Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kahve Yemen’den gelmez! Prof. Fernand Braudel, büyük coğrafi keşiflerle birlikte insanların yemeiçme alışkanlıklarının değişmeye başladığını ve klasik beslenme rejiminin XVIII. yüzyılda kapandığını yazar. Bağımlılık yapan maddeler arasında öteden beri alkol var. Çay, kahve, şokola tamamen Yeniçağ’ın ürünü. Tütün ise Yeni Dünya’dan gelen en büyük bağımlılık yapan üründür. Zeki Arıkan O CBT 1343/ 14 14 Aralık 2012 smanlının bütün dünyada yayılmasına öncülük ettiği kahve Yemen kökenlidir. Tüketilmesi oldukça gerilere gidiyor. Efsanelerle süslenmiş, sihirli bir içecek. Mısır, Suriye ve İstanbul’a ulaşması oldukça yeni sayılır. Kahveyi İstanbul’a Habeş valisi Özdemiroğlu Osman P a şa ’nın 1555’te getirdiği söylenir. Kâtip Çelebi, 1543 sıralarında gemilerle İstanbul’a getirildiğini yazar. Fakat Peçuylu İbrahim Efendi’nin tarihindeki rivayet, anlatımındaki ustalık ve şiirselliklen ötürü oldukşa yaygınlık kazanmıştır: “Yıl 962(1554) tarihine gelinceye kadar başkent İstanbul’da ve bütün Rumeli’nde kesinlikle kahve ve kahvehane yok idi. Anılan yılın başlarında Halep’ten Hakem adında esnaftan bir adamla Şam’dan Şems adlı bir kibar kişi Tahtakale’de açtıkları birer büyük dükkânda kahve satıcılığına başladılar. Keyiflerine düşkün bazı kişiler özellikle okur yazar takımından birçok büyük kimse bir araya gelmeye ve yirmişer otuzar kişilik toplantılar düzenlemeye başladılar. Kimisi kitap ve güzel yazılar okur, kimisi tavla ve satranç oynardı…” Kahveler İstanbul’da çabucak yaygınlaştı. Kahvehanelerin halk ile dolup taşması, özellikle gençlerin, çocukların buralara dadanması ulemayı harekete getirdi. Kahvenin haram olduğu konusunda fetva çıktı. Ebussuud Efendi, kavrulan kahvenin özünü yitirdiği için haram sayılması gerektiğini savunuyordu. Aynı yıllarda tütünün de yaygınlık kazanmasıyla kahvehanelerde göz gözü görmüyor, millet dumanı birbirinin yüzüne savuruyordu. IV. Murat, 1633 yılında kahveyle birlikte tütünü de yasakladı ve kahvehaneleri sahiplerinin başına yıktı. Çünkü buraları tehlikeli mekânlar olarak görüyordu. XVII. yüzyılda kahve üzerindeki tartışmalar devam ediyor, “devir” ya da “cemiyet” halinde yani topluca ağızdan ağza içilmesi yasak gerekçesi olarak gösteriliyordu. Kâtip Çelebi, bütün yasakların ve fetvaların yarar sağlamadığını yazar. Sonunda Şeyhülislam Bostanzade Mehmet Efendi kahvenin ve tütünün içilebileceği konusunda fetva verdi. Çünkü kendisi tütün ve kahve bağımlısı idi. Kahve tarih boyunca Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı üzerinde derin izler bıraktı. Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi, Salah Birsel ve daha bir dizi yazar kahvenin izini sürmekten geri kalmadı. Kahve, giderek dünyaya açılıyordu. Fransız gezgini Thévenot bunun Paris’te tanınmasında ve yayılmasında önemli bir rol oynadı. Gezginci Ermeni tüccarları, kahveyi Paris’in sokaklarında satıyorlardı. 1672 yılında Saint Germain Fuarı’nda bir “kahve evi” açılmıştı. Giderek Paris’in ünlü kahveleri ortaya çıktı. Kahve başlangıçta Yemen’den geliyordu. Avrupalı tüccarlar da bu “sihirli” içeceğe ulaşmak için büyük çaba gösteriyordu. Fakat zorluklar giderek artıyordu. Osmanlı baharat yolunu Portekiz’e kaptırmamak için yüzyıl süren bir savaşım vermiş fakat sonunda Doğu ticaret yolları değişmişti. Böylece baharatın büyük pazarı Amsterdam’da kuruldu. Artık Osmanlı kendi baharatını almak için Hind Okyanusu’nun değil Avrupa’nın yolunu tutuyordu. Değerli meslektaşım ve arkadaşım Prof. Dr. Salih Özbaran, bu büyük dönüşümü açıklamak için tam elli yıldır uğraş veriyor, yazdığı Türkçe ve yabancı dildeki eserlerle bizi aydınlatmaya çalışıyor. Baharatta yaşanan bu süreç XVIII. yüzyılda kahvede yaşandı. Kahve Mısır yoluyla Avrupa’ya ulaşıyordu. Mısır pahalı bir ülkeydi, üstelik gümrük resmi yüksekti. % 10’a kadar çıkıyordu. Avrupalı tüccarlara çıkarılan güçlükler, zaman zaman konulan yasaklar onları başka arayışlara itti. Avrupalılar önce saksılarda kahve yetiştirmeyi denediler. Bunda başarılı oldular. Hollanda, kahve tarımını sistemli bir hale getirmek için yıllarca çalıştı. 1658’de Sri Lanka’da kahve tarımı başladı. Fidanların çıkış noktası Amsterdam’dı. Hollanda, sömürgelerindeki adalarda bunu yaygınlaştırdı. Tohumlar, Fransız kolonilerine de taşındı. Bourbon adasında kahve yetiştirildi. XVIII. yüzyılın ilk yıllarında kahve tarımı Küba’ya ulaştı. Yüzyılın sonuna doğru Meksika ve Kolombiya’da kahve yetiştiriliyordu. Bugün yetmişin üzerinde ülkede kahve tarımı yapılmaktadır (Ulla Heise, Kahve ve Kahvehaneler, çev. Mustafa Tüzel, Dost, 2001). Yurdumuzda yapılan deneyler başarıya ulaşamadı ne yazık ki. Kahvenin pazarı, baharat örneğinde olduğu gibi Avrupa’da kuruldu. Türkiye, kahveyi elde etmek için Avrupa pazarına gidiyordu. Yemen yolu kapanmıştı. Osmanlı bir kez daha Batı karşısındaki ekonomik savaşı yitirmişti. Kahve artık Yemen’den gelmiyordu. BAŞLANGIÇTA YEMEN’DEN.. Boğaziçi Üniversitesi’nin 2008 yılından bu yana düzenlemekte olduğu ‘Yeni Düşler Yenilikçi Düşünceler Yarışması’nda ödüller sahiplerini buldu. Genç fikirleri ve girişimci çözümleri buluşturan yarışma, enfeksiyon hastalıklarıyla mücadeleden gençlik radyosuna, şoför takip sistemlerinden kişi arama motorlarına ve tatkokumarkafiyat ilişkilerini ölçülebilir bir şekilde ortaya koyan “Nöropazarlama” uygulamasına kadar birçok yaratıcı projeyi ödüllendirdi. Ödüle Layık Görülen Projeler: Yenilikçi Teknolojik İş Fikri konularında düzenlenen yarışmada dereceye layık görülen projeler Genel ve Otomotiv kategorilerinde ödüllerini aldılar. Elginkan Vakfı birincilik ödülüne PHISTOİnsan Protein Etkileşim Veri Tabanı projesiyle Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Doktora Öğrencisi Saliha Tekir layık görüldü. Elginkan Vakfı ikincilik ödülü, Gençlik Radyosu projesiyle Marmara Üniversitesi Almanca İşletme Enformatiği Bölümü 4. sınıf öğrencisi Arzu Dilan’a verildi. Karel Ödülünü, Nöropazarlama Uygulaması adlı proje ile Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü 4. sınıf Öğrencisi Muhammet Çağlar Kılınç kazandı. Airties Ödülü’ne ise Enspecta projesiyle Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Doktora Öğrencisi Arda Çelebi layık görüldü. Parmarş Parmak İzi Okuyuculu Marş Sistemi projesiyle Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü İngilizce Hazırlık Okulu Öğrencisi Halil İbrahim Yıldırım, Bosch firması tarafından mansiyon teşviki kazandı. ‘Yeni Düşler Yenilikçi Düşünceler Yarışması’ DÜNYA GÖSTERGELERİ On binlerce politikacı, diplomat, sivil toplum örgütü üyesi ve gazeteci, Birleşmiş Milletler’in iki hafta süren (26 Kasım7 Aralık) yıllık iklim değişikliği konferansı için Katar’ın başkenti Doha’da bir araya geldi. BM Çevre Programı (UNEP), iklim olaylarının giderek kötüleştiğini gösteriyor. Seragazı emisyon miktarı şu anda karboneşdeğeri 50 gigaton (GtCO2e) civarında seyrediyor. Bu rakam, 2000 yılındakinden % 20 daha yüksek. Kaygı uyandıran bir diğer nokta, karbon emisyounun 2020 yılında dünyada sıcaklığın 2°C’den daha fazla ısınmaması için konulan sınırı şimdiden % 11 oranında aşıyor olması. Eğer emisyon bugünkü hızında artmaya devam ederse, 2020 yılında 58 GtCO2e seviyesine çıkacak. Bu da o gün olması gerekenden 14 GtCO2e yüksek olacağı anlamına geliyor. Kuramsal olarak seragazı emisyonları o tarihten sonra dramatik olarak azaltılırsa çok fazla sorun yaratmayabilir. Ne var ki bugün siyasilerin önündeki en büyük sorun, ülkelerin yeterli miktarda kesintiye gitmeye yanaşmaması. UNEP, 2009 yılındaki Kopenhag İklim Değişikliği Konferansı’ndan sonra, ülkelerin çeşitli kesinti vaatlerinin ne gibi bir etki yaratacağını araştırdı. Ülkeler, esnek kurallardan ve yasal boşluklardan yararlanarak minimum miktarlarda kesintiye gittikleri zaman gerçek bir farklılık yaratmış olmayacaklar; emisyonlar işlerin normal seyretmesi durumuna göre ancak 1 GtCO2e kadar azalacak (A Durumu). Eğer ülkeler, sert kurallar uygulayıp maksimum oranlarda kesintiye gitmiş olsalar küresel sıcaklığın 2 °C artışına yol açacak kesintinin yalnızca yarısını gerçekleştirmiş olacaklar (B Durumu). Ve emisyonlar 2020 yılında da yükselmeye devam edecek. KÜRESEL SERAGAZI EMİSYONU VE BUGÜNKÜ DURUM