27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR Balmumundan diş dolgusu ması mümkün.” Arkaik insandan modern insana geçişteki adımın ne şekilde atıldığı hâlâ tam olarak bilinmiyor. Ancak yeni gen analizi en azından bu gelişmede hangi genetik ayarlamaların dahil olduğunu gösteren ilk kanıtları sunuyor. KhoiSan halkının en eski gen varyantları arasında sadece iskelet ve kafatasının gelişiminde önemli olan üç gen saptanmış. Bunlardan RUNX2 geni, modern ve arkaik insan arasındaki anatomik farklılıklardan sorumlu olabilir. Bu genin varyantları her şeyden önce alın kemerinin, göğüs kafesinin ve köprücük kemiklerinin biçimlenmesinden ve kafatasının ne zaman kapanacağından sorumlu. KhoiSan halkının içinde de bazı farklılıklar saptanmış. Bu grupta şaşırtıcı derecede çok fazla etnik çeşitlilik var ve DNA sayesinde geçmişlerine bakıldı. Buna göre günümüzde Namibya’nın kuzeyinde ve Angola’da yaşayan San halkı, 25.00043.000 yıl önce diğer KhoiSan halkından ayrılmış. Genler öte yandan Namibya’da yaygın olan Nama Khoi soyunun diğer birçok KhoiSan halkına karşın niçin avcı ve toplayıcı değil de yerleşik yaşadığını açıklıyor. Namalar küçük ama belirgin bir kalıtım bölümünü Doğu Afrika halklarıyla ama özellikle de Massai halkıyla paylaşıyorlar. Bu da Doğu Afrika’dan göçenlerin tarımı, Bantu dili konuşan çiftçilerin Orta Afrika’dan gelmesinden önce Güney Afrika’ya getirdikleri anlamına geliyor. Massai halkından geçen bir gen varyantı Nama halkındaki yetişkinlerin yarısının laktozu sindirebilmelerinden sorumlu. Oysa bu gen varyantı diğer KhoiSan gruplarında, topluluğun sadece yüzde onunda görülmekte. doğru çıkmadı. Kabuk oluşumunun çok daha karmaşık olduğu ve olasılıkla farklı protein grupların etkileşimiyle geliştiği tahmin ediliyor. Slovenya’daki bir kazı yerinde bulunan iyi korunagelmiş 6500 yıllık bir çene parçasındaki bir dişin balmumundan bir dolgusu olduğu tespit edildi. Dolgu uluslararası bir araştırma ekibinin çene parçasını röntgen ve enfraruj ışınla incelemesi sonucunda köpek dişinde bulundu. Bilim insanları dolgunun ölümden önce mi yoksa sonra mı yapıldığını kesin olarak söylemiyorlarsa da, diş ağrısını dindirmek için dişin çatlağına yerleştirilmiş olabileceğini söylüyorlar (PLOS ONE). Bulgu iyileştirici diş tedavisi için en eski kanıt kabul ediliyor. Dişin tedavi edilmeye çalışılmasını gösteren daha eski buluntular da var. Mesela Pakistan’daki azı dişlerinde birden fazla delme izi saptanmış ve bunlar İÖ 7.500 yılına ait. Fakat tedavi çabasına ait ilk gerçek bulgular daha yeni dönemlere aittir. Mesela eski Mısır yazıtlarında (İÖ 1.600) dişlerin bal ve mineral karışımı bir maddeyle dişlerin yerine yapıştırıldığından söz edilmektedir. Ancak son bulgu tedavi edici ve ağrı giderici diş dolgusuyla ilgili en eski kanıttır diyor Trieste Abdus Salam Uluslararası Teorik Fizik Merkezi’nden Federicon Bernardini. Son bir araştırmaya göre Afrika’nın güneyindeki KhoiSan halkının geçmişi modern insanın diğer halk gruplarından çok daha eskiye uzanıyor. KhoiSan halkının soy çizgisi yaklaşık 100.000 yıl önce oluşmuş. Sonuç, gelmiş geçmiş en kapsamlı genetik inceleme sonucunda elde edilmiş. Araştırma çerçevesinde Güney Afrika’da yaşayan 220 insanın 2,3 milyon kalıtım varyantını analiz edilince bu halkın, genetik olarak eşsiz olabileceği ortaya çıkmış. Bugün bilinen popülasyonlardan hiçbiri tüm insanların atalarından bu kadar erken ayrılmamış (Science). Bu nedenle KhoiSan halkının ka Dünyanın en eski halkı KhoiSan Uluslararası bir araştırma ekibi istiridyenin kalıtımını çözdü. Bu çalışmayla böylece İ s ti ri dy en in k al ıt ım ı çözüldü midyelerin ve salyangozların da dahil olduğu yumuşakçalar kalıtımı ilk kez tamamen çözülmüş oldu. DNA analizi istiridye kalıtımının, yumuşakçalarda farklı çevre koşullarına uyum sağlamaya izin veren kapsamlı bir gen takımına sahip olduğunu gösteriyor. Bu sayede istiridyeler örneğin önemli sıcaklık oynamalarından, tuz oranının değişmesinden, hatta zehirli ağır metallerden bile etkilenmiyorlar (Nature). Kabuk oluşumunun sanılandan çok daha karmaşık olduğu da anlaşılmış. Çin Bilimler Akademisi’nden Guofan Zhang ve arkadaşları Pasifik denizinde çok yaygın olan Crassostrea gigas istiridyesini incelemişler. İstiridyenin kalıtımı 28.027 genden oluşuyor ve bunlardan sadece 5.844’ü çeşitli çevre koşullarına uyum sağlamaktan sorumlu. Bu anti stres genlerinden 4.420’si havadaki değişimlere reaksiyon gösteriyor ki bu da havanın istiridyeler için en büyük stres faktörü olduğunu göstermekte. Aşırı sıcakta toplam olarak 88 genin etkinliği artmış. Aşırı sıcak ve aşırı soğuğa uyum sağlamadan sorumlu olan bu genlerden insanda sadece 17 tane bulunur. Bu da istiridyelerin suların çekildiği zamanlarda 49 derece sıcaklığa kadar nasıl dayandıklarını açıklıyor. İstiridye güneş ve düşmanlarından kalın bir kabukla korunuyor. Bilim insanları bu kabuğun daha çok ipek benzeri proteinlerin yardımıyla geliştiğini tahmin ediyorlardı, bu Çeşitli sebze türleri kanser önleyici maddeler içerir. Çinli bilim insanları şimdi turpgiller familyasına ait sebze tüketimi ve meme kanseri arasındaki ilişkiye dikkat çekti. Yaşlı kadınlarda meme kanseri riski lahana tüketimiyle %15’e kadar düşüyor (The Breast). Zhejiang Üniversitesi’nden Xiaojiao Liu ve Kezhen Lv, meme kanseri riskinin dünyanın bazı bölgelerinde beş misli fazla oluşunu, farklı beslenme alışkanlıklarına bağlıyor. Genel sebze tüketimi ve meme kanseri arasındaki ilişkinin incelendiği araştırmalar hep kuşkulu sonuçlar vermişti. Son araştırmada toplam 18.673 hastanın katıldığı 13 araştırmanın sonuçları analiz edilmiş. Bu hastalar ve kontrol grubundaki katılımcılar turpgiller familyasına dahil (beyaz ve kırmızı lahana, Brüksel lahanası, brokoli, kohlrabi ve Çin lahanası) sebzeler yemişler. Bu sebzelerden en fazla tüketenlerde meme kanseri riski düşük çıkmış. Kesin kanıtlanmamış olmakla birlikte, kanserden koruyucu etkinin sebzelerin içindeki maddelerle alakalı olması akla uygun. Mesela lahananın içindeki Isothiocyanate ve Indol3Carbinol gibi maddelerin etkisi çok iyi araştırılmıştır ve kanseri önledikleri de biliniyor. Bol lahana az kanser ÇİKOLATA NİÇİN UYUŞTURUCU ETKİSİ YAPIYOR Şaşırtıcı özelliklere sahip olan insan bedeni, seks, spor veya çikolata tüketimi sırasında uyuşturucu etkisi bulunan maddeler üretebiliyor. Amerikalılar kısa bir süre önce tatlı yiyeceklerin niçin uyuşturucu gibi etkidiğini farelerde inceledi. Farelerdeki “yeme krizi” eğilimi araştırmacıları beklenmeyen bir beyin bölgesine ve bedende üretilen bir opioide yöneltmiş. Fakat daha fazla yemek, daha fazla istek anlamına gelmiyor diyor biyopsikolog Alexander DiFeilceantonio (Michigan Üniversitesi). Deneyler önce farelerin beynindeki opioidlerin (enkefalin ve dinorfin) oranı minik doku sondalarıyla ölçüldükten sonra, kemirgenlere içi çikolatalı renkli draje verilmiş. Farelerin açlığı gerçekten de büyükmüş. 20 dakikada ortalama olarak 10 draje (10g) yemişler. Bu oran yetmiş kiloluk bir insan bedenine göre hesaplandığında iki kilodan fazla çikolata demek ki en büyük çikolata fanatiği bile bu kadar çok yiyemez. Bu kadar çok çikolata yiyen farelerin mide içeriğine paralel olarak enkefalin oranı artarken, dinorfin miktarı artmamış. Bu verilerden yola çıkan araştırmacılar birkaç beyin bölgesini inceledikten sonra aradıklarını dorsal neostriatum bölgesinde bulmuşlar. Yirmi dakikalık çikolata tüketiminin ardından buradaki enkefalin değerleri yüzde ellinin üzerinde artmış. Bu beyin bölgesi bugüne dek harekete bağlı etkinliklerle ilişkilendiriliyordu. Fakat daha sonraki deneylerle bu değerlerin çiğnemeye ve diğer hareketlere bağlı olarak çıkabileceği düşünülmüştü. Araştırmanın ikinci bölümünde, çikolata yeme isteğinin kimyasal maddelerle tetiklenmesi halinde ne gibi sonuçların ortaya çıkacağını görebilmek için tüm farelere aynı zamanda dorsal neostriatum bölgesinde yapay olarak üretilen opioid Damgo aşılanmış. Bu şekilde gerçek bir yeme krizi ortaya çıkmış. Kemirgenler bir saat içinde on yedi draje yemişler. Bu bir insanın üç buçuk kilo çikolata yemesiyle eşit. Çikolata yemenin zevk vermekten çok uyuşturucu etkisi yaptığını araştırmacılar son bir deneyle öğrenmişler. Bu amaçta kimyasal maddenin ve buna uygun beyin bölgesinin sübjektif keyfi ne kadar artırdığını ölçmüşler. Farelerde bunu ölçmek için yeme sırasında yüz ve ağız bölgesindeki hareketlere dikkat ediliyor. Örneğin tıpkı insan gibi fare de tatlı yiyeceklerin ardından dudaklarını yalar. Kemirgenlere yapay opioid aşılandığında bu ve diğer davranışlar değişmemiş. Yani fareler daha fazla çikolata yemelerine rağmen zevk alma faktörü yükselmemiş. İnsanlarda aynı beyin bölgesi, şişmanların yemek yemeleri sırasında veya bağımlıların uyuşturucu kullanmaları halinde etkinleşiyor. Anlaşıldığı üzere enkefalin maddesi bazı kişilerde aşırı yemek yeme isteğini ve bağımlılığı tetikliyor olabilir diyor Alexandria DiFeliceantonio. CBT 1333/ 6 5 Ekim 2012 lıtımı, 100.000 yıl öncesi yani modern insanının evrimi için önemli bir evre olan zamandaki evrimsel süreçler için değerli bir bakış açısı sunuyor. Güney Afrika’daki halkların genetik farklılıklarından anlaşıldığı üzere modern insan tek bir coğrafi bölgede gelişmemiştir diyor Uppsala Üniversitesi’nden Carina Schlebusch. “İnsanlık tarihi bunun yerine melezleşmeler ve ayrılmalarla biçimlenmiştir. Bu nedenle modern insanın homojen olmayan bir ata grubundan gelişmiş ol
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle