24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Duygudaşlık bazen ters tepebilir! İnsanın kendini başkasının yerine koyması uygulama ya da zamanlaması doğru olmadığında geri tepebilir... 2 007 yılında Tarık adlı Filistinli bir genç sıradışı bir yaz kampına katıldı. Barış Tohumları adlı bir vakıf tarafından örgütlenen kamp, Filistinli gençlerle İsrailliler arasında bir yakınlık kurulması amacıyla tasarlandı. Kampta bir hafta boyunca birlikte kürek çekme, yürüyüş gibi etkinliklere katılan gençler daha da önemlisi bu iki ulus arasında yıllardır yaşanmakta olan çekişmelerle ilgili deneyimlerini tartıştılar. Ne var ki Tarık hiç de beklenildiği gibi tepkiler vermedi. Bu hoş ve huzurlu ortamda İsrailli akranlarının dile getirdikleri duygu ve düşüncelere kulak veren Tarık onlara tıpkı kendi gibi insanlar gözüyle bakması gerektiğini biliyordu. Oysa, İsrailli gençlerin bakış açılarını düşündükçe onların duygularını paylaşmak yerine onlarla giderek zıtlaşmaya başladı. Sezgilerimiz ve ruhsal kuramların büyük bir çoğunluğu “perspektif almanın” ya da kendini başkalarının yerine koymanın bireyler arasındaki anlaşmazlıkları çözüme kavuşturabileceğine işaret eder. Bir başkasının yaşadığı deneyimleri derinlemesine düşünmenin önyargıları ortadan kaldırabileceğine, farklı siyasal görüşlere sahip topluluklar arasındaki mesafeyi azaltabileceğine ve hatta şiddetli çatışmaları sona erdirebileceğine inanılır. Bu görüşün ardında topluluklar arasındaki anlaşmazlıkların çoğu zaman bir yanlış anlama sonucunda ortaya çıktığı mantığı yatmaktadır. Öyle olunca da birlikte geçirilen zaman bir yerlerde birlikte içilen bir fincan kahve, ya da birlikte gidilen bir toplantı her iki taraftan da bireylerin birbirlerine sanıldığından çok daha fazla benzediklerinin ayırdına varmalarına, birbirleriyle ilgili yanlış ya da asılsız görüşlerin ortadan kalkmasına yol açacak ve aralarındaki bölünmeyi giderek yok etmeye başlayacaktır. Bu mantık çoğunlukla geçerli olur. On yıllar boyunca yapılan araştırmalar olaylara karşı tarafın bakış açısından yaklaşmanın genellikle insanlarda dostluk duygusunu körüklediğini, bireyler arasındaki benzerlikleri gözler önüne serdiğini, yardımlaşma ve işbirliği gibi toplumsal davranışları besleyip geliştirdiğini ortaya koyuyor. Bu tür bir yaklaşım kişinin ilk başlarda küçük gördüğü karşıt görüşlü siyasal partilerin üyelerine bile çok daha yüce gönüllü bir biçimde davranmasına neden olabilir. Gelgelelim, bu yaklaşımın kimi zaman hüsranla sonuçlandığı da olur. Nitekim, olaylara karşı tarafın bakış açısından yaklaşmanın yol açabileceği ironik ve zararlı etkilerin vurgulandığı araştırmaların sayısı son zamanlarda giderek artıyor. CBT 1333/ 14 5 Ekim 2012 Kendilerini anlaşmazlıkları gidermeye adamış örgütler perspektif alma yönteminden genellikle etnik ve siyasal topluluklar arasındaki uzun süreli kin ve düşmanlığı giderici bir yöntem olarak yararlanırlar. Ne var ki, Tarık’ın yaşadıkları bu yöntemin kimi zaman yanıltıcı olabileceğini gösteriyor. Barış Tohumları kampında geçirdiği yazdan iki yıl sonra Tarık topluluklar arasında yaşanan anlaşmazlıkların ardında yatan ruhbilimsel unsurları araştıran Massachusetts Teknoloji Enstitüsü sinirbilim uzmanlarından Emile TOPLULUKLAR ARASINDAKİ ANLAŞMAZLIKLAR Bruneau ile birlikte çalışmaya başladı. Bruneau’ya göre çeşitli araştırmalar perspektif almanın daha baskın ya da egemen toplulukların küçük düşürülen ya da kınanan topluluklar karşısında daha olumlu bir tavır takınmalarına yardımcı olduğuna işaret ediyor. Örneğin, evsiz bir insanın kafasından neler geçiyor olabileceğini düşünmek kişinin o insana yardımcı olmasını sağlayacak çok daha sevecen duygular beslemesine yol açıyor ancak bu yöntem birbirlerine diş bileyen gruplarda asla etkili olmuyor. Gerçekten de Bruneau kısa bir süre önce yaptığı bir araştırmada çelişki sırasında perspektif almanın yaratacağı etkilerin kendini başkasının yerine koyanın kim olduğu ve kendini kimin yerine koyduğuna göre çarpıcı farklılıklar gösterdiğini ortaya koydu. İki anakarada sürdürülen araştırmada Bruneau görece daha egemen olan çatışma gruplarının (çalışmalarında İsrailliler ile Amerikalılar) kendilerini karşı tarafın yerine koyduklarında (sırasıyla Filistinliler ve Meksikalı göçmenler) egemen olmayan karşı gruplarla ilgili olarak daha olumlu düşünceler beslediklerine, ancak zihinsel açıdan yer değiştirmenin daha alt konumdaki topluluklarda bu tür yararlı etkilere yol açmadığına tanık oldu. Nitekim, olaylara beyaz Amerikalıların bakış açısından yaklaşmak Meksikalı göçmenlerin söz konusu topluluğa karşı besledikleri olumsuz duyguların daha da kötüye gitmesine neden oldu. Bu başarısızlığın olası bir nedeni, daha güçsüz bireylerin kendilerini zaten sıklıkla başkalarının yerine koyuyor olmaları ve bu yüzden daha yoğun bir duygudaşlığın tavırlarında herhangi bir etki yaratmamasından kaynaklanabilir. Şimdilerde Illinois Üniversitesi’nde görevli olan ruhbilimci Michael Kraus ve arkadaşları 2011 yılında yayımlanan bir araştırmada, toplumsal konumu daha düşük olan bireylerin huzur ve esenliğinin genellikle başkalarının sürekli değişime uğrayan geçici isteklerinin etkisinde olduğunu ve bu yüzden de söz konusu bireylerin güçlü bireylere kıyasla başkalarının kafalarından geçenlerle çok daha yakından ilgilendiklerini ortaya koydular. Bir başka olasılık da egemen olmayan topluluk ya da bireylerin söz gelimi, öğrenciler ve alt kıdemli işçilerkendi bakış açılarının genellikle göz ardı edildiğini düşünüp egemen olan tarafın bakış açısına kulak verme konusunda zorlanmaları olabilir. Nitekim, Bruneau egemen olmayan toplulukların tavırlarında bir değişikliğin, olaylara karşı tarafın bakış açısından bakarak değil de daha üst konumdaki topluluklara kendi görüş ve deneyimlerini anlatarak sağlandığına tanık oldu. Bruneau’nun da belirttiği gibi, “egemen olmayan gruplar kendilerine kulak verilmesine, duygu ve düşüncelerinin dinlenmesine can atıyorlar.” İş dünyasındaki ilişkiler de uluslararasındaki ilişkiler denli kanlı olmasa bile, karşılıklı çekişmelere neden olabiliyor. Northwestern Üniversitesi ruhbilim uzmanlarından Adam Galinsky sahte iş görüşmecilerinden masanın karşı tarafında oturan kişinin yararlanmak isteyebileceği taktikleri düşünmelerini istediği araştırmasında dehşet verici bir duruma tanık oldu. Karşı taraftaki kişi düşünüldüğünde etik dışı davranma eğilimi çok daha ağır basıyordu. Bir ra kibin konumunu düşünmek bile iş görüşmecilerinin başka kişilere etik olmayan biçimlerde davranmalarına yol açıyordu. Galinsky iş görüşmelerinin yarışmacı doğasının bir tür korkutma duygusu uyandırdığına ve bunun da karşı tarafın bakış açısını anlamaya çalışan kişinin rakibin hile ve aldatma amaçlı hain tasarılarına abartılı bir biçimde odaklanmasına neden olduğuna inanıyor. Başkalarının kötücül niyetine yapılan bu vurgu, özellikle de gözdağı veren bir ses tonu algılandığında, iki tarafı da kirli dolaplar çevirmeye itebilir. Galinsky, “Olaylara daha soğukkanlı bir biçimde yaklaştığınızda kendinizi başkasının yerine koymak işbirliğine gitmenizi kolaylaştırabilir. Ancak karşı tarafa öfke beslediğinizde kendinizi onun yerine koymaya çalışmak yangına körükle gitmek gibi bir etki yaratabilir,” diyor. Bu durum gündelik yaşamın çeşitli yönlerinde de kendini belli edebilir: kişilerin kırgın ya da kızgın oldukları durumlar (evlilikte çiftlerin ağız dalaşlarını düşünün) kendini başkasının yerine koymak için hiç de uygun bir zemin olmayabilir. Bruneau ve Galinsky’nin bulguları ilk bakışta insana pek hoş gelmeyebilir. Kendini başkasının yerine koymak, tarafların zaten buna istekli olmaları durumunda, dostlar ve iş arkadaşlarının birbirlerine yardımcı olmalarını sağlayabilir. Gelgelelim, kendini başkasının yerine koymanın en gerekli olduğu durumlardatarafların karşılıklı anlayıştan en çok yoksun oldukları kavgalı durumlarda bu yöntem geri teper. Ne var ki haberler tümden kötü değil. Bruneau’nun araştırması çatışma durumundaki tarafları yatıştırmanın oldukça basit bir yolu olduğuna, perspektif alma konusunda daha az egemen olan grubun üyelerine öncelik tanımanın işe yarayacağına işaret ediyor. Bu da sözgelimi öğrenci ile öğretmen ya da çalışan ile işveren arasında yaşanan çok daha sıradan çatışmalarda gücü elinde tutan tarafın öteki tarafın duygu ve düşüncelerini dile getirmesine izin vermesini gerektiriyor. İş anlaşmalarında da benzer taktikler işe yarayabilir. Bu tür anlaşmaların genellikle sıfır toplamlı oldukları düşünülür: bir tarafın kazancı öteki tarafa yitim olarak yansır. Bu tür bir düşünce kendini başkasının yerine koymanın en zararlı olabileceği “öfke” durumlarının ortaya çıkmasına yol açabilir. Oysa, iş anlaşmaları her iki tarafın da kazançlı çıkabileceği bir durum olarak da algılanabilir. Örneğin, bir araba satıcısı ile alıcı arasında bir hedef çatışması olabilirsatıcı arabayı en yüksek fiyattan satmaya, alıcı ise en düşük fiyattan almaya çalışır. Oysa, asıl hedef arabanın alımsatımıdır. Bu durumda tarafların ortak, olumlu hedeflere odaklanmaları anlaşmaya varmalarını kolaylaştırabilir. Kendini başkasının yerine koymak insana özgü en önemli özelliklerden biridir. Bu özellik insanların çok daha geniş ölçekte birbirleriyle yardımlaşmalarına olanak tanıdığı gibi, çoğu zaman da başkalarının esenliğini gözetme duygusunu körükler. Ancak olaylara farklı bir bakış açısından yaklaşmayı her derde deva bir çözüm olarak değerlendirmek yerine, bunun olumsuz yönleri olabileceğini de kavramak toplumsal ilişkilere bir pencere açıp, kendini başkasının yerine koymanın bizlere ne zaman ve nasıl yararlı olabileceği konusunda ışık tutabilir. Rita Urgan, Kaynak: Scientific American online/ 13 Haziran 2012 DÜŞÜNEREK ADIM ATMAK İŞ DÜNYASI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle