17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİKBİLİM Aykut Göker http://www.inovasyon.org; [email protected] EVRİM ARAŞTIRMALARI TEKEŞLİLİĞİN NEDENLERİ ÜZERİNE GÖRÜŞLER Gazeteci Deniz Teztel, 1980’lerin karanlığına inat yıldızlar saçan o sıcak gülümseyişiyle anılarımızda hep yaşayacak… İslâmî Sermayenin İktidarı ve Sanayimiz... RTE iktidarının, ‘sermayenin iktidarı’ olduğu elbette söylenebilir. Ancak bu yeterli bir tanım değil... Çünkü RTE iktidarı, sermayenin değil; İslâmî sermayenin iktidarıdır. Sermayenin ‘dinininîmânının’ olmadığı doğrudur ama Erdoğan’ın bu ülkenin sermayedarına güvenebilmesi ve iktidarına ortak edebilmesi için o sermayedar ‘dinîmân’ sahibi ve Sünnî esasları temel alan siyasî İslâm’a bağlı olmalıdır. Erdoğan’ın bu olmazsa olmaz din şartının sermaye sınıfı için de geçerli olduğunun ayırdına varmamız gerek... Çünkü bu ayrım bu köşenin okuyucularının yakın ilgi alanında olan sanayimizin geleceğinde belirleyici olacaktır. Birlikte hatırlayalım; Erdoğan, sermayeye ilişkin tercihini, 12 Eylül 2010 referandumundan 3 gün önce, ATV’nin canlı yayınında açıkça söylemişti: “...İstanbul sermayesi nedense işin başından itibaren bizimle para kazanmada anlaştı ama siyasette anlaşamadı. Bunu da zaman zaman itiraf ettiler. ‘Biz bire beş kazandık ama biz [sizi] siyaseten destekleyemeyiz, bizim siyasi kanaatimiz bu.’ Fakat isteseler de istemeseler de Türkiye’de artık sermaye ciddi manada el değiştirmeye başladı. Bu bizim için çok önemli bir güven kaynağı. ...Şu anda dünya ile bütünleşen bir Anadolu var. Bu da belki onları rahatsız ediyor, bilemem. Ama biz isteriz ki niçin İstanbul sermayesi Anadolu sermayesi ile iç içe olmasın. Burada yayılmayı başarabilirsek bundan kazançlı çıkan Türkiye olacaktır, Türk milleti olacaktır. Bu yayılmadan da endişe etmemek lazım.” ‘İstanbul sermayesi’, hiç kuşkusuz, TÜSİAD; ‘Anadolu sermayesi’ ise, MÜSİAD ve TUSKON’da örgütlü iş çevrelerini simgelemekteydi ve yapılan ayrımın coğrafya ile ilgisi yoktu. TÜSİAD Görüşler Dergisi’nde yayımlanan söyleşisinde (Ekim, 2010), Prof. Dr. Ayşe Buğra, ayrımın coğrafya farkına dayanmadığını şu tespitleriyle doğruluyordu: “1990’ların başında kurulmuş yeni bir örgüt olan MÜSİAD’a baktığınız zaman, İstanbul’daki üyelerin sayısının çok önemli olduğunu görüyoruz. Bu örgüte üye olan 500 büyük içindeki ya da ikinci büyük 500 içindeki firmaların da çok büyük bir kısmı İstanbul’da. Buna paralel olarak, Anadolu kökenli yeni büyük gruplardan bazıları[nın] TÜSİAD’a üye olabildiğini görüyoruz. Bu grupların merkezleri hâlâ Kayseri’de ya da Gaziantep’te olabiliyor. Ama şirket yönetimi büyük ölçüde İstanbul’dan yürütülüyor. Araştırmamız sırasında, bize ‘Bizim manevi bir bağımız var, onun için buradayız hâlâ, ama aslında işimiz İstanbul’da.’ diyenler oldu.” Ancak, “...[bir kısım] örgütlerin yeni, muhafazakâr Anadolu burjuvazisini temsil ettiklerine dair yaygın bir kanı var. Örgüt temsilcileri de bunu öne sürüyor olabilirler.” diyen Buğra, aynı dergide şu görüşünü de dile getirmişti: “Anadolu burjuvazisini temsil eden muhafazakâr girişimci örgütleri ve bunun karşısında İstanbul burjuvazisini temsil eden modern girişimci örgütleri gibi bir ayırım yapabileceğimizi zannetmiyorum.” TÜSİAD da muhakkak böyle bir ayrım yapılmasından yana değildi. Ne var ki, TÜSİAD’ın ‘4+4+4’ sistemini eleştirmesi üzerine, 28 Şubat 2012 günlü AKP Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Erdoğan, bu örgüt konusundaki ayrımcı görüşlerini bir kez daha açıkça ortaya koydu: “…4+4+4’e malum çevrelerin verdikleri tepki tamamen bayat, çağdışı ve Türkiye gerçeklerinden uzaktır. Yapılan bir reform karşısında CHP’nin statükoyu savunmasına alışmış durumdayız. Ama 8 yıllık kesintisiz eğitimin mimarlarından, akıl hocalarından TÜSİAD’ın bugün bir kez daha eğitimde statükoculuğu savunması ibret verici bir durumdur. Kusura bakma TÜSİAD senin istediğin olmayacak. Milletin arzusu olacak. … Şecaat [arz ederken] sirkatin söylüyorsunuz. TÜSİAD önce 28 Şubat’taki rolünü sorgulasın. ...Dertleri başka, dertleri ideoloji. …Bu şekilde saldırmak bakar kör olmaktır. Sen kendi işine bak ey TÜSİAD!” (28 Şubat 2012 günlü haber bültenleri.) Bellek turumuzu 14 gün sonra kaldığımız yerden sürdüreceğiz. Tekeşlilik bebekleri korumak için mi evrildi? A Başta maymun ve insan olmak üzere, büyük beyinlere sahip primatların yavruları, çok daha uzun bir süre güçsüz ve çaresiz kalıyorlar, öldürülmeleri çok daha kolay ve bu yüzden de daha çok korunmaya gereksinim duyuyorlar. Toplumsal tekeşlilik, işte yavruları korumak ve büyümek için evrildi.. Ama buna karşı çıkan ve günümüzde tekeşliliğin toplumsal baskıya dayandığını belirten görüşler de var... Kim ne dedi, hepsi bu yazıda! giliyor. Londra University College insanbilim uzmanlarından Christopher Opie ve arkadaşları kısa bir süre önce yaptıkları bir araştırmada toplumsal tekeşliliğin primatların evrim sürecinin görece geç bir evresinde, günümüzden yaklaşık 16 milyon yıl önce ortaya çıktığı sonucuna vardı. (En eski primatların kökenleri yaklaşık 55 milyon yıl öncesine uzanıyor.) İyi de, erkeklerinin olabildiğince çok sayıda dişiye ulaşmak gibi üretken bir üstünlüğe sahip oldukları düşünülürse, primatlar dahil, memelilerde toplumsal tekeşlilik neden ortaya çıkmış olabilir ki? Bilim insanları bu soruya yanıt olarak belli başlı üç görüş öne sürüyor: 1) Tekeşlilik, kuşlarda olduğu gibi, anababaların yavrularıyla daha yakından ilgilenmelerine olanak sağlıyor; 2) Özellikle dişilerin geniş bir alana yayılmış oldukları ve tek bir erkekle tekeşli bir yaşam sürdürmelerinin pek de kolay olmadığı türlerde, dişilerin rakip erkeklerle çiftleşmelerini önlüyor; ya da, 3) Şempanze ve goril gibi kimi primat türlerinde çok yaygın olan ve genelde rakip erkeğin anneyi hızla doğurgan bir duruma dönüştürüp kendi yavrularına babalık etme arzusuyla açıklanan, yavruların öldürülmelerine karşı koruyucu bir etki yaratıyor. Kimi araştırmacılar tekeşliliğin açıklanmasında bu üç unsurun bileşiminin yanı sıra, başka unsurların da etkili olabileceğine inanıyorlar. BD’li ünlü sinema yıldızı Katharine Hepburn bir zamanlar, “Erkeklerle kadınların birbirleriyle gerçekten de uyumlu olup olmadıklarını merak ediyorum. Belki de kapı komşusu olup arada sırada birbirlerini ziyaret etmeleri çok daha yararlı olur,” demişti. Hepburn’un görüşü bir yana, insanlarda erkeklerle dişilerin, süreleri ve sadakat düzeyleri bir hayli değişken olmakla birlikte, yaşamlarını tekeşli çiftler olarak geçirme yönünde güçlü bir eğilim sergiledikleri görülüyor. Böyle bir davranışın nasıl ve neden ortaya çıktığı, oldum olası bilim insanlarının ilgisini çeken bir konu oldu. Şimdi yeni bir araştırma, bir olasılıkla insanların da aralarında yer aldığı, primatlarda tekeşliliğin çocukların rakip erkekler tarafından öldürülmelerini önlemek amacıyla evrildiği yönünde son derece çarpıcı bir sonucu gözler önüne seriyor. Araştırmacıların toplumsal tekeşlilik adını ver CBT 13858 4 Ekim 2013 dikleri çiftler halinde yaşam, oranları farklı gruplar arasında büyük farklılıklar gösterse de, hayvanlarda sürekli evrilen bir durum. Öyle ki, kuş türlerinin yaklaşık %90’ı, bir olasılıkla kuluçkaya yatmak ve yumurtadan yeni çıkmış yavruları beslemek anababanın ortaklaşa emeğini gerektiren zorlu bir süreç olduğundan, toplumsal açıdan tekeşli bir yaşam sürdürür. Ne var ki, dişilerinin yavrularını kendi bedenlerinde taşıyıp onların emzirilip beslenmelerinden tek başlarına sorumlu oldukları memelilerde, nüfusun ancak %5’i toplumsal tekeşlidir. Bu da memelilerde erkeklerin büyük bir çoğunluğunun başı boş ortalıkta gezinip başka dişileri gebe bırakabilecekleri anlamına gelebilir. TEKEŞLİLİĞİN NEDENİ Gelgelelim, yaklaşık %27’si toplumsal tekeşli olan primatlar görünürde özel bir durum ser Bu tartışmayı çözüme bağlamak, özellikle insanlarda çiftleşmenin evrimini kavramamıza yardımcı olması açısından önemli. İnsanlar tümden tekeşli olmamakla birlikte, Tennessee Üniversitesi evrimsel dirimbilim uzmanlarından Sergey Gavrilets, “insanlarda eşler arasında yakın ilişki kavramının ortaya çıkması, insan türünün evrimsel yörüngesini değiştiren son derece önemli bir dönüşüm” diyor. Çok sayıda araştırmacı bebek beyinlerinin gelişkin boyuta ulaşması için gerekli uzunca süre boyunca anababaların ortaklaşa çaba ve ilgileri olmaksızın insanlarda büyük beyinlerin evrilmesinin söz konusu olamayacağına inanıyor. Gavrilets, “Bu dönüşümü devinime geçiren unsurların kavranması insanoğlunun biricikliğini de daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir,” diye ekliyor. Opie ve arkadaşları primatlarla ilgili üç te İNSANLARDA ÇİTLEŞMENİN EVRİMİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle