23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Türkçenin itibarı’ çelişkisine CBT’nin 1310.cu sayısında yayımlanan “Türkçe’nin İtibarı” yazısındaki yanlışlıklar, çelişkiler üzerine.. Hürriyet Yaşar ir Fransız Moliere’i, Victor Hugo’su ile, İngiliz Shakespeare’i, Byron’ı ile, İtalyan Dante’si Bocaccio’su ile gurur duyar. (…) Artık ölü bir dil olan Latince okullarda ders olarak verilmeye devam eder. (…) Baki, Fuzuli, Nedim, (…) Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin, bugünün gençleri için adeta yokturlar. Gençler elli yıl öncesinin şiirine, kültürüne yabancıysa o toplumda oldukça şiddetli bir kültür depremi yaşanmış demektir. (…) … anadilini unutmuş bir millet artık millet değildir.” (Cumhuriyet Bilim Teknik, 27 Nisan 2012, sayı 1310) Tek paragrafında bunca çelişki barındıran yazının neresini tartışacağını insan şaşırıyor. Baki, Fuzuli, Nedim ve öteki Osmanlıca yazanlar bugünün gençleri için anlaşılmıyorsa, bunda kimin ne günahı olduğunu söylemekten yazarın kaçınmasının iki nedeni olabilir: 1 Baki’nin, Fuzuli’nin anlaşılmayışının (Sanki yaşlılar anlıyor mu?) Türkçe değil Osmanlıca yazmış olmalarından kaynaklandığını görmemek ya da Osmanlıcanın yapay da olsa ayrı bir dil olduğunu bilmiyor olmak. 2 Baki’yi, Fuzuli’yi kendi çağlarında halk da anlamıyordu! Osmanlıca, en parlak dönemlerinde bile halkın konuşmadığı, anlamadığı bir dildi. Yazara göre, “oldukça şiddetli bir kültür depremi yaşamışız.” Ne depremi beyefendi! Devrim oldu devrim. Üstelik Osmanlıcanın o görkemli düzyazı yapıtının (Nutuk’un) yaratıcısı olan adamın önderliğinde. Arap emperyalizmine hayranlıktan doğarak okumuşlarımıza anadilini de, Türklüğünü de unutturan Osmanlıcayı bıraktık, halkın zaten kullandığı dile geçtik okuyup yazmada. Osmanlıcayı Türkçeyle unutmadık, tersine, Osmanlılar Türkçeyi Osmanlıcayla unutturmuşlardı. Kimlere? Okumuşlara… Memurlara… Yazarlara, şairlere… Ya “B ni sizin sandığınız gibi, biz Fuzuli’yi, Baki’yi bilmiyor olmakla anadilimizi unutmuş filan değiliz. Bugün Osmanlıca dersleri verilmesini ve gençlerin Osmanlıca yazılmış yapıtları anlamasını istediğiniz belli oluyor. Osmanlıca metinleri yeni harflerle yazmayı denediniz mi? Belli ki bu isteğinizin sonucunun, eski Arap abecesine dönmeye değin uzanacağını da göremiyorsunuz. Yoksa siz de, gördüğünüz halde, kimileri gibi, henüz söyleyemeyenlerden misiniz? ArapFars dillerinin dilimizi etkileyişine hem “istila” diyorsunuz hem de “Arısaf dil ancak kabile toplumlarında olur,” diyorsunuz. Bir dilde yabancı sözcük bulunmasıyla o dilin yabancı dillerce “istila” edilmesi aynı şey midir? Burada istila sözcüğünü kullanışınızdaki tek doğru yan, o deprem dediğiniz devrim olana değin okumuşlarımızın dilinin gerçekten de istila düzeyinde “yabancı diller boyunduruğu” altında oluşuydu; öyle “dilimizde yabancı sözcüklerin de bulunması” düzeyinde filan değil. Kafanız çok karışık beyefendi. Ayrıca da, kusura bakmayın ama, bilmiyorsunuz yazdığınız konuyu. “ ‘Oturgaç, götürgeç’ gibi Türkçe sözcüklerin kabul görmeyip, ‘hürriyet, kudret, millet, mücadele’ gibi yabancı sözcüklerin tartışmasız anadilimiz gibi benimsenmiş olmasını böyle izah edebilir”mişiz. Şu bir tek tümcenizde bile bir sürü bilgisizliğiniz ve çelişkiniz var. ‘Oturgaç’ ve ‘götürgeç’i hangi öztürkçe sözlükte gördüğünüzü sorabilir miyim? Ya da kimin kullandığını… Ya da 12 Eylülcüler el koyup Osmanlıcacılara teslim etmeden önceki TDK’nin bu iki sözcüğü ne zaman türetip hangi yayında önerdiğini? Yanıtlayamazsınız. Çünkü bu uydurmalar, Osmanlıcacıların özleşmeyi gülünç göstermek için yaydıkları yalanlardır. Tıpkı “ulusal düttürü, gökkonuksal avrat” gibi. Sanırım siz bu uydurmaların da TDK tarafından türetildiğine inanıyorsunuz. Ne yazık! Mozart’a “önden moo, arkadan zart” deyip bunu da espri sananların, klasik müziğe ‘kapı gıcırtısı’ di BUNLARI KİM KULLANIYOR Kİ? yenlerin algıeleştiri düzeyini, o düzeyin bilgilenme biçimini mi yakıştırıyorsunuz kendinize? Hem “uydurma”ları, özleşmeyi sevmiyorsunuz hem de “sözcük, ulus, bilim, olanak, sözlük, gündem, ayrıntı, etkileşim, sayısal, sorun, öğrenci, etkin, veri, eleştirme, eğitmen…” gibi sözcüklerle yazınızı güzelleştirmeye çalışıyorsunuz? Ben sizin yerinizde olsam, özleşmeye karşı bir Osmanlıcacıysam özleşmeyle yaratılmış sözcükleri kullanmam. Yazımı, unutuluşlarına üzüldüğüm ArapçaFarsça sözcüklerle güzelleştirmeye çalışırım. (Ama olmuyor değil mi?) Diyorsunuz ki, “Dil yabancı unsurları cerahat gibi atar.” Sonra da diyorsunuz ki, “Hürriyet” anadilimiz gibi benimsenmiştir.” (“Anadilimizin sözcüğü gibi” demek istiyor olmalısınız.) Öyleyse neden ‘hürriyet’in yerini ‘özgürlük’ün aldığını siz düşünün. Dünyadaki özleşme süreçlerini de bilmiyorsunuz. Birçok ulus dilini özleştirmeye, yabancı kökenli sözcüklere kendi dillerinden türetmelerle karşılık bulmaya çalışıyor. “İngilizler yabancı sözcükleri zenginlik sayıyorlar,” diyerek, Avrupa’daki özleşme çalışmalarından habersiz olduğunuzu gösteriyorsunuz. Büyük olasılıkla, Avrupa’dan bize, “Siz nasıl başardınız?” diye yazılarla danışıldığından da haberiniz yok. Diyorsunuz ki, “dili dilciler değil, onu konuşan insanlar yaratır.” Çok doğru. Ama ‘dilciler dili hiç etkilemez’ diye düşünüyor olmalısınız ki, o çok doğru sözünüzün ardından, “dilimizi yüceltecek olanlar da masa başında yaygın kullanımda olan sözcüklere uyduruk karşılıklar icat edenler değil,” diyorsunuz. Öyleyse niye kullanıyorsunuz o öztürkçe türetmeleri? Türkçenin “türetme” özelliği bakımından “olanakları sınırsız denebilecek kadar zengin bir dil” olduğunu söylüyorsunuz ama benimsediğiniz türetmelerin gökten düştüğünü sanıyorsunuz. Türk Dil Kurumu’nu kurarak dilde özleşmeyi örgütleyen Atatürk’ten, yazınızı bitirirken medet ummanız ya bir kandırmaca ya da dil konusundaki bilginiz ‘yığma’ bile denemeyecek ölçüde yetersiz Bay Armağan Erman. “Bir ulusu millet yapan değerler” diyorsunuz. “Ulusu millet yapmak!..” Yoo, yoo… Aslında yanlış değil bir bakıma. Siz zaten ‘ulus’u yeniden ‘millet’ yapmaya çalışıyorsunuz ya… Ama yapamazsınız. Bakın ‘milliyetçilik’ artık ‘ulusalcılık’ oldu bile. Türk bağımsızlıkçılarını ulusalcılıktan attırıyorlar içeri yeni sömürgeciler. Üstün kahramanları öğrenip özümsemeliyiz Cengiz Han bir kurucuydu. Biz onu son bin yılların en büyük adamı olarak seçtik. Washington Post İsmet Taşkale S CBT 1316/ 18 8 Haziran 2012 ayın A.M. Celal Şengör CBT 18 Mayıs 2012 günlü makalesinde, benim CBT 11 Mayıs 2012 tarihli Ortaçağ Karanlığı: Üçüncü Boyut başlıklı yazımda belirttiğim görüşleri paylaştığını, Cengiz Han’ı kısa bir tartışma yazısına dökmenin olanaksız olduğunu belirtmekte; verdiği kısa, öz bilgi ve yollamalarla okuyucunun Cengiz Han’a ilişkin ufkunu açmakta ve ilgisini çekmektedir. Bu niteliğiyle Sayın Şengör Hindistan bağımsızlığının babası Nehru’yu anımsatıyor bana. Çünkü Nehru da cezaevinden geleceğin başbakanı kızına yazdığı mektuplarında şöyle diyordu: “Geleceğimizin geçmişimizden daha iyi olmasının yol ve yöntemlerini düşünüyorum. Avrupa’nın büyüklüğünü tanımamak aptallıktır. Fakat Asya’nın görkemini unutmak da bir o kadar büyük aymazlıktır. Avrasya’nın dirilmesi Moğallar’ın dünya sahnesine çıkması sayesinde olmuştur. Liderleri Cengiz Han dikkatli, temkinli ve orta yaşlı biri olarak yaptığı her şeyi önceden planlardı. Moğallar büyük bir uygarlık yarattı. Yaşadıkları çağa yakışır bir yaşam tarzı geliştirdiler. Çözülüp dağılmayan bir örgütlenme dokusu ortaya koydular. Tüm bunlar Cengiz Han’ın üstün liderliği sayesinde oldu. Kuşkusuz Cengiz, tarihin kaydettiği en büyük askeri dâhisi ve önderidir. Cengiz’le karşılaştırıldığında, Aleksandır ve Sezar’a ancak acınır. Onun ideali, uygarlığı göçebe yaşamı ile kaynaştırmaktı. Fa kat bu olamadı, olması da olanaklı değildi. Moğollar’ın sonsuza değin değişmeyeceğine inandıkları yasaları vardı ve bunlara hiç kimsenin karşı gelemeyeceğini düşünürlerdi. Üstelik Han da bunlara uymak zorundaydı. Sanırım Cengiz Han hakkında gereğinden çok detaya inen bilgiler verdim, ancak bu kahraman beni büyülemektedir. Muhteşem biridir O.” Sayın Şengör’ün yukarda anılan makalesinde, “Cengiz Han, ortaçağda doğup ölmüştür, ama ortaçağa ait değildir. O her dahi gibi zaman ve mekanla sınırlanamaz. Bu nedenle ortaçağ tartışmalarının dışında ele alınması gerekir,” şeklindeki yargısına şu yazarlar da katılmaktadır: Geoffrey Chaucer, “Cengiz Han denen bu ulu kral, döneminde her alanda o kadar büyük şöhrete sahip idi ki, dünyada eşi ve benzeri yoktu.” Harper’s, “Pek çok olumsuz koşulların içinden gelen Cengiz Han’ın belki İsa hariç, bu kadar büyük başarılara sahip olması hayal gücümüzü bile aşmaktadır.” O nedenle Sayın Şengör’ün işaret ettiği gibi Cengiz Han ile Atatürk’ün yaşam öyküleri ile tarihteki görkemli yerleri birbirine çok benzemektedir. Her ikisi de yetim kalmıştır. Çocuklukları yoksulluk içinde ve yakınlarının yanında geçmiştir. Cengiz binlerce göçebe oymağını bir bayrak altında toplayarak ayağa kaldırmış, diriltmiş ve tarihin kaydettiği en büyük Cengiz İmparatorluğu’nu kurmuş; 25 yılda, Romalıların 400 yılda fethettikleri topraklardan daha büyüğünü fethetmiştir. Ne diyor Washington Post? “Cengiz bir kurucuydu. Biz onu son bin yılların en büyük adamı olarak seçtik.” ATATÜRK VE CENGİZ HAN Atatürk de, onlarca dağınık küçük grupları birleştirmiş, hem dünyanın en güçlü emperyalist işgalcilerini yurttan çıkarmış, tüm siyasi planlarını altüst etmiş, hem içteki onlarca isyanları bastırmış, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ve hem de halkı inim inim inleten salgın hastalıklardan ve cehaletten kurtarmıştır. Anadolu’da Aydınlanma hareketi için tüm ortaçağ kurumlarını kaldırmış, yerlerine çağdaşlarını kurmuş ve sonuçta bu dünyadan her ikisi de hizmet ettikleri uluslarının sevgi ve saygı seli içinde alkışlarla uğurlanmışlardır. Bu güzellik tarihte kaç kişiye ve kaç ulusa nasip olmuştur? Ülkemde bu üstün kahramanları her gün biraz daha çok öğrenmemiz, özümsememiz ve anımsamamız gerekirken, tam tersi, tarihin ve vicdanların isyan edeceği uygulamalara tanıklık etmekteyiz. Örneğin Atatürk ve bayramları değersizleştirilmeye çalışılmaktadır. Yurdumun insanı da Arap Yarımadası’nın baskı, rivayet (söylenti), tevatür (abartı), kuruntu ve biat (başkasının egemenliğini tanıma) kaynaklı kültür sarmalının içine çekilmek istenmektedir. Artık genel eğilim, bu dünyanın uygar kurumlarına ve kurucularına şaşı bakan fakat öbür dünyanın hasretini çeken nesiller yetiştirmeye yöneliktir. O yüzden Cengiz Han ve Atatürk gibi değerlerimizi öğrenmeye ya da öğretmeye sıra gelmemektedir. Gelirse de özen gösterilmemektedir. Oysa, Doğulu düşünür ve yazarlar bu ulu önderleri öğrenmenin ötesinde anlamaya son on yıllardır büyük önem vermektedir. Onları okullarında ders programlarına almakta, üniversitelerinde de tez konusu yapmakta ve bunlar hakkında yeni yeni yapıtlar ortaya koymaktadırlar. Özellikle Cengiz dönemini kendi tarihlerinin ayrılmaz bir kesiti olarak görmektedirler. Umalım ve dileyelim, Cengiz Han ve Atatürk’ü öğrenme ve sindirme istemi Anadolu’ya yeniden geri gelsin…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle