Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) İkinci ekran basit bir şekilde, birinci ekranda (TV, video) bir şey izlerken, ikinci ekranda da (akıllı telefon, tablet vb) birşeyler yapıyor olmakla ilgili. Einstein’ı Türkiye’ye çağırmak... Genç Cumhuriyet yönetimi 1933 yılında Einstein’ın Türkiye’ye gelmesini çok istemişti Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com İkinci Ekran Toplumu Bilgi Toplumu olmuyorsa, “İkinci Ekran Toplumu” verelim. Bilgi Toplumu olmak için illâ ki bilgi üretmek gerekmiyor. Zira daha büyük bir çoğunluk için bilgi toplumu demek üretilen o bilgileri tüketmek anlamına geliyor. Birisi veri saklama teknolojilerinde büyük buluşlar yapıyor, milyonlarca kişi ise o buluşun bir uygulaması olarak akıllı telefonlara müzik ya da fotoğraf dosyaları saklayarak o “bilgi”yi tüketiyor. O nedenle bilgi toplumu denildiğinde “tüketici” tarafında olmak daha renkli. Bu dünya için kullanılmakta olan bir kavram da “ikinci ekran”. İkinci ekran basit bir şekilde, birinci ekranda (TV, video) bir şey izlerken, ikinci ekranda da (akıllı telefon, tablet vb.) birşeyler yapıyor olmakla ilgili. Tek ekranla tatmin olmayanlar “ikinci ekran toplumu”nu oluşturuyor. Özellikle “dijital yerli”lerin ilk kuşağı olan Y Kuşağı’nı ayırt etmenin bir yolu da bu olsa gerek. Birisi televizyonun karşısındayken elindeki telefon ile sosyal medyaya giriyorsa bilin ki yaşı büyük bir olasılıkla yirmi ya vardır ya yoktur. Ancak bu “ikinci ekran” hareketinin bir parçası olmak Y Kuşağı’nın tekelinde değil. Sinemada film izlerken elindeki cep telefonuyla Facebook ya da Twitter gibi sosyal medya sitelerine filmle ilgili yorumlar yazanlar sadece Y Kuşağı’nı oluşturan yirmi yaşından küçük gençler değil. Bu salgın hızla yayılıyor. ABD’den bu konudaki bazı istatistikler: Akıllı telefon ya da tablet sahiplerinin yüzde 80’i TV izlerken bu cihazlarını kullanıyor. TV izlerken sosyal medyaya erişenlerin yüzde 51’i tam da o sırada aynı TV kanalını izleyen ve sosyal medyaya bağlı olan diğer “ikinci ekran”cılarla “sosyalleşiyor” (büyük bir olasılıkla izledikleri programla ilgili yorum değiş tokuşu yapmak için). Facebook üyelerinin yüzde 24’ü ise sinemada film izlerken, Facebook’a film hakkında yorum yazıyor. İkinci ekran olgusu ciddi ciddi yeni uygulama alanlarını da beraberinde getiriyor. Örneğin bu tür amaçlar için geliştirilmiş akıllı telefon uygulamaları var. Diyelim ki TV’de bir spor müsabakası izlerken, akıllı telefon uygulamasında da o müsabaka ya da lig ile ilgili istatistiklere erişmek mümkün. TV kanalları da ikinci ekrancıları mutlu edecek uygulamaları yayınlarına dahil etmeye başlamış durumda. Bir dizi ya da eğlence programı izlerken ekranda onunla ilgili Twitter hashtag’inin çıkması bunun en basit örneği. Böylece ikinci ekrancılar Twitter’dan o hashtag ile ilgili mesajlara erişerek, program hakkında yapılan yorumları canlı olarak takip edebilirler. Hatta bazı programlarda yayınlanan mesajlar da ekranın altında kayan yazı olarak tüm izleyicilerle paylaşılmakta. İkinci Ekran Hareketi’ni marjinal bir durum olarak yorumlamak yanlış olacaktır. Öyle ki zaman zaman ikinci ekran, birinci ekranın olmadığı canlı ortamlarda bile gücünü hissettiriyor. Stadda maç izlerken ya da evin salonunda misafir ağırlarken ikinci ekran devreye girip, birkaç dakikalığına bile olsa kişinin fiziksel (ve sıkıcı olduğu belli) ortamdan (birinci ekran simülasyonundan) kendini soyutlaması ve en azından sosyal medyada neler olup bittiğine şöyle bir bakması için kurtarıcı olabiliyor. İkinci ekran, gözümüze takacağımız tek camlık bir kameragözlük ile fiziksel ortam ile dijital ortamı aynı anda hibrit bir şekilde gözümüzün önüne getirecek süreçte küçük bir adım sanki. G enç cumhuriyet yönetimi, ünlü fizikçi Einstein’ın Türkiye’de üniversitede görev yapmasını veya geçici de olsa ülkemize gelerek konferanslar vermesini çok istemişti. Daha 1930 yılında matematik profesörü Kerim Erim, Türkiye’nin Almanya büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa ile birlikte Einstein’ı Berlin yakınlarındaki evinde ziyaret ederek çeşitli konularda sohbet etmişler ve bu ziyaret sırasında Kemaleddin Sami Paşa, Einste ma sağlandı ve iki temsilci arasında protokol imzalandı. Fransızca olarak düzenlenen bu protokolün son bölümünde şunlar söylenmektedir: “Sayın Vekil, Profesör Einstein, Franck, Born, Warburg, Cassirer v.s. gibi bilim adamlarının muvakkat (geçici) profesör olarak Türkiye’ye gelmelerini şiddetle arzulamaktadır. (Monsieur le Ministre desire vivement recevoir en Turquie comme professeurs temporaires un certain nombre de savants tels quels les professeurs Einstein, Franck, Born, Warburg, Cassirer etc.) Ankara, Temmuz 1933 Dr. Reşit Galip Prof. Dr. Philipp Schwartz” 17 Temmuz 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “Son Telgraflar” başlıklı bölümünde de şu haber yer alıyordu: “Profesör Ayinştayn, üniversitede konferanslar vermek üzere senenin muayyen (belirli) zamanlarında İstanbul’a gelecektir.” 20 Temmuz 1933 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “Şehir ve Memleket Haberleri” başlıklı bölümünde ise şunlar söyleniyordu: “Profesör Ayinştayn, senenin muayyen zamanlarında şehrimize gelerek konferanslar verecektir. Dünya ilim ve fen âleminde tanınmış diğer âlimlerden bazıları da İstanbul’a ve Ankara’ya gelerek konferanslar vereceklerdir. Üniversiteye celbedilecek (getirtilecek) ecnebi profesörlerle muhabereye (görüşmeye) başlanmıştır. İsviçre beynelmilel profesörler bürosuna da hangi ilim ve fen şubeleri için profesör istenildiğini gösteren bir liste ile şeraitimiz (koşullarımız) bildirilmiştir.” Görüldüğü gibi 1933 yılında gerek devlet yönetimi düzeyinde, gerekse basında Einstein’ın Türkiye’ye gelmesi konusunda önemli bir istek ve ilgi vardır. Genç Cumhuriyet yönetimi, Einstein’ın gelmesini çok istemekle birlikte, başka önemli bilim insanlarının üniversiteye gelmesi konusunda da istekli ve ısrarlıdır. Bu tutum, Cumhuriyet yönetiminin dünyaya bakışı ve siyaset anlayışı ile doğrudan ilgilidir. 1933 yılında Einstein artık Almanya’ya geri dönemeyecek duruma geldiğinde, onu Türkiye Cumhuriyeti yönetiminden başka dünyada hiçbir devlet yönetimi ülkesine davet etmemiştir. Cumhuriyet hükümetinin bu farklı tutumu rastlantısal veya popüler bir girişim değildir. O sadece Einstein’ı değil, dünyanın önde gelen diğer bilim insanlarını da ülkesine davet etmektedir. Bu durum, henüz 10 yaşındaki genç bir cumhuriyet hükümetinin kendine güvenini, azmini ve kararlılığını göstermektedir. Ama aynı zamanda bir başka önemli gerçeğe daha işaret etmektedir; Genç Cumhuriyet, en kısa zamanda, bilimde ilerlemek ve bilimle ilerlemek istemektedir. Yararlanılan kaynak: Prof. Dr. Horst Widmann; Atatürk Üniversite Reformu, Çeviri: Prof. Dr. Aykut KazancıgilDr. Serpil Bozkurt, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Atatürk’ün Yüzüncü Doğum Yılını Kutlama Yayınları Özel Seri 3, İstanbul 1981. BASININ İLGİSİ CBT 1345/ 12 28 Aralık 2012 in’ı hararetli bir şekilde Türkiye’ye davet etmişti. İTÜ Elektrik Fakültesi emekli profesörlerinden Prof. Dr. Münir Ülgür’ün 2006 yılı Ekim’inde yaptığı açıklamalarından öğrendiğimize göre, 1933 üniversite reformu sırasında Atatürk de Einstein’ın Türkiye’ye gelmesini ve yeni üniversitede görev almasını istemişti. Prof. Dr. Münir Ülgür, 1949 yılında ABD’de Einstein ile görüşmüştü. Prof. Ülgür, o görüşmede Einstein’ın, Atatürk’ün, diğer bilim adamlarıyla birlikte kendisinin de Türkiye’ye gelmesini istediğini ve kendisinin de “Arkadaşlarım hep oradaydı ama burada imkânlar çok fazla olduğu için burayı tercih ettim” dediğini söylemişti (Bkz. CBT sayı 1022, 20 Ekim 2006). 1933 üniversite reformunun yapıldığı sırada Milli Eğitim Bakanı olan Reşit Galip Bey de, Einstein’ın Türkiye’ye gelmesini çok arzuluyordu. Nazi rejiminin işten çıkarttığı öğretim üyeleri Zürih’te toplanarak geleceklerini belirlemek için bir dernek (notgemeinschaft) kurarak örgütlenmişlerdi. Sonradan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Patolojik Anatomi kürsüsünün başına geçecek olan Prof. Dr. Philipp Schwartz da bu öğretim üyeleri arasında bulunuyordu. 1933 Mayıs’ında İstanbul Darülfünunu’nda reform yapılacağı ve bazı profesörlerin görevlendirilebileceği haberinin iletilmesi üzerine Prof. Schwartz, üniversite reformu için rapor hazırlamakla görevlendirilmiş bulunan Prof. Malch ile bağlantı kurarak konuyu dernek adına görüşmek üzere Türkiye’ye geldi. 6 Temmuz tarihinde Ankara’ya ulaşan Schwartz, Maarif vekili Dr. Reşit Galip tarafından kabul edildi ve Prof. Malche’ın da bulunduğu bir toplantıda Dr. Reşit Galip ile Prof. Dr. Philipp Schwartz arasında bir protokol imzalandı. Bu protokol, çeşitli bilim dallarına hangi öğretim üyelerinin çağrılacağıyla ilgiliydi. Sonunda isimler, ücretler ve istenen koşullar konusunda anlaş