23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sosyalleşme ve savaşlar üzerine İşim gereği 20 Nisan18 Mayıs (2012) tarihleri ve arasındaki CBT’leri topluca okumak durumunda kaldım ve kendimi bir savaşın içinde buldum: “İnsanlık sosyalleşmenin bedelini savaşlarla ödüyor.” (CBT: 20.04.2012/1309) başlığıyla başlayan yazılar zinciri, başlıktaki düşüncenin doğaya/doğanın işleyişine “şaşı” bakan beyinlerin ürünü olduğunu söylemek, abartılı olmasa gerek. İbrahim Gedik, Jeoloji Y. Müh./Amatör Fizikçi, igedik19@gmail.com HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com “Telgrafhane” Koşulsuz direnen, düşünen üniversite; koşulsuz direnen, düşünen öğretim üyeleri; koşulsuz direnen, düşünen rektör adayları; koşulsuz direnen, düşünen üniversiteli köşe yazarları, var mısınız? Haber yoksa, iyi haberdir (keine Nachricht, gute Nachricht!) derlermiş cephedekiler için Almanlar Birinci Dünya Savaşı’nda. Kimseden bir haber yok! Bu iyi haber mi? Karanlığa karşı bir kıvılcımı kimse küçümsememeli. Sizin kıvılcımınızı! Bence karanlığa karşı bir “uygar direniş” Üniversite’den başlayacak; uzun bir yürüyüş Üniversite’den başlayacak. Ama bir yerden mutlaka başlamalı geç olmadan. Sevgili Atatürk’ün esin pınarı Fikret’in “Sis”ini hep aynı çaresizlikle okumanın bir sonu gelmeli! Sarmış yine âfâkını bir dudı munannid, Bir zulmeti beyzâ ki peyâpey mütezâyid. Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh, Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh; Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar Dikkatle nüfuz eyleyemez gavrine, korkar! (…) (Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan ağırlığının altında herşey silinmiş gibi, bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!) (…) Bunun için, Namık Kemal’in Magosa zindanından yükselen isyanıyla seslenmeli: “Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâyı hürriyet Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten”! Tüm bunlar için, Vefalı Dost Ümit Sarıaslan, Anday’ın “Telgrafhane”sini yollamış… “Uyuyamıyacaksın Memleketin hali Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o sen değilsin Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin Uyuyamıyacaksın Düzelmeden memleketin hali Gözüne uyku giremez ki… Uyuyamıyacaksın Bir sis çanı gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade Çalacaksın.” Karanfil kokuyor hüzün. “Gül alıp satmanın zamanı değil”! Not: Direnen ALAKARGA http://www.orplat.com/ “DERGiLER” sekmesinde. T am tersine, doğanın/evrenin işleyişinde “denge” üzerine kurulu bir işleyiş söz konusu. En küçük atom olan hidrojen atomuna bakıldığında, onun, bir protonla bir elektronun dengeliuyumlu birlikteliğinden oluştuğu görülür. Keza yaşamlarını birlikte sürdüren iki yıldız ya da gök cismi, bu birlikteliklerini, uzaklığı kütleleri oranında olmak üzere aralarındaki bir eksen çevresinde dönerek/dolanarak sürdürürler. Her iki örnekteki dengeli birliktelik, tahterevalli oyunundaki /sistemindeki denge ve birlikteliğe benzer. Kütleler ya da ağırlıklar eşit olduğunda, denge/dönme merkezi tam ortadadır. Kütlelerin ya da ağırlıkların eşit olmadığı durumda, büyük kütleli/ağırlıklı taraf, denge/dönme merkezine küçük olandan daha yakındır. Doğanın/evrenin yaşamında ya da işleyişinde anlaşma böyledir. Ortada en ufak bir savaş görüntüsü yoktur. Tüm moleküller, cisimler, gökcisimleri, Güneş Sistemi gibi yıldız sistemleri ve gökadalar bu dengedüzen çerçevesinde oluşur. En iyi bildiğimiz güneş sistemi, güneş ile gezegenlerin dengeliuyumlu birlikteliğinin bir sonucu olarak vardır. Biz çok hücreli canlı varlıkların varoluşları da, farklı işleve sahip hücrelerin uyumlu/dengeli birlikteliğinin ya da işbirliğinin bir sonucu değil midir? Uyumludengeli birlikteliğin olmadığı durumlar “çatışma hali”ni temsil eder ki, bu durumda öğeler yeni bir sistem oluşturamazlar ya da bir şekilde oluşturmuşlarsa, oluşturdukları yeni sistemin yıkımına neden olurlar. İlk durumda, yani yeni bir sistem oluşturma öncesinde çatışan/savaşan öğelerin birbirini ezmesi ve yok etmesi söz konusu değildir. Örneğin, iki proton artı yüklerinden dolayı birliktelik sağlayamadıklarında, yani birbirleriyle çatıştıklarında, birbirlerini yok etmezler; birbirlerini iterek birbirlerinden uzaklaşırlar. Böylece, birlikte yaşayacakları yeni sistem de oluşmamış olur. Buradaki “yok olma”, oluşacak olan yeni sistemin oluşamadan yok olmasıdır. Bu konuda tek istisna, maddekarşımadde arasında yaşanmaktadır. Madde ile karşımadde bir araya geldiklerinde, birbirini yok ederek enerjiye dönüşürler. Ancak günümüzdeki bilgi düzeyine göre, evrende doğal karşımadde bulunmamaktadır. Çok hücreli bir canlıdaki normal hücrekanserli hücre arasındaki ilişki de buna benzer bir durumdur. Normal hücreanormal hücre (kanser hücresi), maddekarşımadde gibidir. Normal hücrelerin uyumudengesi üzerine kurulu olan bir canlıda/canlı sisteminde kanser hücresi belirdiğinde, bu iki tip hücre arasında uyumsuzlukçatışma ortaya çıkar ve canlı sistem çökerek yok olur. Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, doğanın/evrenin yaşamında/işleyişinde yok edici “savaş”, ancak ve ancak uyum sağlayamayan ve denge kuramayan “karşıtlar” (maddekarşımadde; hücrekanser hücresi) arasında bulunmaktadır. “Aynılar” (protonproton) arasındaki uyumsuzluk/çatışma, öğelerin birbirini yok etmesini içermemektedir. Yine bu örnekler, savaşın, oluşacak olan yeni bir birlikteliğin/sistemin oluşamamasına ya da oluşmuş bir birlikteliğin/sistemin yıkımına neden olduğu açıktır. Eğer evrenin/doğanın yaşamında/işleyişinde uyumsuzluk/çatışma/savaş egemen olsaydı, bugün evren var olmazdı. Evren var olduğuna göre, evrende geçerli/egemen olan, denge/anlaş ma/barış üzerine kurulu bir yaşam/işleyiş biçimidir. Evrenin/doğanın “canlı” tanımı yaptığımız dünyasına daha yakından bakıldığında, çatışma/savaş açısından şöyle bir tablo görülür: Söz konusu dünyanın öğeleri, kendi varlıklarını idame ettirme ve nesillerinin devamını sürdürme eğilimindedirler. Varlıklarının devamı için enerjiye ve olumsuz dış etkilerden korunmaya, nesillerinin devamı için sekse gereksinmeleri vardır. Bitkiler enerjilerini taşatoprağa saldıkları kökleri ile oradaki suyu ve mineralleri alarak ve yapraklarıyla da güneş enerjisini kullanarak sağlarlar. Bitkilerin bu yaşamında savaş izi görülmemektedir. Benzer şekilde, otçul hayvanlar da enerjilerini bitki yiyerek sağlarlar. Yeterli bitki olduğunda, otçul hayvan dünyasında da çatışma ve savaş hali gözlenmez. İki otçul hayvan arasındaki savaş hali, bitki yetersizliği ve dolayısıyla yetersiz bitkinin paylaşımı durumunda ortaya çıkar. Etçil hayvanlar, herkesin bildiği gibi enerjilerini otçul hayvanları yiyerek sağlar. Otçul hayvanlar için geçerli olan durum, etçil hayvanlar için de geçerlidir. Bir belgeselde, avını yere yatıran bir çitanın, yaklaşmakta olan bir sırtlanı gördüğünde avını bırakarak kaçtığını gördüm. Çita kaçmasaydı, çatışma/savaş kaçınılmazdı. Demek ki, bir emeğe konmak da haksız paylaşım olup, çatışmayı/savaşı doğurmaktadır. İnsan gibi gelişmiş bir beyne sahip olmayan canlı dünyasındaki bu doğal işleyiş, savaşın, yetersiz olan enerjiyi paylaşım aşamasında ya da başkasının emek harcayarak elde ettiği enerjiye ortak olduğu durumda ortaya çıktığını göstermektedir. Bu aşamada, şu iki soru sorulabilir: 1) Etçilotçul hayvan ilişkisi “savaş” hali değil midir? 2) Enerji kaynakları yeterli olduğunda savaş durumu olmayacaksa, canlılar neden “korunma” silahına sahiptirler? Birinci sorunun yanıtı, etçilotçul hayvan ilişkisi bir savaş hali değildir. Otçul hayvan, etçil hayvanın enerji kaynağıdır. Bu ilişkide, otçul hayvan topluluğunun tümden yok edilmesi söz konusu değildir. Yeterli miktarda ve en güçsüz olanının enerji kaynağı olarak kullanılması söz konusudur. Bu ilişki savaş hali olarak tanımlandığında, otçul hayvanbitki arasındaki ilişki ile bitkitoprak/taş arasındaki ilişki de savaş hali olarak tanımlanmış olur. İkinci sorunun yanıtı, birinci soru ile içiçedir; dolayısıyla bu sorunun yanıtı, enerji kaynağı olmaktan kurtulmak ya da olumsuz dış etkiyi bertaraf etmek içindir. Doğal işleyişin içine aklın da girdiği insan nesline gelince, herkesin tüketeceği enerjiyi üretmesi, üretilen enerjinin adil paylaşıldığı bir toplumsal düzenin kurulması ve hakkına düşenle yetinilmesi, ek olarak üstünlük sağlama/hegemonya kurma içgüdüsünün törpülenmesi durumunda savaşlara yer kalmayacağı açıktır. Savaş, aklın ve mantığın devre dışı kaldığı durumların bir sonucudur. İnsan düşüncesini geliştiren bilimsel faaliyetler savaşlarda üstünlük sağlamak için mi yapılmaktadır? Atom enerjisi, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılsın diye mi keşfedilmiştir? Yoksa, keşfedilmiş olan atom enerjisini savaşta kullanmak için yeni teknoloji mi geliştirilmiştir? Savaş teknolojisi ürünleri insanlık kültürünün bir parçasını oluşturabilir; ancak, sosyalleşmenin bir aracı olamayacağı açıktır. Dolayısıyla, savaşlar da sosyalleşmenin bedeli olamaz. CBT 1316/ 19 8 Haziran 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle