Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör lığıyla ilişkilendirmiyor. Sean Solomon’a göre, Merkür’deki sıcaklık 426 santigrat dereceye kadar yükselebiliyor. Fakat bulgu yine de suyun ve yaşama ait diğer yapıtaşlarının güneş sisteminin diğer bölgelerine ne şekilde ulaştığını açıklayabilir, Merkür’ün güney kutbunda da buz olabilir. Messenger daha çok kuzey kutbunun yakınında dönüyor. Merkür’de buzun varlığı aslında radar ölçümleriyle az çok biliniyordu. 2004’te gönderilen Messenger sondasıyla bu tahmin artık kesinleşti. madde detektörü geliştirdi. Büyük bir gri kutu şeklindeki detektör aleti, tüm beden tarayıcısına benziyor. Aygıtın içindeki küçük deliklerin arkasına ise fareler yerleştiriliyor. “Biyolojik sensor” denen farelere koklama öğretilmiş. Tehlikeli maddeler kötü kokuyor, bu yüzden de böyle bir maddeyle karşılaşan fareler aletteki alarm noktasına koşuyor. Bu durumda ya kırmızı bir ampul yanıyor ya da bir uyarı sinyali duyuluyor. Fareler, teknik algılayıcılara göre daha avantajlı. Çünkü patlayıcı maddelerin çok azı, havada çok az molekül bulunması nedeniyle doğrudan tespit edebiliyor. Oysa fareler en düşük yoğunluktaki maddeleri bile koklayabiliyor. Aslında fareler dışında da biyolojik sensörler var: Mesela köpekler uyuşturucu, arılar ise TNT patlayıcı madde kokluyor. Fakat fareler, biyolojik algılayıcıların yürüyen bant işçileri gibiler. Köpekler sürekli motive edilip, ödüllendirilmelerine rağmen yarım saatten fazla çalışmıyor, fakat fare dört saat kadar koklayama devam ediyor. Ayrıca burnu da çok daha iyi. Fare diğer parçacıklar arasında milyarda bir yoğunlukta bulunan patlayıcı maddeyi koklayabilirken, arılarda bu yoğunluğun on ila seksen, köpeklerde ise bin misli olması gerekiyor. Sevgili okuyucularım, uzun zamandır ilk defa bu köşede bir resim yayımlıyorum: Avusturya’da LinzLand bölgesindeki Aziz Florian Vakfının muhteşem binasının tören salonunda kapı üstü resmi olarak yapılmış olan gördüğünüz tablo 1727 tarihini taşır. Azı karar, çoğu zarar, bu atasözü doktorlara göre sporda da geçerli. Günde ortalama 3050 dakika kadar yapılan spor kalp sağlığı için ideal, ama daha fazlası olumsuz etki yapıyor. Efsaneye göre Yunanlı haberci Pheidippides İ.Ö. 490 yılında Perslilere karşı alınan zaferi bildirmek için Marathon’dan Atina’ya kadar kırk kilometreyi koşarak tamamladıktan sonra yere yıkılmış ve hayatını kaybetmiş. Bu öykü günümüzdeki maraton yarışlarının esin kaynağıdır. Günümüzde de ma Sporun fazlası, yarardan çok zarar veriyor İsrailliler (Bioexplorers kuruluşu), içinde teknik algılayıcılar yerine fare yerleştirilen patlayıcı Fareler, patlayıcı maddeleri buluyor CBT 1343/7 14 Aralık 2012 raton koşucularından pek kimse ölmedi. Maratondaki ölüm riski 100.000’de 1.01. Bununla birlikte maraton, kardiyologlar James H. O’Keefe ve Carl J.Lavie’ye göre (“Heart” dergisi) o kadar tehlikesiz sayılmaz. Ne kadar çok antrenman o kadar iyi, düşüncesi doğru değil, çok fazla sporun yarardan çok zarar verdiği gösterildi. Düzenli yapılan sporun sağlıklı olduğu tartışmasız. Her gün 3045 dakikalık spor, Alzheimer, diyabet, osteoporoz, depresyon ve kalp rahatsızlıkları gibi birçok hastalık riskini düşürüyor. Oysa bir ila iki saate kadar uzayan antrenmanlar, kısa vadede ölçülebilir değişimlere yol açıyor. Bu zorlama yüzünden kalp kaslarında mikroskobik boyutta yırtıklar açılabilir. Bu hasarlar normalde bir haftalık dinlenme evresinden sonra kayboluyor. Fakat yıllarca devam eden aşırı antrenmanlarla dokuya verilen zararlar kalıcı hale gelebilir ve bunun sonucunda damarlarda kireçlenme, damar cidarlarında kalınlaşma ve kalp ritim bozuklukları ortaya çıkabiliyor. Ayrıca oksidatif stres durumu daha da kötüleştiren iltihaplanmalara neden olabilmekte. İşte tam da bu değişimler bazı koşullarda erken ölüme götürebiliyor. Acı, sevinç ve üzüntü – bu tür yoğun duygularda, yüz ifadesi o sırada kişinin mutlu olup olmadığını yansıtmıyor. Amerikalılara göre (Science) bedenin duruşu kişinin durumu hakkında çok daha fazlasını söylüyor. Beden dili insanların duygularını tahmin etmek için en iyi araç. Oysa araştırmacılar bugüne kadar yüz kaslarının olumlu ve olumsuz duyguları en iyi şekilde yansıttığı konusunda hemfikirdi. Princeton Üniversitesi psikologlarından Hillel Aviezer ve ekibi, güçlü bir duygunun tahmin edilmesinde mimiğin çok fazla abartıldığı, yüz ifadesinin güçlü bir duygunun rahatlatıcı mı yoksa rahatsız edici mi olduğunu bile söylemediği sonucuna varmış. Araştırmacılar 15 katılımcıya önemli bir maçta kazanan veya yenilen profesyonel tenis oyuncularının resimlerini gösterdi. Katılımcılar, tenisçilerin sadece yüzlerini gördüklerinde, sporcunun o anda sevindiğini veya sinirlendiğini neredeyse hiç doğru tahmin edememiş. Fakat bedenlerini veya yüzlerle birlikte bedenlerini gördüklerinde daha doğru tahminler yapmış. Burada ilginç olansa, katılımcıların bunu farkına varmamış olmaları. Katılımcılar tahminlerini yüz ifadelerine göre yaptıklarını sanmışlar. Sonuç: Yüz kasları, çok yoğun duyguları açıklamakta yetersiz kalıyor. Nilgün Özbaşaran Dede nozbasaran@yahoo.com Mimikler her zaman doğruyu söylemiyor Tablo, Barok dönemin büyük fresk ustalarından Bartolomäo Altomonte’nin (16941783) eseridir. Tablo’nun konusu, Prens Eugen’in 1716 Petrovaradin’de Osmanlı ordusunu bozduktan ve 1717’de de Belgrad’da Osmanlıları yenmesinden sonra Belgrad’ı teslim almasıdır. Bu yenilgiler zinciri, daha 11 Eylül 1797’de II. Mustafa’nın Zenta’da gene Prens Eugen karşısında aldığı ağır yenilginin sonucu olmuştur. Zenta muharebesinin tarihini bilenler, burada alınan yenilginin coğrafi bilgi eksikliği, stratejik plânlama yoksunluğu ve taktik beceriksizliklerin sonucu olduğunu bilirler. Sultan II. Mustafa, hazinesini bile harp meydanında bırakıp kaçmıştır. Bunlar tarihi gerçeklerdir. Buradaki tablo ise temsilidir ve Prens Eugen’in Belgrad’ı Osmanlılardan teslim alışını resmetmektedir. Prens Eugen’in önünde iki büklüm olan Osmanlı ile onun yanında yüzü yakarır ifadeli Osmanlı elbetteki ressamın kurgusudur. Resim bir san’at eseridir, kurgusu vardır, ama bir tarihi gerçeği yansıtmaktadır. Dün gece televizyonda Cüneyt Özdemir’in hazırlayıp sunduğu 5N 1K programına konuk olan AKP İstanbul milletvekili Oktay Saral Bey, «siz kurgu adına bu milletin saygı duyduğu büyüklerine bilmem ne naneler yedirirseniz, birileri de gelir size yedirir» deyince Cüneyt Özdemir pek haklı olarak irkildi ve saklayamadığı bir dehşet içerisinde «Bir dakika Oktay Bey, siz nane yedirir demekle kimi tehdit ediyorsunuz?» diye sordu. Televizyonlarının önünde aynı dehşet içinde bu sahneyi izleyen bizlere ileri demokrasiyi ülkemize getirmiş olan partinin milletvekili Oktay Bey cevap falan vermek ihtiyacını duymadı ama, TBMM’ye verdiği kanun teklifi bunun cevabını zaten içeriyordu. Kanun içeriği Türk toplumunun aile yapısına uygun, gençlerimizi, çocuklarımızı rencide etmeyecek, çıkarmayacak dizi yapmak olacakmış. Yani AKP’nin saygın saydığı, sevdiği birisinin, kurgu içinde olsa bile, yaptığı kötülükleri anlatamazsın, yazamazsın, ifade edemezsin! Bu haberi okuyunca gözlerime inanamadım. İnanamadığım bu zatın milletvekili sıfatıyla sıkılmadan Mecliste bu milleti temsil ettiğini iddia etmesidir. Bu bilgi, bu görgü, bu kültür eksikliği, bu demokratik anlayış fakirliği, hele TBMM’nin yüce çatısı altında, gerçekten dehşet vericidir ve ülke bu gibi kişilerin güdümüne girerse, sonumuz hakikaten Afganistandır. Oktay Bey, Altomonte’nin de kendi ecdadını iki büklüm olmuş resmetmesine izin vermemek isteyebilir: Buyursun Avusturya’ya gidip şikâyetçi olsun ve artık merhum olmuş olan büyük ressama veya onun eserini koruyan ve sergileyen, sanata saygılı uygar insanlara naneyi yedirsin de görelim. Ben Muhteşem Yüzyıl dizisinin tek bölümünü bile seyretmedim, zira küçüklüğümden beri Kanuni’den hazzetmem, Osmanlı’nın çöküşünü, Önasya Türklüğünün felaketini hazırlayan kişi olduğuna inanırım. Cüneyt Özdemir’in programda da dediği gibi, Hürrem’in onun (ve dolayısıyla Osmanlı Devleti) üzerindeki yıkıcı etkisini biz hem okulda hem de diğer tarih kitaplarında okuduyduk. Ben Oktay Bey’e ilkokulda okuduğum bir kitabı tavsiye edeyim: Enver Behnan Şapolyo’nun Osmanlı padişahlarını alsın, Kanuni’yi açıp okusun. İsterse sonra daha yüksek düzeyli eserler de önerebilim. Bana güvenmezse büyük tarihçimiz, sevgili dostum İlber Ortaylı’ya sorsun ne okuması gerektiğini. Ama öğrenmesi gereken şudur: Herkesin tarihi gibi bizimkinin de karanlık ve aydınlık yüzleri vardır. Osmanlı tarihinin büyük bir kısmı, onun televizyonda iddia ettiğinin tam tersine, hepimiz için ne acıdır ki, karanlıktır. Bu karanlık bazen belgelerle, bazen kurgulu eserlerle değişik ton ve açılardan yansıtılabilir. Buna kanunla karşı gelmeye kalkmak milleti yoz bir cehalete, ilkel bir tahammülsüzlüğe ve acınacak bir acze mahkum etmek demektir. Oktay Bey ve Sayın Başbakanı fevrive fevkalade tehlikeli laflar etmeden önce etraflarında bulunabilecek bilgili ve kültürlü kişilere bir danışsınlar. Yoksa hiç istemeden kendi milletlerine fenalık ederler. Türk Milletine Doğruyu Öğrenme Yasağını Kim Koyacak?