02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Bol sanayi stratejisi dokümanı üretiyoruz. Siz hiç, bu dokümanlarda, sanayimizin bugünkü yapısını derinlemesine inceleyen bir bölüme rastladınız mı? Erdal İnönü İstanbul Kültür Üniversitesi’nde anıldı Türkiye’nin yakın dönem tarihinde bilim ve politika alanındaki başarılı çalışmalarıyla damga vuran iz bırakan Prof. Dr. Erdal İnönü, 21. Şubat 2007’de ‘Onursal Doktora’ unvanını aldığı İstanbul Kültür Üniversitesi’nde törenle anıldı. İnönü Ailesini Erdal İnönü’nün eşi Sevinç İnönü, kızkardeşi Özden Toker ve Gülsüm Bilgehan’ın temsil ettiği törende Gazeteci Can Dündar, Mimarlık alanının duayenlerinden Prof. Doğan Kuban, İKÜ Mütevelli Heyet Onursal Başkanı Fahamettin Akıngüç ve Rektör Prof. Dr. Dursun Koçer hazır bulundu. Akademi, basın, siyaset, sanat ve iş dünyasından değerli isimlerin katıldığı Anma Günü Kuruluşunu Erdal İnönü’nün yaptığı Zehra Yıldız Kültür ve Sanat Vakfı sanatçılarından Soprano Sayın Deniz Yetim ve Tenor Sayın Onur Ertürk’ün dinletisiyle renklendi. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. Dursun Koçer, 1997 yılında Erdal İnönü’ye verilen onursal doktoranın İKÜ’nun akademik ödüllere yaklaşımında bir referans noktası olduğunu belirtti. Bu yıl 5’incisi gerçekleştirilen Erdal İnönü Anma Günü’nün her yıl bilim, sanat ve kültürü destekleyen geniş çaplı bir etkinlik olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Koçer, Erdal İnönü’nün 2007 yılında kendisine verilen onursal doktora töreninde yaptığı konuşmadan anektodları da dinleyicilerle paylaştı. Sevinç İnönü ve Doğan Kuban Ürettiğinden Çok Tüketen Toplumun Halleri (2) Yeterince üretim yapmadığımızı; üretimimizin, ihracatımızın ithalat bağımlısı olduğunu bilmeyen kalmadı. Bu üretim yapısı nasıl ortaya çıktı? Anımsamakta yarar var. Cumhuriyetimizin ilk dönemlerinden itibaren izlenmesine başlanan, olmayan sanayi ve olmayan sanayi kültürünü yaratmaya yönelik politikalar, tercih edilen iktisadi sistemin kaçınılmaz sonucu olarak, ortaya yeni bir sınıf çıkaracaktı; çıkardı da... Sanayi burjuvazisi olarak niteleyebileceğimiz bu yeni sınıfın ana dinamiği elbette kâr etme, kârını büyütme güdüsüydü. Ama bu sınıfın unsurları, kendilerine yabancı olan bir girişimcilik alanına atılmışlardı. Aileden gelen bir sanayicilik deneyimleri yoktu; ülkenin ilk kuşak sanayicileriydiler. Sanayici olarak içine yeni girdikleri bir dünya sisteminin, sanayi kapitalizminin, nasıl işlediğini öğrenmek durumundaydılar. Karşılarında, bu sistemin çarklarını çeviren, en az iki yüz yıllık deneyime sahip bir sanayi burjuvazisi vardı. Bu burjuvazinin ayırt edici özelliği girişimciliğidir; risk alabilmedeki yetkinliğidir; üretim tekniklerine, “çağın fennine, ilmine” olan hâkimiyetidir; yenilikçiliğidir, yaratıcılığıdır, mirasçısı olduğu geliştirme kültürüdür; uzun vadeli bakış açısıdır; devlet aygıtını kendi uzun vadeli çıkarları doğrultusunda kullanabilme konusunda kazandığı beceridir; bütün dünya coğrafyasında at oynatabilme pratiğidir. Bütün dünya coğrafyasında at oynatır; ama sıra başkalarının da kendi coğrafyasında at oynatma teşebbüslerine gelince, sonuna kadar ulusalcıdır. Gücünü kendi ulus devletinden alır. Böylesi bir dünya burjuvazisi karşısında, bütün deneyimsizliğiyle, kendi konum ve egemenlik alanını belirleyerek var olabilme arayışında olan Türkiye’deki yeni sınıfın unsurlarıysa, doğal olarak ürkektirler, temkinlidirler. Kurdukları işletmelerin varlığını sürdürebilmek için hiç olmazsa kendi iç pazarlarında makul bir paya sahip olmak ve zaman içinde bu paylarını büyütmek zorundadırlar; ama, söz konusu olan kendi iç pazarları bile olsa, oradan alacakları her pay, bu payı büyütmek için atacakları her adım, düne kadar o pazarın da sahibi olan yabancı firmaların aleyhine olacaktır. O nedenle, kendileri için ilahları kızdırmayacak güvenli bir yol bulabilmenin peşindedirler; bulmuşlardır da... Rekabet ederek değil işbirliği yaparak, rakibi yanına ortak alarak pazara giriş... Sonuçta bu yeni sınıfın unsurları, yabancılarla ortak olup onların lisansı altında imalat yapmayı yeğlemiş; imal etmede yetkinleşmeyi öğrenirken bir yandan da kullandığı teknolojiyi özümseyip onu geliştirme yetkinliğini de kazanmak yerine, gereksindiği teknolojiyi sürekli olarak dıştan transfer etme ya da bu meseleyi bütünüyle, teknoloji üstünlüğünü elinde tutan yabancı ortağına bırakma yolunu seçmiştir. Ülkedeki bütün sanayi işletmelerinin yabancı sermayeyle ortaklığı elbette mümkün değildi. Ama, yabancı ortaklı olmayan büyük, hatta bazı orta ölçekli işletmeler de, teknoloji gereksinimlerini, genellikle, yaptıkları lisans anlaşmalarıyla yine, teknoloji üstünlüğüne sahip yabancı firmalardan karşılama yolunu seçmişlerdir. Sonuç, yabancı sermeye ile ortaklık ya da stratejik işbirliği ilişkileri ağır basan bir sanayi sermayesinin yaratılması ve Türkiye’nin, teknolojide dışa bağımlı, uluslararası üretim ağlarıyla bütünleşmiş bir imalat merkezi olmasıdır. Bu merkezde imalat, yabancının lisansı ve çoğu zaman da onun markası altında yapılmaktadır. Bu yapı, doğası gereği teknolojide ve teknoloji muhtevası yüksek bütün girdilerde dışa bağımlıdır. Uluslararası üretim ağlarında yerini koruyabilmek için ucuza üretmek zorundadır. Bunun için herhangi bir girdiyi kendi üretebilse bile, daha ucuzunu bulduğunda onu da dışarıdan alır. Sanayisi bu yapıda olan bir ülkenin tarımı da aynı yapıdadır. Bugün şikâyetçisi olduğumuz durum, bu yapının doğal sonucudur. Çözüm, her şeyden önce, bu yapıyı çok iyi çözümleyebilmeye, anlamaya bağlıdır. Anma Günü’nün onur konuğu olan Prof. Doğan Kuban, Anma Günü kapsamında ‘Cumhuriyetin İlk KuşağıAlfabe İle Büyüyenler’ temalı bir konferans verdi. Erdal İnönü ile tanışmalarının Gazi Lisesi’nde öğrencilik yıllarına uzandığını belirterek İnönü’nün iyi niyet ve çok yönlülük anlamında gerçek bir Cumhuriyet neslini temsil ettiğini ifade eden Prof. Kuban, 1920 itibariyle doğan ve alfabe ile büyüyen kuşağın hem Avrupalı sayıldığını hem de Cumhuriyet’in sahabeleri olduğunu kaydetti. Anma Gününün kapanış konuşmasını yapan Sevinç İnönü ise program sonunda Prof. Doğan Kuban’a, Erdal İnönü ile Gazi Lisesi yıllarından çekilen bir fotoğrafı anı olarak takdim etti. İnönü Anma Günü SevinçErdal İnönü Vakfı ile Karikatürcüler Derneği tarafından hazırlanan ve Pembe Köşk’te sergilenen” Erdal İnönü Karikatürleri Sergisi” nin ziyareti ile son buldu. D Ü N Y A G Ö ST E RG E LE Rİ Dünyada dil çeşitliliği İngilizcenin Amerika’da, Çincenin Çin’de ve Rusçanın Rusya’da konuşulduğu fikrine karşın, dünyanın büyük bir kısmında dil çeşitliliği çok fazladır. Aslında tek dilli bir ülke bulmak neredeyse imkânsızdır. Aşağıdaki grafik, dil çeşitliliğini iki farklı şekilde ölçüyor. Bunlardan biri o ülkede konuşulan dillerin sayısı, bir diğeri ise Greenber’in çeşitlilik endeksidir. Greenberg’in çeşitlilik endeksi, bir ülkede iki kişinin aynı anadili konuşma olasılığını ölçer. Amerika, Rusya, Brezilya, Çin ve Meksika gibi büyük ülkelerin her birinde 100’ün üzerinde dil konuşuluyor. Ancak bu ülkelerde çeşitlilik endeksi düşüktür, çünkü İngilizce, Rusça, Portekizce, Çince ve İspanyolca çok sayıda küçük yerli dili yok edecek kadar istilacı bir nitelik kazanmıştır. Bunun tam tersi, dilbilimsel rekabet ve görece yoksulluğa bağlı olarak Hindistan ve Nijerya gibi ülkelerde tek bir dil baskın konuma gelememiştir. Dolayısıyla bu iki ülkede çeşitlilik endeksi oldukça yüksektir. Coğrafi yapı da belirleyici bir faktördür. Endonezya ve Filipinlerdeki çok sayıda ada, küçük dillerin yok olmasını engelleyici bir rol oynamıştır. Yoksulluk ve coğrafyanın birleşmesiyle Kongo ve Papua Yeni Gine, dilbilimsel olarak dünyanın en yüksek çeşitliliğe sahip ülkeleri durumundadır. CBT 1302/8 2 Mart 2012
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle