Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Bu yazıda adı anılan ne dört ayaklı canlılara ne de dört tekerlekli cansızlara hakaret kastı vardır... Ülkelerin bilim, teknoloji, sanayi ve yenilikçilik alanlarındaki yetenek düzeylerini ortaya koyan göstergeler aynı zamanda ulaştıkları toplumsal refah ve gelişmişlik düzeylerinin de göstergeleridir. Geri kalmış ülkeler arasında bilim ve teknoloji göstergeleri iyi olan bir ülke bulamazsınız. Ya da sanayi göstergeleri olağanüstü kötü, ama toplumsal refah ve gelişmişlik düzeyi yüksek bir ülke... Suudi Arabistan ya da benzeri petrol zengini Arap ülkeleri bu kuralı bozmaz. Onlar sanayileri olmadan zenginleşmişlerdir ama toplumsal gelişmişlik açısından çağ dışıdırlar. O zenginlikleri de aslında, bulundukları coğrafyanın petrolünden en büyük faydayı sağlayan Batı ülkelerinin onlara bıraktıkları boyun eğme payından kaynaklanır; o payın en büyük parçasına da başlarındaki feodaller el koyar. Sözünü ettiğim bilim ve teknoloji göstergelerine ya da ARGE harcamaları ve patent sayıları gibi yenilikçilik göstergelerine, bu alanlardaki yetenek düzeyimizi ortaya koyabilmek için bu köşede ben de çok yer verdim. Elbette bunun asıl nedeni, bunların aynı zamanda bizim toplumsal refah ve gelişmişlik düzeyimizi de sergiliyor olmasıydı. Bilim, teknoloji ve sanayide yetkinlik kazanılmasını istemek toplumun daha iyi bir geleceğinin olması içindir. Ama düşündüm de, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyini göstermek ya da ülkemizin ne ölçüde gelişmekte olduğunu izleyebilmek için böyle karmaşık göstergelere hiç ihtiyaç yok. Vay efendim, yalnızca bilimsel yayın sayısına bakmak yetmezmiş; atıf yoğunluğuna ya da Hendeksine de bakmak gerekirmiş! Sanayi açısından asıl bakmak gereken de yüksek teknolojili ürünlerin ihracatımızdaki payıymış, açıklanmış karşılaştırmalı üstünlükmüş, vs., vs... Oysa Türkiye’nin gelişmişlik düzeyinde herhangi bir iyileşme olup olmadığını izleyebilmek için çok daha basit bir ölçüt var: Yaya kaldırımlarının durumu... Bu nasıl bir ölçüt; tanımlamaya çalışayım. Bir kere, ölçüt olarak, ülkemizin başkentinde merkezi yerlerdeki yaya kaldırımlarını alacağız. Niçin başkent? Çünkü bir ülkenin başkenti o ülkenin, gelişmişlik düzeyi bir yana, kelimenin tam anlamıyla, erişebildiği uygarlık düzeyinin de aynasıdır. ‘Başkent bir tür propaganda vitrinidir; ülkenin genelindeki durumu göstermez,’ diye düşünmeyin. Çünkü başkentinde o düzeyi tutturabilen bir ülkede eğer istenirse bütün ülke o düzeye çekilebilir. Bu ölçüt nereden aklıma geldi. Malum. Nüfusumuzun ezici çoğunluğu kırsal kökenlidir. O nüfus köyde yaşarken, içlerinden hâli vakti nispeten iyi olanlar tarlalarına, bağ ve bahçelerine gidip gelmek için ne kullanırlardı? Eşek... Adam evine döndü; eşeğini nereye bağlardı? Ahırına... Bazılarına göre mübalağa geliştik. Çünkü kentte yaşamaya başlayanların çoğu, artık işlerine dört tekerlekli eşeklerle gidip geliyorlarmış. Aldatıcı bir gösterge... Ben, bugün evlerine döndüklerinde eşeklerini nereye bağladıklarına bakarım. Oturdukları apartmanların altında ahır yok. Apartman önündeki ya da arkasındaki bahçeyi eşek bağlama yerine çevirmiş bazı apartmanlar ama yeterli değil. Orada yer bulamayınca nereye bağlıyorlar? Yaya kaldırımının üzerine... Bırakın bebeğiyle bir kadının ya da alışveriş torbalarıyla zor zahmet evine dönen bir yaşlının geçmesini, tek başına yürüyen herhangi bir kişinin bile yola inmeden geçmesine imkân vermeyecek biçimde... Ve inilen yol işlek bir cadde... Bu kadar mı? Adam burnunun dibindeki markete ya da bankaya da dört tekerlekli eşeğiyle gidiyor. Ama onların da eşek bağlama yerleri yok. Giden nereye bağlıyor? Yaya kaldırımına... Şimdi siz bu ülkeyi gelişmiş bir ülke olarak tanımlayabilir misiniz? Anlaşılan bu ölçütü pek de uygun bulmadınız... O halde, gelecek hafta da kaldırım ölçütümü bu kez başka yönleriyle savunmayı sürdüreceğim... Türkiye İçin Gelişmişlik Ölçütü... Resim 1: Balat İlyas Bey Külliyesi havadan görünümü. Beylikler döneminden bir şaheser: Balat İlyas Bey Külliyesi Avrupa’nın kültürel miras değerlerini korumayı misyon edinen Europa Nostra’nın (1) her yıl verdiği ödüllendirmede “tarihi yapıtların onarımı ve korunması” kategorisinde bu yıl Türkiye’den Balat İlyas Bey Külliyesi’nin restorasyon projesi ödüle layık görüldü. Aydın ilinin Didim ilçesine bağlı Balat (antik Milet/Miletos) ören yerinde (2), 15. yüzyılın başlarında inşa edilen İlyas Bey Külliyesi özellikle cami bölümünün özgün mimarisi, cephe tasarımı ve bezemeleriyle Anadolu Türk mimarisinin şaheserlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Nezih Başgelen, ArkeologEditör EUROPA NOSTRA 2012 ÖDÜLÜ B CBT 1343/ 8 14 Aralık 2012 ir zamanların görkemli Miletos antik kentinden Bizans döneminde küçülerek antik tiyatro ve çevresinde bir kastron (kale kent) haline dönüşen Palatia/Balat yerleşimi (3) Menteşe Beyliği’nin eline geçmesinden sonra deniz ticaretinin buradan yapılmaya başlanması nedeniyle tekrar canlanmıştır. Beyliğin Osmanlıların eline geçmesiyle duraksayan gelişim 1402’de Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile Timur arasında Çubuk Ovası’nda yapılan ve Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan Ankara Savaşı’nın ardından, Timur tarafından beyliğin Menteşe hanedanına geri verilmesinden sonra tekrar canlanmış ve Balat 15. yüzyılın ilkyarısında Beçin’den sonra Menteşelilerin ikinci başkenti olmuştur. Bu dönemde Venedik elçisi sıfatıyla Balat’a gelen Giritli Leonardo Dellaporta (4) Menteşe Beyliği’nin başındaki İlyas Bey’in Balat’ta bahçelerle çevrili ikametgâhında ağırlanmış ve bu bahçelerin güzelliğinden çok etkilenmiştir. Balat’ta 1404’te Menteşeoğulları’nın son hükümdarı İlyas Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılan cami, medrese, imaret, çifte hamam, çarşı gibi bi rimlerden oluşan bu külliye Anadolu’da Beylikler devri sanatının özgün anıtlarından birisidir. (5) Kare planlı, tek kubbeli caminin duvarlarında kullanılan kaliteli mermer bloklar antik Milet harabelerinden devşirilmiş, yeniden işlenerek duvarlara yerleştirilmişlerdir. Kubbesi ve kubbeye geçişi tuğla örgülüdür. Geçirdiği depremler caminin tuğla minaresini gövdeden itibaren yıkmış, giriş cephesindeki mermer sütunlar ile örgü elemanlarında yarılmaayrılmakırılma ve parça kopmalarına (6) yol açmıştır. Portal ile iç ve dış pencere alınlık ve çerçevelerinde, geçme ve kakma olarak yerleştirilmiş, dekoratif nitelikli renkli taş ve çini kullanımı karakteristiktir. Genelde tek renk firuze sırlı çiniler yanı sıra lacivert ve mor örneklere de rastlanmaktadır. Caminin ön cephesinde son yıllarda define arayıcıların yol açtığı bilinçsiz tahribat bu tarz ata yadigârlarının maruz kaldığı insan eliyle verilen zararlara ibretlik bir örnektir. Cami ile ortak bir avlu etrafında yer alan medrese yapısı, kubbeli baş odası dışında bütün mekânların üst örtüleri yıkılmış; duvarları kısmen ayakta kalabilmiştir. Bazı mekânlarındaki hatıl izlerin