17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] NeNasıl? Kış uykusu konusunda bilmediklerimiz sincaplar, dağ sıçanları ve daha başka hayvanlar kış uykusundan uyanacaklar. Uzunca bir süre hiçbir şey yapmadan uyumak kulağa oldukça hoş gelebilir, ama kış uykusu yatıp dinlenmekten tümden farklı bir süreçtir. çirmek gibi bir durumdur. Kış uykusuna yatan hayvanların beyinlerinde gri maddeye oksijen akışı normal düzeyin %2’si denli bir düşüş gösterebilir. Metabolik etkinlik ve kalp atışında da bir düşüş meydana gelir. Tarla sincabının uyanıkken dakikada 300 kez atan kalbi kış uykusuna yattığında aynı zaman dilimi içinde ancak üç dört kez atar. Kış uykusu salt kış mevsiminde tanık olunan bir olgu değildir: Madagaskar’ın tropikal iklim koşullarında yaşayan şişman kuyruklu cüce lemur yiyeceğin ve suyun kıt olduğu kurak mevsimlerde ağaç kovuklarına çekilerek yaklaşık yedi aylık bir uykuya dalar. Sıcak mevsimlere özgü uyuşukluk ya da yaz uykusuna kertenkeleler, salyangozlar ve kaplumbağalar da yatarlar. Balıklar bile kış uykusuna yatabilirler. Halk arasında Antarktika morinası olarak bilinen Notothenia coriiceps karanlık Antarktika kışlarında metabolik etkinliğini üçte iki oranında azaltarak zaman zaman denizin dibindeki bir çukurda günler boyunca süren bir uykuya dalar. Tıpta “torpor” adıyla bilinen, fiziksel etkinliğin bastırıldığı, uyuşukluk ya da cansızlık durumu kimi fare, yarasa ve kuş türlerinin günlük yaşamlarında tanık olunan bir durumdur. Kızıl boyunlu sinekkuşu geceleri metabolizmasını on kat azaltabilir ve sabah olunca da tünediği yerden ansızın fırlayıp uçabilir. Kış uykusu temelde bu tür bir uyuşukluk döneminin uzatılmış biçimidir. Ne var ki, bu türde bir uyuşukluğun tek başına kış uykusu olarak nitelendirilmesi yanlış olur. Uyuşukluk dönemine giren hayvanların beden sıcaklıklarında şaşırtıcı düzeyde düşüşlere tanık olunabilir. Kuzey kutbunda yaşayan tarla sincabının beden sıcaklığı yaklaşık 3 dereceye düşer Gerçek anlamda kış uykusuna yatan memeliler birkaç gün ya da haftada bir kendilerini ısıtmanın bir yolunu bulmak zorundadırlar. Kuzey kutup bölgesine özgü tarla sincabı, insanlarda daha çok bebeklerde yaygın olarak bulunan bir tür yağ ve kastan oluşan, yağlı doku depolarını devreye sokmak suretiyle kendini ısıtır. Bu dokular içinde meydana gelen metabolik tepkimeler enerji salımına ve buna bağlı olarak da kalp, ak Bir ülkenin geleceğini görmek mi istiyorsunuz? Önce eğitimöğretim sistemine, özellikle de üniversitelerine bakın... • Önümüzdeki günlerde ayılar, Üniversitelerin Ülke Coğrafyasına Dağılımı... 28 Mart 2013 günü YÖK’ün sitesinden Türkiye’de üniversite sayısının kaça çıktığına baktım. Baktığım günü özellikle kaydediyorum. Çünkü bu sayı gün farkıyla mübalağa artmış olabilir. Toplam üniversite sayımız 169’a çıkmış. Bunlardan 103’ü devlet üniversitesi; kalan 66’sı da vakıf üniversitesiymiş... 50’li yıllara kadar olan dönemde iki üniversite kentimiz vardı: İstanbul ve Ankara... 50’li yıllarda bu iki kente İzmir ve Erzurum eklendi... O zamanlar üniversite büyük kentte kurulurdu. Erzurum istisnadır. Kuruluşu, Atatürk’ün 1 Kasım 1937’de TBMM’nin yasama yılını açış konuşmasında ‘Doğu Anadolu`da büyük bir üniversite kurmanın gereğini ifade etmesi’ne dayanır. Konunun yeniden gündeme gelmesi 50’li yıllardadır. 1954’te Amerikalılar da bu üniversitenin kuruluşu için devrededir. Diyeceğim, o zamanlar kural üniversiteyi büyük kentte kurmaktı. “İstisna kaideyi bozmaz...” Üniversite için büyük kentlerin seçimi doğaldı. Çünkü üniversite, gençlerin yalnızca bilgisini değil görgüsünü de artırmak içindir. Büyük kentte bilimle birlikte sanat da vardır. Küçük kentten büyük kente gelen gencin soluyacağı hava daha bir özgürdür. Küçük kent, istisnalar dışında, ne de olsa daha tutucudur. 1940’lı yılların ikinci yarısına gelinceye dek, Cumhuriyet’in eğitimöğretim ufkuna egemen olan çizgi Tevfik Fikret Mustafa Kemal Atatürk Hasan Âli Yücel çizgisidir: “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” yetiştirmek... Üniversiteyi büyük kentte kurmak da bu çizgiye uygundur. 60’lı yıllar ve sonrasında, üniversiteyi ülke coğrafyasına yaymak düşüncesi güç kazandı; ama bu açılım, daha çok, merkezî konumdaki kentlerde kurulan ‘bölge üniversiteleri’ denebilecek üniversiteler ile oldu. Bu üniversiteler, büyük kent üniversitelerinin ışığını bütün bir Türkiye coğrafyasına yaymanın, yerel yetenek birikimlerini üniversitenin bilimsel ve teknolojik katkılarıyla harekete geçirmenin bir aracı olarak görüldüğü ve bu niteliklerini korudukları sürece, bu satırların yazarı da bölgesel üniversite olgusuna hep olumlu gözle bakmaya çalıştı ve bunu da bu köşede dile getirdi. Gerçekten de bu yayılma sürecinde Eskişehir’deki Anadolu Üniversitesi gibi, üniversiteyle yöre halkının kültürel açıdan karşılıklı olarak birbirlerini dokuyup yükselttikleri mükemmel örnekler de ortaya çıktı. Diğer kentlerde de daha çok çevre kentlerden gelen gençlerin ve elbette akademisyenlerin katkılarıyla o kentlerdeki toplumsal yaşamda ileriye dönük değişiklikler olduğu ya da kent yaşamını zenginleştiren farklı renklerin ortaya çıktığı görüldü. Ama 2002 Kasım’ından bu yana, devlet üniversitelerinin Türkiye coğrafyasına yayılmasında ve bu yayılmayla birlikte kent üniversitelerinin sayısında tam bir patlama yaşandığına tanık oluyoruz. Nerdeyse her kentte en az bir üniversite kurulmuş durumda... 103 devlet üniversitesinden 18’i üç büyük kentte (İstanbul’da 9, Ankara’da 5, İzmir’de 4)... Bu sayıya Bursa’daki 2, Adana’daki 2, Kocaeli’ndeki 2, Gaziantep’teki 1, Konya’daki 2 (biri yeni kurulan Necmettin Erbakan Üniversitesi), Antalya’daki 1, Kayseri’deki 2 (biri yeni kurulan Abdullah Gül Üniversitesi), Diyarbakır’daki 1, Mersin’deki 1 ve Eskişehir’deki 2 üniversiteyi ekleyin; etti 34... Kalan 69 devlet üniversitesi diğer kentlere dağılmış durumda... Belki çok garibinize gidecek ama sayıları 66’yı bulan vakıf üniversitelerinin dağılımındaysa tam tersi bir coğrafî yoğunlaşma var: 66 vakıf üniversitesinden 52’si üç büyük kentte ve bunlardan da 36’sı İstanbul’da, 11’i Ankara’da, kalan 5’i İzmir’de! Devlet üniversiteleri hızla bütün bir Türkiye coğrafyasına yayılırken yine sayısal bir patlamanın yaşandığı vakıf üniversitelerinin büyük kentlerde yoğunlaşmasını, 14 gün sonra bu köşede birlikte anlamaya çalışırız. ciğer ve beyin gibi organlarda birkaç derecelik bir ısınmaya neden olur. Ardından sincap titreyerek beden sıcaklığının normal düzey olan 36,7 dereceye dönmesini sağlar. Ancak bu yalnızca yarım günlüğüne bir geri dönüştür. Dağ sıçanları kış uykusundan uyanır uyanmaz 1215 saatlik şekerlemelere dalarlar. Bu şekerleme dönemleri sıçanların kanlarını kaynatır. Bu dinlenme sürelerinde beyin etkinliği normal uyku sürecindeki etkinlik gibidir. Dağ sıçanları bu sürecin ardından beynin etkinliğinin hemen hemen tümden durduğu üç haftalık bir kış uykusuna yatarlar. Kış boyunca kovuğuna çekilen bir canlıdan ne beklenebilir? Amerika’ya özgü gebe bir kara ayı kış uykusundan uyanmasına gerek bile kalmadan doğum yapabilir. Bu ayılar yavrularının bakımı için de yerlerinden kalkmaya gerek duymazlar. Yavruları aylar boyunca bedenlerine depoladıkları yağlarla beslerler. Bu süreç doğum sonrası aşırı kilolardan kurtulmanın en etkili yolu olsa gerek. Ne var ki, anne ayı yavrularını korumaktan geri kalmaz. Ayıların boyunlarına radyo sinyalleri yayan vericiler yerleştiren mühendis Timothy Laske’ye göre, kış uykusundaki bir anne ayı, ininin yaklaşık 15 metre yakınına gelen birinin varlığını sezebiliyor. Kalp atışları ansızın hızlanan ayı uykusundan uyanıyor. Laske, “Kış uykusundaki bir ayının yanına gizlice yaklaşmak olanaksızdır,” diyor. Ormanda yürürken kış uykusunda bir ayıya rastlamak sanıldığından çok daha olası bir durum. Kimi ayılar kış mevsimini çalı çırpıları yığdıkları yaklaşık 1,5 metrelik açık bir alanda geçirirler. İlkyaz geldiğinde ya da kuraklık bittiğinde kış uykusuna yatan canlıların büyük bir bölümü, kaslarında ya da kemiklerinde belirgin bir körelme ya da yitim olmaksızın, yuvalarından ya da inlerinden çıkar. Bunu nasıl mı başarırlar? Colorado Üniversitesi biyotıp mühendislerinden Seth Donahue bu özelliğin kalsiyum alımını düzenleyen ve kemik yoğunluğunun korunmasına katkıda bulunan paratiroid hormonundan kaynaklanabileceğine inanıyor. İnsanların kış uykusuna yatmaları herhalde söz konusu değil. Ancak Donahue’nun araştırması omurilik zedelenmelerine ve kemik erimelerine çözüm getiren yeni sağaltım yöntemlerinin geliştirilmesine olanak tanıyabilir. Rita Urgan Kaynak: Discover •Kış uykusu, gerçekte, felç ge• • • • • • • • • • • • • • • • CBT 1359/ 8 5 Nisan 2013 •
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle