretim kurumlarında yapılan eğitimöğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerine dair sınırlı bir ödüllendirme olduğu görülüyor. Fakat bu yönetmelik, eğitimaraştırma puanları ile hizmet puanlarını yan yana getirmesi ve özellikle araştırma faaliyetlerine biçilen değerin nasıl bir karşılığa denk geldiğini göstermesi açısından bir kanıt niteliğindedir. Bu durumda karar alıcı makamların gerekli düzenlemeleri yapması, eğitmenlerin özlük haklarını koruması ve eğitim araştırma faaliyetlerini önemseyen bir yaklaşım sergilemesi önem arz etmektedir. Önümüzdeki yıllarda eğitim alacak uzmanlık öğrencilerinin yetkinliklerini garanti altına almak için eğitmenlerin çalışma koşullarını iyileştiren ve itibarını önceleyen bir anlayış olmalı. Yukarıda bahsedilen yetkinlik tanımları, iyi hekimlik uygulaması temelinde yapılmış açıklama CBT 1366/ 19 24 Mayıs 2013
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle