24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com www.mustafacetiner.com Üniversiteler ve bilimsel araştırma Berlin’de bilimsel bir toplantıda cep telefonum öylesine ısrarla çaldı ki, açmak zorunda kaldım: “Ben Prof. Dr. Korkut Özerkan, gazete yazınızda bilgi yanlışı var, Türkiye’de ilk kemik iliği naklini ben yaptım... İlgili dokümanları size yollayacağım, yayımlarsanız sevinirim.” D CBT 1345/ 18 28 Aralık 2012 Özerkan CBT’de yayımlanan “iki kayıp, bir kitap” isimli yazım nedeniyle arıyordu. Okumayanlar için hatırlatayım. Geçtiğimiz haftalarda ülkemizde bilimsel anlamda ilk kemik iliği naklini yapan ekibin bir üyesi olan Atilla Yalçın ile dünyada bu tedaviyi ilk uygulayan E. Donall Thomas’ın vefatlarının yakın zamanlarda olmasından yola çıkarak bir yazı yazmıştım. Yazıda değerlerimize sahip çıkmazsak ülkemizin her geçen gün biraz daha fazla Taliban’laşacağına vurgu yapmıştım. Özerkan’ın yolladığı zarfın içinden 1978 ve 1983 yıllarına ait “Türkiye’de ilk kemik iliği nakli yapıldı” başlıklı gazeteler ile 1979 ve 1983’te iki uluslararası kongrede sunulmuş tek imzalı iki adet “poster” özeti çıktı. Bu olguların yayımlandığı bir “makale” bulamadım. Aslında Türk hematolojisinin saygın isimlerinden Yücel Tangün’ün konu ile ilgili olarak yolladığı iletinin ilgili bölümünü yorumsuz olarak sizinle paylaşmak belki de en doğrusu... “ ... yazıda (benim makalem kastediliyor) belirtilenin aksine, ülkemizde ilk kemik iliği transplantasyonu (KİT) Prof. Dr. Atilla Yalçın’ın da görev aldığı GATA ekibi tarafından gerçekleştirilmemiştir. 1978’deki bir yayınımdan aktarmama lütfen izin veriniz (Y. Tangün: Kemik iliği transplantasyonunun tarihçesi. Klinik Gelişim 1997; 10: 36). Türkiye’de ilk KİT (kemik iliği nakli) Aralık 1978’de Hacettepe Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bölümü’nde Prof. Dr. Korkut Özerkan tarafından yapılmıştır. Bu konudaki eğitimini Fransa’da almış bulunan Dr. Özerkan, doku tiplemesi dahil, KİT’in tüm aşamalarını tek başına gerçekleştirmeyi yeğleyen bir kişiliğe sahipti. Her ne kadar sonuçlarını bilimsel toplantılardan, kongrelerden çok basın ve TV’de sunma eğilimi, takım çalışmasına ısrarlı kapalılığı ve Türk Hematoloji Derneği KİT grubunun çoğu birleşimlerine katılmaması haklı eleştirilere hedef olmuş olsa da, Dr. Özerkan’ın bu alanda uzun yıllara dayanan emeği yadsınmamalıdır...Ülkemizde KİT çalışmalarının ikincisi Eylül 1984’te Prof. Dr. Önder Berk tarafından Ankara’da Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) başlatılmıştır. GATA’da Onkoloji Bilim Dalı’nı kurmuş olan Dr. Berk ayrıca KİT konusunda hekimlere bilgi veren ilk Türkçe kitapçığı da yayımlamıştır (Ö. Berk: Kemik iliği transplantasyonu, Türkiye Klinikleri Yayınevi, 1988). Emekliliğinin ardından KİT uygulamaları yakında yitirdiğimiz Prof. Dr. Atilla Yalçın’ın başkanlığında sürdürülmüştür.” Atilla öğretmeni anarken amacım elbette kemik iliği nakli sürecine katkı yapan bilim insanlarını anmak değildi, o yazının bambaşka bir amacı vardı. Ama yeri gelmişken ülkemizde kemik iliği nakli sürecine katkı sağlayan bilim insanlarını hatırlamak doğru olabilir. Elbette en başa Dr. Korkut Özerkan’ı, Dr. Önder Berk’i, onunla aynı ekipte çalışan Dr. Atilla Yalçın’ı ve Dr. Necdet Üskent’i koymak lazım. Ama bu kadarla bitmiyor. Dr. Osman İlhan, Dr. Haluk Koç, Dr. Muhit Özcan, Dr. Günhan Gürman, Dr. Tevfik Akoğlu, Dr. Mahmut Bayık, Dr. Burhan Ferhanoğlu, Dr. Teoman Soysal, Dr. Yücel Tangün, Dr .Deniz Sargın, Dr. Sevgi Kalayoğlu Beşışık, Dr. Seçkin Çağırgan, Dr. Ali Ünal, Dr. Mustafa Çetin, Dr. Zafer Gülbaş, Dr. Mutlu Arat, Dr. Gülsan Sucak... Bu liste böyle uzar gider, arada unuttuğum başka öncü bilim insanları da mutlaka vardır. Bu sözünü ettiklerimin tümü yetişkin hastalara bakan hekimler, bir bu kadar da çocuk hastalarda kemik iliği nakli tedavisinin kökleşmesini sağlayanlar var. “İlk nakli kim yaptı” tartışmasından daha önemlisi, geçtiğimiz 34 yıl içinde kemik iliği nakli merkez sayısının 60’ı, son bir yıl içinde kemik iliği nakli yapılan hasta sayısının 2000’i, son 10 yıl içinde nakil olan hasta sayısının ise 11.000’i geçmiş olmasıdır. Varılan nokta bu ülkenin genel sağlık standardının çok üstündedir ve kişilerden çok Türk kan hastalıkları dünyasının ortaklaşa bir başarısı olarak kabul edilmelidir. Depresyonun kendisinin şişmanlık nedeni olabileceği ve antidepresanların kilo artışına neden olan etkisinin aslında depresyonun kendinden kaynaklandığı öngörüsü doğru görünmemektedir. Nitekim 2009 yılında Patten ve ekibinin “Psychotherapy and Psychsomatics” isimli dergide yayımladıkları makale açık biçimde depresyonun doğrudan kendisinin kilo artışına neden olmadığını ortaya koymuştur. Günümüzün yaygın kullanılan ve doğru kullanıldığında yaşam kalitesini belirgin olarak artıran bu ilaçları dikkatli kullanmak gerektiği açıktır. Ülkemizde İlk Kemik İliği Naklini Kim Yaptı? Ethem Alpaydın, alpaydin@boun.edu.tr> iyojen, Büyük İskender’e, “Gölge etme, başka ihsan istemem,” diyeli beri toplumlarda bilgi üretenler iktidara mesafeli duruşlarını korumuştur. Çünkü iktidarın ihsanı koşulludur, ihsanıyla kendine yandaş yapmak ister, himayesine aldığını kendine katar; örneğin adını verip bilgi üreten kurumların itibarından kendine pay çıkarmaya, ve kendi adını dolayısıyla iktidarını uzun süreli yapmaya çalışır; Süleymaniye medresesi ya da günümüz örneklerinde olduğu gibi. Daha arka planda ise iktidarın amacı, üretilen bilgiyle kendi ideolojisini ve iktidarını desteklemektir. Pazar ekonomisinin dünyayı ele geçirdiği bu çağda iktidarların bilgi üreten kurumlardan, yani üniversitelerden, en önemli beklentisiyse satılabilir maldır. Bugün yalnız Türkiye’de değil neredeyse her ülkede üniversitelerin başarısı, yetiştirdikleri insan gücü ya da bilime yaptıkları katkıyla değil, o ülkedeki şirketler için yaptıkları icatlarla, geliştirdikleri ürünlerle ve gayrisafi milli hasılaya ekledikleri katma değerle ölçülür duruma gelmiştir. Üniversitelerde edinilen bilginin endüstriye aktarılıp ürün olması ve topluma fayda sağlaması tabii ki beklenir ve gerekir, ama üniversitenin, ya da bilimsel araştırmanın, rolünü yalnızca buna indirgemek ve bir ülkenin bilim kurumlarını o ülkenin şirketleri için çalışması gereken ARGE laboratuvarları olarak görmek, buna göre değerlendirmek ve buna göre ihsan dağıtmak, sığ ve uzak görüşsüz olduğu kadar başarısız olmaya da mahkum bir bakıştır.Çünkü bilimsel araştırmada buyruğu geçen, sözü dinlenen yalnızca bilimdir; çalışmalar bilimin evrensel kıstaslarına göre yapılır, buluşlar pazarda ne kadar para ettiklerine göre değil bilimin kıstaslarına göre değerlendirilir. Örneğin bilim yapan kurumlarda, üniversitelerde ve akademilerde, üyelik, değerlendirme ve yükseltmeler bilime yapılan katkıyla ölçülür. İktidarlar bu kurumlara müdahale ettiklerinde bilimsel araştırmanın sürekliliğini bozar, bu kurumların işleyişlerine zarar verirler; üstelik kendilerinden sonra gelecek başka iktidarların yaptıklarını geri çevirmesinin, ya da bambaşka yeni düzenlemeler yapmasının yolunu açmış olurlar. Bir toplumda bilimin yaygınlaşması, bilimsel düşünme ve araştırmanın yerleşmesi, iktidarlar üstü ve uzun süreli bir uğraş olmalı, kısa vadeli hedefler ve kaygılarla sekteye uğratılmamalıdır. Kaldı ki hangi araştırmanın çok kârlı bir buluşa neden olacağını kimse bilemez; bazı konulara öncelik verip bazılarını kısa dönemde faydası düşük zannederek göz ardı etmek, örneğin kaynakları temel bilimler yerine teknolojik alanlara ayırmak, uzun dönemde çok faydalı olabilecek buluşları engelleyebilir. Bilimin iktidara mesafeli durmasının en temel nedeniyse, bilimsel araştırmanın yenilikçi ve dolayısıyla isyankar yapısıdır. Her yeni buluş, her yeni düşünce öncekine başkaldırıdır, ve bilimsel araştırmanın geliştiği, en önemli ve en çok para getiren buluşların yapıldığı toplumlar, farklı düşüncelerin rahatlıkla söze ya da yazıya dökülebildiği, kişilerin sosyal ya da iktidardan gelen, yeni düşünceleri ve dolayısıyla yaratıcılığı kısıtlayan bir baskı altında olmadığı, bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu toplumlardır. İktidarın bilimi yönlendirmeye çalışması bu bağlamda bilimin en temel gereksinimi olan özgürlük ve bağımsızlığa ters düşer, bilimin güneşini gölgeler, ve yeni buluşlar yapan bilim insanları yerine mevkiini ve alıştığı ihsanı korumak için her gelen iktidara boyun eğen memurlar yaratır. 2) Üniversitede her doktora öğrencisi için hocasının, yani tez danışmanının, dışında en az 3 öğAltı yıl içerisinde doktorasını bitiremeyen araştırma görevlilerinin ünretim üyesinin olduğu bir versiteden kovulması içinize sindi mi? “Tez İzleme Kurulu” oluşProf. Dr. Naci Görür, İTÜ Öğretim Üyesi, Bilim Akademisi Derneği Üyesi turulur. Bu kurul senede en YÖK bir karar alıyor. Doktorasını 6 sene içeriaz iki kere toplanarak doktora çalışmalarının nasıl gitsinde bitirememiş olan Ar. Gör.’lerin üniversite ile tiğini hangi aşamaya geldiğini izler. ilişkileri kesilecek diye. Karar büyük yerden. Ne yap3) Doktora yapılan bölümün bir başkanı, o bösın üniversiteler? Onlar da hemen emri yerine gelümü içine alan fakültenin bir dekanı ve o fakültetirdiler. Bazı bilim insanları da bu çağdaş (?) kararı nin bağlı olduğu üniversitenin de bir rektörü vardır. gönülden destekledi. İşe yaramaz Ar. Gör.’ler gitti üniElbette ki bu yöneticiler çok meşgul insanlardır ama versitenin sorunu bitti! Kırk yıllık bir üniversite hoüniversitede araştırmanın bel kemiğini oluşturan dokcası olarak çok az şey beni bu kadar rahatsız etmiştora konusuyla da ilgilenmiş olmaları beklenir. tir. Bu haksızlığa karşı bir şeyler yazmak için biraz bekŞimdi, yukarıdaki bilgilerin ışığı altında, YÖK, üniledim. Bu vesile ile belki üniversite AR. Gör’lerin versite ve öğretim üyelerine soruyorum: okuldan atılmasına neden olan koşulları masaya yaBir doktora öğrencisinin doktorasını gözeten ve tırır, asıl kabahatli olanın bu genç insanlar değil ünidenetleyen bu kadar kişi ve kurum varken o doktoversite ve dolayısıyla da öğretim üyeleri olduğunu tarranın zamanında bitirilememiş olması sadece öğtışır diye. Heyhat, boşuna beklemişim. Çoğunluk garencinin suçu mudur? Faturayı sadece bu genç inyet vurdumduymaz, pişkin ve bu haksızlığı içine sinsanlara kesmeyi hangi gerekçelerle içinize sindirdidirmiş bile. Ar. Gör’lere yapılmış olan bu haksızlığa niz? Acaba şimdi bu gençlerin mağduriyetinde dobir çift laf söylemeden önce sadece 3 noktayı kalaylı veya dolaysız rol oynamış olan diğer taraflar hakmuoyunun dikkatine getirmek istiyorum: kında da bir şeyler yapacak mısınız? Doktora çalış1) Dünyanın her yerinde doktora çalışması esas ması güncellik, evrensel kalite ve standart ister, biitibariyle bir öğretim üyesinin (Tez Danışmanı) gölimin ulaştığı en son platformda yapılır. Bugün ünizetim ve denetiminde yapılır. Çoğu kez kime doktora versitelerimizde doktora yöneten ancak bilim âleyaptıracağına da öğretim üyesi karar verir. Doktora minde hiç adı sanı duyulmamış, ciddi bir dergide doğkonusunun seçimi de dâhil tüm araştırmada doktoru dürüst bir araştırması yayınlanmamış, atıf sayısı bir ra hocasının büyük payı vardır. Nitekim doktora çaelin parmakları kadar bile olmayan ve dışarıdaki ünilışması yayınlandığında makalede hocasının da ismi versitelerin kapısından bile içeri giremeyecek olan öğyer alır. Bugün ülkemizde doçent ve profesörlüğe başretim üyelerine de Ar. Gör.’ler gibi kapıyı gösterevuran çok sayıda bilim insanının dosyasında doktobilecek misiniz? Eğer cevabınız hayır ise ne derseniz ra öğrencisinin tezinden çıkmış yayınlar bulunur. deyin vicdan azabından kurtulamayacaksınız. İTÜ Araştırma Görevlileri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle