Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
TEKNOLOJİPOLİTİK Bitmemiş Bir Yazı Figen Gürdöl, figur@istanbul.edu.tr “Arkadaşım Tuncay Altuğ’un ANISINA” Baha Kuban baha.kuban@gmail.com H er gün yeni bir şeyler duyarız... Önemli bir buluş, bir tedavi şekli, uzak ülkelerden birinde çıkan politik kargaşa, ünlülerden birinin evliliği, bir başkasının boşanması vb. Bence bunlardan en etkileyici olanı tanıdığımız birinin zamansız ölüm haberidir. Beklenmedik bir anda karşımıza çıkıveren bu ölüm haberi, bir köşede duran anılar yumağının aniden çözülmesine yol açar. Hafta sonunda sanata ve estetik kavramlara özen göstererek yapılandırılmış ve türünün önde gelen örnekleri arasında yer alan bir oteldeydim. Sıcak bir pazar günü kendimi avutmaya çalışıyordum. Ortamın rahatlatan etkisiyle içimdeki hüzün yok olacağı yerde, yumru olup göğsümün tam ortasına yerleşmişti. Yürüyüş, yüzme, yemek gibi bedeni hazların hiçbiri göğsümdeki yumruyu unutturamıyordu. Öyledir. Arkadaşınızın, iş hayatında yolunuzun çok defa kesiştiği dostunuzun artık yaşamadığı düşüncesi beyninizden uzaklaşmadıkça, tam yüreğinize oturan yumru da yok olmaz. Ben, iş hayatında çok az sayıdaki dostlarımdan birinin, 25 yıllık arkadaşımın zamansız ölümünü kafamdan silemiyordum. Cemal Süreya beni affetsin, “her ölüm erken ölümdür” gibi klişe bir söz söylemeye ceğim. Bazı ölümler vakitlidir. Bazı ölümlerde ise geç bile kalınmıştır. “Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi, Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi” demiş şair. O, dolu dolu yaşayan, kendisiyle barışık, çevresiyle dost, tamamladıklarıyla yetinmeyen, başarılarını büyütmeyen, yaşlanmadan yaşamayı bilen arkadaşım nasıl birdenbire kopup gidivermişti? Cumhuriyet okurları, ilanda onu kısa cümlelerle ne güzel anlatmışlar! Varolsun Cumok! Başka bir gazetede duyuru: “Özgür ve Barış’ın babası, Derin’in dedesi Prof. Dr. Tuncay Altuğ hakkın rahmetine kavuşmuştur”. Derin henüz küçücük bebek. Dedesini hiç tanımadı. Dedesi ise hastalandığında en çok onun büyüdüğünü göremeyeceğine hayıflandı. Eğer fırsat bulsalardı, Derin’le dedesi çok iyi arkadaş olurlardı. O’nun dedesi, binlerce öğrencinin Tuncay Hoca’sı, İstanbul Üniversitesi’nde deneysel çalışmalar için oluşturulan merkezin (Sevim Hoca ile birlikte) her taşında emeği olan kurucusu, ÖBAK’ın fikir babası, gençlerin Tuncay Abi’si…. Benim için “orda bir dostum var uzakta, gitmesem de, görmesem de o benim hep dostumdur” dediğim kişi. Her yazının bir sonu olur. Bu yazının sonu yok!! Bazı acılar gibi… 3 yazıdır aktarılan Mondragon’un öyküsünün bu yazı son kısım olacak. Bugünün dünyası düşünüldüğünde, çalışanlar açısından yarım yüzyılı aşan, gerçekten sıra dışı bir işyeri demokrasisi örneğidir Bask bölgesindeki Mondragon Kooperatifi. Mondragon; Her Şey Günlük Güneşlik mi? nın ve deri geçirgenliklerinin değişmemesi gerektiğini düşündüler. Gerçekten de, bunalımlı yaşlı katılımcıların bir yığın para kazanma olanağını kaçırdıklarında kalp atışı ve deri geçirgenliğinde belirgin bir düşüş meydana geldiği görülürken, sağlıklı yaşlılarda herhangi bir değişiklik meydana gelmediğine tanık olundu. Her iki deneyde katılımcıların şeytan oyununu oynama biçimlerinde de farklılıklara tanık olundu. Yaşlı bunalımlı katılımcılarla genç katılımcılar bir turda bir yığın paranın yitirilmesine ikinci turda daha çok risk alıp daha çok kutu açarak tepki gösterirlerken, sağlıklı yaşlı katılımcılar her koşulda aynı stratejiyi sürdürdüler. Araştırmacılar elde ettikleri bulguların yaşlanmakta olan beynin bizleri genellikle kaçırılan olanakların beraberinde getirdiği pişmanlık duygusundan nasıl koruduğunu yansıttığına dikkat çekiyorlar. Peki, bu neden yalnızca yaşlanmakta olan beyinlere özgü bir özellik? Böyle bir özellik daha genç yaşlarda da önemli olamaz mı? Gerginlik ve olumsuz duyguların kişinin fiziksel sağlığını ve yaşam süresini ne denli etkilediğini gözler önüne seren araştırmalara bakılırsa, Instagram adlı iPhone uygulamasına yatırım yapmaktan kaçınan gençler Facebook’un onu bir milyar dolara satın alması karşısında şimdi pişmanlıktan saçlarını başlarını yoluyor olsalar ge KAÇIRILAN MİLYARLAR CBT 1322/9 20 Temmuz 2012 Gençlikte kaçırılan bu tür olanakların ardından çekilen acılar gelecekte çok daha iyi seçimler yapmamıza olanak tanıyor olabilir. Ancak yaşlandıkça geleceğimiz kısalıyor ve daha önce attığımız yanlış adımlardan ders alma olasılığımız da azalıyor. Bu yüzden yaş ilerledikçe düzeltme olanağımızın az olduğu durumlara hayıflanmamak ruhsal sağlığımız açısından çok daha etkili bir yöntem oluşturuyor. Brassen ve arkadaşları elde ettikleri bulguların bu yöntemi henüz benimsememiş olan yaşlıların pişmanlık duygusundan kurtulmalarına yardımcı olacak yaşa uygun bir bilişsel davranış terapisine uyarlanabileceğini belirtiyorlar. 65 yaşın üzerinde olanların yaklaşık %25’inin ruhsal bozuklar yaşadığı dünyamızda bu araştırma yaşlılık döneminin çok daha sağlıklı ve nitelikli bir biçimde geçirilmesine olanak tanıyabilir. Rita Urgan, Scientific American online/ 12 Haziran 2012 rek. Kapitalist işleyişin içinde bu tür sistemdışı örnekler ya mikroölçek denecek kadar küçük kalmış ya da bölgesel/ulusal düzenlemelerin ve iklimin olanak verdiği zeminlerde yaşayabilmişlerdir. Devrimlerle üretim araçlarının mülkiyetinin el değiştirdiği örnekler dışında, bu tür kooperatif esaslı örgütlenmeler İtalya’nın bazı bölgelerinde (3. İtalya olarak da adlandırılan Emilio Romagna), farklı biçimlerde varlığını sürdürmüştür. Neoliberal küreselleşme ve Avrupa’da ekonomik dinamikler, sermayeyi düşük ücretli coğrafyalara sürer ve Mondragon’un rakipleri olan çokuluslu şirketler bu eğilimin başını çekerken, Kooperatif bu gelişmelere nasıl tepki gösterdi? Mondragon’u sıra dışı yapan tüm niteliklerini tehdit eden tarihi gelişmelerin bugün gelinen noktada, bu nitelikleri artık aşındırmaya başladığını söylemek mümkün görünüyor. En başta; Mondragon’u yakından izleyenler, kapitalist işletmelerin klasik ‘verimlilik’ teranesinin, Kooperatif’in genel kurullarında 1990’lardan itibaren giderek daha sık duyulmaya başlandığını, rekabet gücü, işgücü üretkenliği gibi terimlerin, Mondragon’un demirbaş kavramları olan çalışan hakları ve duyarlılıkları, istihdamı koruma, kooperatifi ruhu gibi kavramların önüne geçmeye başladığına işaret ediyorlar. Kooperatif, 2000’li yıllardan itibaren başta Mısır, Fas, Meksika, Tayland ve Çin olmak üzere, düşükücretli ülkelere yatırımları kaydırmaya başlıyor. Yönetim, klasik kapitalist işletme modeli üzerinden genişlemenin, yatırım yapılan ülkelerin kanunlarının kooperatif tipi sınai işletme kurmaya imkân vermemeleri bahanesine sığınıyor. Ancak , daha yakından bir bakış, bu iddiayı desteklemiyor. Kaldı ki, farklı ülkelerde zorunlu olarak kooperatif esaslı olmayan işletmelerin kurulması durumunda, bunların belirli bir plan ve süreç sonunda merkezdeki yaklaşıma uygun olarak evrilmeleri beklenir. Görünen o ki, Mondragon’un düşükücretli coğrafyalara doğru genişlemesi standart rekabet gücü saikleri ile sürüyor. Mondragon’un İspanya dışındaki işletmelerinde ağırlıklı olarak kooperatif üyesi olmayan işçilerin çalıştıkları biliniyor. İspanya’da yeni kurulan kooperatiflerde bile üye olmayan işçilerin ve ağırlıkla kadın geçici işçilerin istihdam edildikleri ve sayılarının giderek arttığı söyleniyor. Kooperatifin en üst karar alma organları olan genel kurullarında, üye olmayan çalışan oranların yükseltilmesine yönelik girişimler var. Yakın zamana kadar en düşük ve en yüksek ücretler oranı 5 ya da 6’ya 1 iken şimdilerde 10’a 1 hatta profesyonel yöneticiler söz konusu olduğunda 15 e 1’e yükseliyor. Bunun yanı sıra, iş temposunun yükseldiği ve iş sürecine yönelik katılımcı mekanizmaların giderek safdışı kalmaya başladığı da belirtiliyor. Bu noktada, işçiüyeleri koruyan ‘sosyal konseylerin’ bu değişiklikler yapılırken nerede olduğu sorusu akla geliyor. Bütün bu gelişmeleri yakından izleyenler, Mondragon’un 90’lar sonrası hızlı büyüme ve gelirlerini artırma sürecinde karar süreçlerinin zaman içinde merkezileştiğini ve ‘sosyal konseylerin’ bu süreci engellemekte yetersiz kaldıklarına işaret ediyorlar. Öte yandan , bu gelişmenin muhalefetsiz bir ortamda gerçekleştiğini düşünmek de doğru olmaz. Zira, en büyük ve ilk endüstriyel kooperatiflerden olan Fagor’da, sosyal konseyin ısrarlı bir şekilde yönetimi eleştirdiği ve bu muhalefetin yukarıda söz edilen aşınma sürecini zaman zaman sekteye uğratmayı başardığı da biliniyor. Yüksek teknoloji içeren endüstriyel dallarda örgütlenmiş, özyönetim ilkelerine dayalı bir işçi kooperatifinin bugünün dünyasında mevcudiyeti bile şaşırtıcı görünebilir. Karamsarlar ve sermaye şakşakçıları işte diyeceklerdir, Mondragon’da sonunda hizaya giriyor! Bununla birlikte Kooperatif’in kurucu ruhunun hâlâ canlı olduğunu vurgulamakta fayda var. Mondragon deneyimi, bugüne kadar pek çok kıtada, sayısız ülkede ve işletmede düşleri ateşlemiş, insanlara farklı seçeneklerin mümkün olduğunu göstermiş. Bugün “farklı bir dünya mümkün” diyerek yola çıkanların ciddiyetle incelemeleri ve dersler çıkarmaları gereken bir deneyim Mondragon.