02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

•KÜLTÜR• DOĞAN KUBAN Osmanlı’nın Dünya İmgesi Uygarlığın yaygın kanıtı, davranışlarda insan varlığına saygıysa, fiziksel çevrede estetik duyarlık, ve sanat yapıtı üretimidir. Bu ikisi pratikte paralel olmayabilir fakat estetik duyarlığı gelişmemiş bir toplum, vur, kır dışında hiçbir şeyi iyi yapamaz. Bernard Berenson: “Hiçbir insan yapıtı, eğer bizi insan olmaya daha çok yaklaştırmıyorsa ‘bir sanat’ yapıtı değildir” der. rirken gösteren ilginç bir tablosu vardır (1507). Bu resimde bir antik hatip gibi giyinmiş San Marco topluluğa hitap etmektedir. Yanında bir Mısır’ın dikili taşı, bir Memluk minaresi ve bir gotik kiliseyi bir araya getiren bir hayali kent meydanı vardır. Tabloda kaftanlı ve görkemli kavuklu Müslümanlar, Venedikli Hıristiyanlar, beyaz çarşaflarıyla bizim çarşaflı kadınlarımıza örnek olan yüzleri kapalı rahibeler, hatta bir zürafa heterojen bir Akdeniz dünyası betimlerler. Osmanlı kültürünün bu resmin karşısına koyacağı bir resim ya da hayal olmamıştır. Burada Osmanlı kentinde bulmamız olanaksız bir düzenli kent meydanı ile kadınlı, erkekli bir kalabalık buluyoruz. Osmanlı’nın üretmediği bu kent vizyonunun yokluğu başka yokluklarında varlığına işaret eder. Fakat Batı’da yaratılan imgenin Osmanlı’da bulunmayışı, Osmanlı toplumunda o boşluğu dengeleyecek başka olguların varlığını gerektirir. Sorun, resim sanatının Osmanlı’da olup olmamasından öte, Osmanlı kültürün toplum yaşamında onun yerine ikame ettiği olgu ya da etkinliktir. Bu imgeler yerine Osmanlı bir şey koydu mu? Batı’daki gibi gelişmiş bir teknik ve duyarlılığının yerinde Osmanlı’da ne vardı. Osmanlı bu doğrultuda gelişmemiş bir toplum değil mi? Eğer bu bir yokluksa, Osmanlı toplumu nasıl bir insan tanımlıyordu? Tabloya baktığımız zaman mimari öğeler, insanlar, ressamın soyutlamaları bir kenara bırakılırsa, Osmanlı dünyasında da olan şeylerdir. İstanbul’da olmayan kentsel düzenleme, kadın ve erkeğin birlikte olduğu bir kalabalığın bu meydanda buluşması, ressamın bizde ancak yazılı olarak hayal edebilecek bir toplantıyı kurgulaması ve imgenin yaratılmasıdır. Resim sanatı insanoğlunun eline hayal ettiğini bir tür gerçekleştirme olanağı vermiştir. Bu aynı zamanda bu tabloyu isteyen ve değerlendirebilen bir Venedik toplumunun varlığına işaret etmekte ve bir kültür çevresinin boyutlarını tanımlamaktadır. Bizim toplum bunu ne çizmiş, ne yazmış, ne düşünmüştür. Bu Avrupa ile Osmanlı arasındaki uygarlık farkını yaratan önemli bir olgudur. Matthew Arnold’un bir denemesinde vurguladığı gibi, burada önce seyredilecek bir gösteri vardır. Sonra da bu gösteriyi uygun bir görme noktasında seyretmek isteği varTayfun Akgül dır. Bu istek bu gösteriyi anlama isteğinin bir parçasıdır. Gösteriler, olaylar, kurumlar, bilimler, sanatlar, edebiyatlar, başka bir deyişle insan yaşamının yarattığı her şey bu seyrin parçası olur. Matthew Arnold bir konuşmasında yineleyerek “Başka toplumların performanslarını kendimizi anlamak için öğrenmek zorundayız” der. (M. Arnold, On the Modern Element in Literature, From 58 Great Essays, Bantam Classic, 1964, p.7) Bu Osmanlı için, Türkiye için ve bütün İslam için kültürel bir zorunluluktur nsanı bütün boyutları ile vurgulayan bir dünya imgesi yaratmak, Rönesans’ı tanımlar. Bu antik miras mimaride, plastik sanatlarda, felsefede, edebiyatta, tarihte, politikada, dini düşüncede kesin etkisi olan yönlendirici bir düşünce kurgusudur. Böyle bir dünyayı Osmanlı ile karşılaştırmak zordur. Çünkü Rönesans’ın görsel üretimi olağanüstü zengindir. Biz Rönesans’ı sadece ürettikleri düşünce ve mimaride değil, insanlarının fizyonomileri, kimlikleri, giysileri ve yarattıkları çevrenin bütün öğelerinin resimleriyle tanıyoruz. Bunun ne kadar temel bir fark olduğunu bugüne kadar bu toplumun düşünürlerinin çoğunluğu anlayamadı. Bunların dinle ilgisi yok. Dini ideoloji aracı olarak kullanılmaları acıdır. Rönesans’ın en vurucu gösterisi resimdir. Yazıyla tanımlananla resimle tanımlanan dünyalar farklı boyutlardadır. Rönesans’ın insanlarını portreleriyle tanımak ne kadar heyecan veResim sanatı insanoğlurici bir şey. O resimlerde nun eline hayal ettiğini bir asıl insan gerçeği var. Mictür gerçekleştirme olanahelangelo ya da Leonardo’nun portrelerini yazılı ğı vermiştir. Bu aynı zabir betimleme ile yapmak manda bu tabloyu isteyen olanaksızdır. Biz tarihimive değerlendirebilen bir zin büyüklerini fizyonomileriyle tanımayız. Biz SiVenedik toplumunun varlınan’ı hiç tanımayacağız. ğına işaret etmekte ve bir Eğer İtalyan ressamlar olkültür çevresinin boyutlamasaydı Fatih’i de tanımayacaktık. Bu portreler rını tanımlamaktadır. Bitarihi kişilikleri dünyalarızim toplum bunu ne çizna yerleştirmek için akıl almiş, ne yazmış, ne dümaz araçlardır. Ne yazık ki Avrupa – şünmüştür. Bu Avrupa ile Osmanlı karşılaştırması Osmanlı arasındaki uygarböyle bir görsel dengesizlık farkını yaratan önemli likle başlar. Osmanlı kültürü, kenbir olgudur. di fiziksel ortamını kendi düşünürünü, kendi edebiyatını, kendi kentini yaratmış ve 16. yüzyıl sonuna kadar politik egemenliğini İtalya ve Avrupa aleyhine genişletmiştir. Bu ortaçağın sürdüğü dönemdir. Fakat Avrupa ve Osmanlı’nın birbirlerinden izole edilmiş ve hatta düşman toplumlar olarak yaşamaları, birçok alanda ortaklık etmedikleri anlamına gelmez. Avrupa ve Osmanlı toplumları iki bağımsız kültür alanı olarak birbirlerinin sınırında yaşamışlar, savaşmışlar ama ticaret de yapmışlar, birbirlerinin insanlarının işgücünden, bilgisinden, düşüncesinden yararlanmışlardır. Bu girişim hangi alanlardadır? Kültürlerin birbirlerini duymadıkları, bilinçli olarak sağır oldukları alanlar hangileridir? Bu dünyayı anlamak ve açıklamakta ne tür farklılaşmaları meydana getirmiştir? Bu olgular açıkça anlaşılmadıkça Osmanlı tarihi anlaşılamaz. Çünkü bu karşıtlıklarda toplumların düşünce ve davranış olarak kendi kimliklerinin parçası olan tepkiler gelişir. İ ve zorunluluk olarak kalacaktır. Yeniden yönlenmesi (Cultural Reorientation) Osmanlı’da yarım bir teşebbüs olarak kalmıştı. Cumhuriyetin büyük atılımından sonra hala gerekli gözüküyor. Özellikle Rönesans’la, fakat genelde bütün Avrupa kültürü ile Osmanlı’yı karşılaştırdığımız zaman, resim yokluğundan ötürü bizim bahçemiz çok çıplak görünür. Bu çıplaklığın Osmanlı kültüründe ne anlama geldiği irdelenmemiştir. Oysa Avrupa’yı daha iyi anlamayı kolaylaştırır, nerede kendimize çeki düzen vermemiz gerektiğin gösterirdi. Rönesans resim ve heykeli, antik ve Hıristiyan ikonolojisi üzerine kuruludur. Bunun arkasında Yunanca ve Latince vardır. Bu da karşılaştırmayı zorlaştıran bir nedendir. Antikite ve Hıristiyan bilgisi ötesinde, onların yol açtığı davranışlar Osmanlı toplumunda gelişmemiştir fakat bu güne yol göstermekte devam etmektedir. OSMANLI ARAPLARI ÖRNEK ALMADI Peygamber çağına bir Asrı Saadet olarak bakan okuryazar sınıfı, Rönesans düşünürleri gibi antik bilgeliği didik didik etmemişlerdir. Onların bilgisi dine bağlılıklarını vurgulayan bir tekerlemedir. Oysa sünnetin bütün gücüne karşın, Osmanlı’nın din bağlamı dışında, örnek aldığı bir Arap toplumu yoktur. Osmanlı toplumu bunu zaten yapamazdı. Çünkü Osmanlı toplumunun fetihler ve başka halkların eklenmesiyle sürekli değişen heterojen bir kompozisyonu vardı. Mahmut Paşa’nın ya da Sokollu’nun ne Türk ne de Arap tarihi ve mitolojisi ile aşina olmaları söz konusu olmadığı gibi. Bizim için Arap filolojisinin arkasında büyük bir Arap tarihi ve edebiyatı değil, sadece dini söylemin öğeleri vardı. Erken Osmanlı edebiyatı da, Arap ya da Fars geçmişinden söz ettiklerinde dini içeriğin dışına hemen hiç çıkmamışlardır. Osmanlı saray çevresi şairlerinin ise Oğuz Destanı ya da Dede Korkut’u referans verdikleri görülmemiştir. Türk halk folkloru dışında destan edebiyatı da, Homeros, ya da Virgilius’un Aeneid’i türünden yapıtlar, Osmanlı klasik edebiyatında yoktur. Bu bağlamda sadece Firdevsi Şehnamesi bir paralel oluşturabilir ve Osmanlı edebiyatının eskiye referansları İskendername, Gazaratname tür yapıtlardır. Kısacası ne Bellini, ne de Bellini’yi yetiştiren kültür ortamı Türkiye’de söz konusu olmamıştı. Sonuçta bu farklılığın Avrupa ile aramızda nasıl bir uçurum açtığı tarihimizde yazılıdır ve bugün de devam ediyor. CBT 1248/2 18 Şubat 2011 RESİM SANATI Rönesans’la Osmanlı dünyasını resmin sağladığı dünya imgeleri bağlamında irdelemek, aydınlatıcıdır. Gentile Bellini’nin İskenderiye’de San Marco’yu halka vaaz ve
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle