Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
bat, “Muhteşem Yüzyıl”ın, buna izin veren ve/veya göz yuman mercilerin en az bir defineci kadar suçlu olduğunu ortaya koymaktadır. “Muhteşem Yüzyıl”ın söz konusu bölümlerinin çekimi sırasındaki tahribat sadece kaçak kazı ile sınırlı değildir. Mağarayı yeterince etkileyici bulmayan yapımcılar, mağaraya yapay sarkıtlar ekleme gereği duydu ve bu eklentiler mağara Leyla ile Mecnun dizisi de çekimleri için Yarımburgaz Mağarası’nda tahribat yaptı. tavanında kalıcı izler bıraktı. Dizide görülen meşalelerin kalıntıları da mağaranın çeşitli yerlerine terk edildi. Mağaranın 1990’larda büyük ekonomik zorluklarla yaptırılan demir kapısının daha az dayanıklı malzemelerle yeniden kaynaklanarak kapatıldığı da tespit edilmiştir. Mağarada tespit edilen bir diğer tahribat ise TRT’de yaLeyla ile Mecnun” Muhteşem Yüzyıl çekimleri için mağara tavanına çok sayıda yapay sarkıt yapıldı. yımlanan “L dizisinin yılbaşı özel bölümünün Bunlar söküldükten sonra mağara tavanında çıkmayacak şekilde izleri kaldı (küçük resimler). çekimleri sırasında oluşturuldu. Burada pek çok zebaninin olduğu bir cehennem sahnesi çekilmiş, bunun için ma ne haline getirmektedir. Bu lojistik mecburiyet şüpğaranın pek çok yerinde ateş yakılmıştır. Mağaranın hesiz ki yüz binlerce yıldır bir mağaraya ihtiyaç duduvarına Bizans Dönemi’nde oyulmuş apsislerin yan tarihöncesi insan toplulukları için de geçerliyarasına boyayla bir “acil çıkış”ın yapıldığı ilk kez bu di. Yarımburgaz’ın arkeolojik öneminin çok fazla olbölümde “belgelenmiştir”. “Leyla ile Mecnun” dizi masının nedenlerinden bir tanesi belki de budur. Businin burada yaptığı çekimin neden olduğu tahribat gün, 2012 yılında, yüzbinlerce liralık maddi kaynakları, alet ve ekipmanı olan dizileri çekenlerin, tada en az diğerleri kadar vahimdir. Türkiye’de tarihi değeri olan alanların film sek rihöncesi insandan farksız bir biçimde aynı mecbutörü tarafından hoyratça kullanımına tek örnek Ya riyetlerin boyunduruğunda kalmış olduğunu görmek rımburgaz Mağarası da değildir. Muhteşem Yüzyıl Ya oldukça düşündürücüdür. Tarihi ve kültürel değerlerin korunmasında derımburgaz’da çekimler yaparken, aynı günlerde bir başmir parmaklıkların ya da bekçilerin bir etkisi olmaka tahribat daha gerçekleşti. Yeni yayımlanmaya başdığı, toplum bunları sahiplenmedikçe önemi ne layan “Hayat Devam Ediyor” dizisinin Kapadokya Siolursa olsun arkeolojik buluntu yerlerinin tahrip edilnasos’ta yaktığı/boyadığı Rum binaları da bir kültür diği, Yarımburgaz örneğinde gayet açık olarak göürünü olması gereken film ve dizilerin kültür varrülmektedir. Tarihi ve arkeolojik alanların film çelıklarına verdiği zararın bir başka örneği oldu. kimi gibi etkinlikler amacıyla nasıl kullanılacağı KülSADECE FİLMLER Mİ YOK ETTİ? tür ve Turizm Bakanlığı’nın yönetmelikleriyle açık bir şekilde belirlenmiştir. Werner Herzog’un “Cave of Forgotten DreYarımburgaz’da görüldüğü gibi, bu yönetmelikams” filmi Fransa’daki bir Paleolitik mağara olan lerin işlememesi bütün insanlığın ortak kültür varChauvet’yle ilgilidir. Bu filmde, çekimlerin ne şartlıklarının geri dönüşsüz bir biçimde yok olmasına kolarda yapıldığı da anlatılmaktadır. Herzog, mağaralaylıkla neden olabilmektedir. Dolayısıyla, Yarımya zarar vermemek amacıyla ne profesyonel kamera, burgaz’ın yok edilmesindeki tek sorumlu, ne “Muhne de ışık kaynakları kullanmıştır. Yapılan bütün çeteşem Yüzyıl”, ne “Leyla ile Mecnun”, ne de daha önkimler, mağaranın hassas yapısı korunarak, uzmanceki filmleri çekenlerdir. Yasa ve yönetmelikleri uyların eşliğinde ve gözetiminde gerçekleştirilmiştir. Yagulamayan, bunların uygulanmamasına göz yuman karımburgaz Mağarası’nın insanlığın bir kültür değeri mu yetkilileri ve kurumlarının da sorumluluğu en az olarak Chauvet’den hiçbir farkı yoktur. Ancak film söz konusu çekim ekipleri kadardır. Avrupa kültür başyapımcılarının kültür varlıkları hakkındaki entelektüel kentliği yapmış bir şehir olan İstanbul’un, şüphesiz düzeyi, bu alanlarda yapılan çekimlerin niteliğini de en önemli ve en eski arkeolojik alanının, müze olabelirgin bir biçimde değiştirmektedir. cağı yerde yok ediliyor olması, bu tahribatın sistematik Jeolojik olarak İstanbul yakın çevresinde Yave kurumsal oluşunu kanıtlamaktadır. rımburgaz dışında başka bir doğal mağaranın olmaması, Yarımburgaz’ı lojistik olarak mecburi bir sah* Ardahan Üniversitesi, Prehistorya Anabilim Dalı. berkaydincer@gmail.com ** İstanbul Üniversitesi, Klâsik Arkeoloji Anabilim Dalı. ozaryigit@gmail.com *** İstanbul Üniversitesi, Prehistorya Anabilim Dalı. i F. C. Howell, G. Arsebük, S. L. Kuhn, M. Özbaşaran, M. C. Stiner, 2010, Culture and Biology at a Crossroads. The Middle Pleistocene Record of Yarımburgaz Cave (Thrace, Turkey), Ege Yayınları, İstanbul. i M. Özdoğan, 1990, “Yarımburgaz Mağarası”, X. Türk Tarih Kurumu Kongresi C.: 1, TTK Basımevi, Ankara: 373388. M. Özdoğan, 2000, “Yarımburgaz Mağarası 1986 Kazıları”, Türkiye Arkeolojisi ve İsPargalı İbrahim’in iyileşmek için girdiği su birikintisini oluşturmak için mağarada tanbul Üniversitesi (Derleyen: O. Belli), İÜ kazı yapıldı. Bu çukur çekimlerden sonra dolduruldu (küçük resim). Rektörlük Yayınları, Ankara: 913. Dil Öğretimi Politikası ve Seçmeli Arapça Dersleri Bütün diller, onu konuşanlar tarafından kutsaldır ve sıcaklıkları anne ve anavatanla eş değerdedir. Anadilimiz Türkçeyi ne kadar seviyorsak ve ona ne kadar bağlıysak, bu durum diğer dilleri konuşanlar için de geçerlidir. Zeki Sarıhan zekisarihan@gmail.com M illi Eğitim Bakanlığı ilkokul dördüncü sınıflardan başlayarak okullara seçmeli olarak Arapça dersleri koyuyor. Hükümetin eğitimi muhafazakârlaştırma, dindar gençlik yetiştirme politikasına haklı olarak tepki duyanlar, bu yeni karara da aynı tepkiyi verdi. Daha önce Sosyal Bilimler Liselerine Osmanlıca dersi konulması da benzer bir tepkiyle karşılanmıştı. Ne var ki bu konularda duygusal davranmak yerine mantığımıza danışmalıyız. Osmanlıca Türkçe’nin özel bir biçimidir. Arapça ve Farsçadan yoğun bir sözcük yüklenmesine uğramışsa da Arapların ve İranlıların değil, Türkiye’nin ortaçağında Türk feodal sınıfının yazışma ve sanat dilidir. Osmanlıca ile milyonlarca belge, binlerce kitap yazıldı ve yayımlandı. Son zamanlarda tarih araştırmacılığının ve bunun için belge incelemenin önemi arttı. Nitekim Edebiyat fakültelerinden sonra Sosyal Bilimler Liselerinde Osmanlıca dersinin bulunması bir zorunluluktu. Türk tarihi ile ilgili pek çok eser var ki bunları yazanlar eski yazı ve Osmanlıca bilmedikleri için ikinci, üçüncü el kaynakları kullanmak zorunda kalıyor. 1928’e kadar basılan kitap ve gazeteleri inceleyemeyen, birçok amatör yazar var. Osmanlıca dersi alanların gericilik yapacakları, bir önyargıya dayanıyor. 1876 Birinci Meşrutiyet’in ilanından beri devrim ve demokrasi manifestoları Osmanlıcayı bilenler tarafından yazıldı. Cumhuriyet’i kuranlar da o kültürle yetiştiler. Okullardaki Osmanlıca dersleri bir yazışma ve konuşma dili olarak değil, belgeleri anlamak için verildiği için bundan ürkmek doğru değildir. Günümüzde en büyük gericilik olan işbirlikçiliğinin ve muhafazakârlığın hangi dille yapıldığını anlamak için gazete, kitap diline bakmak ve politikacıların konuşmalarına kulak kabartmak yeter. Gericilik Osmanlıca ile değil, sade bir Türkçe ile yapılıyor. Okullara seçmeli olarak Arapça dersi konulmasına gelince: Bu konuda bir karar verebilmek için Türkiye’nin siyasi, iktisadi, kültürel, turizm vb. ilişkilerinin bunu gerektirip gerektirmediğine bakmalı. Birkaç yıl önce bir özel lise, programları arasına Çinceyi de almıştı. Çünkü Çin’le ticari ilişkiler gelişiyordu ve bunu bilen insanlara ihtiyaç vardı. Okullarımıza seçmeli veya zorunlu olarak Batı dillerinin, hatta Rusça ve Uzakdoğu dillerinin konulması tepki çekmiyor. Arapçaya duyulan tepki erken Cumhuriyet döneminden beri Türkiye’yi yönetenlerin Doğu kültüründen koparak Batının kültür dairesi içinde yer alma kararından kaynaklanıyor. Ne var ki daha 1921 Maarif Kongresi’nde Mustafa Kemal Paşa “Doğu ve Batı etkisinden uzak milli bir kültür” ihtiyacından söz etmişti. Cumhuriyet döneminde bu niyet yepyeni ve üstün bir Türk uygarlığı ütopyasıyla güçlendiği halde, İkinci Dünya Savaşı sonunda bu ülküden vazgeçilerek Türkiye kendini Batı’nın kollarına attı. Eski yazı ve Arapça konusunda iki şartlanma vardır. Cahil dindarlar, yerde eski yazılı bir kâğıt görseler onu kutsal bir metin zannederler. Devrimciliği, ilericiliği bir takım şekillerde arayanlar ise onun gerici şeyler anlatan bir metin olarak görürler. Türkiye’nin eğitimde dil politikasına gelince: Türk devleti, Amerikan emperyalizminin dümen suyuna girdiğinden beri İngilizceye teslim oldu. Daha 1012 yıl öncesine kadar Anadolu liselerinde fen dersleri yabancı dilden veriliyordu. Bugün birçok üniversitemizde tamamıyla veya bazı programlarda eğitim İngilizce yapılıyor. ARAPÇA DA KONMALI Dil öğretimi konusunda işi doğru ve mantıklı mecrasında götürmek için şunlar yapılmalı: • Yabancı dille öğretim sona ermeli, bütün eğitim kurumlarımızda eğitim dili Türkçe olmalıdır. • Bilim, siyaset, teknoloji, ticaret ve kültür alışverişimizin olduğu bazı milletlerin dilleri, örneğin İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, Arapça vb. okullarımızda dengeli bir biçimde öğretilmelidir. • Başta Kürtçe olmak üzere halkın bazı kesimleri tarafından konuşulan diller de ihtiyaç ve istek olan bölgelerde seçmeli olarak okul programlarına alınmalı. Ele aldığımız konu ile ilgili olarak: Ülkemizde ana dilleri Arapça olan bir nüfus kitlesi var. Bu yörelerde Arapça seçmeli ders olarak eğitim programlarına konulmalıdır. Türkiye’de bugün Araplaşma tehlikesi yok. Arap kültürü Türkiye’nin geçmişinde var. İslamiyet Arabistan’da ortaya çıkmış ise de Türkler onu kendi dinleri haline getirdi. Dilde sadeleşme hareketiyle Türkçeden Arapça ve Farsça kelimeler atılabildiği kadar atıldı. Arapça ve Farsça kökenli olup Türkçe’de yaygın kullanıma girmiş sözcükler Türkçe sayılmalı. Bütün dillerde böyle bir durum var. Hiçbir dilin bütün sözcükleri kendi öz kökeninden gelme değildir. CBT 1302/ 19 2 Mart 2012