25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilimsel ifade özgürlüğüne AİHM güvencesi Prof. Dr. V. Doğan Sorguç Ziraat eğitimi üzerine... Prof. Dr. Selim Çetiner’in 28.01.2011 tarihinde Cumhuriyet Bilim Teknoloji Dergisinde yayınlanan “Mesele o mesele, kendisi eski ama her dem taze; Bizde Ziraat Eğitimi” yazısı üzerine görüşler. Prof. Dr. Cemalettin Yaşar Çiftçi, A.Ü. Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, ciftci@agri.ankara.edu.tr Bu yazıya başlamadan önce, Sayın Çetiner’in bu konu üzerinde başka makaleleri olabilir düşüncesiyle internette tarama yaptığımda bu makalenin hemen hemen aynısı olan “Ziraat Eğitimi Nereye Koşuyor?” başlıklı yazısını gördüm. Her iki makalede yer alan bazı konuları açıklama ve gerekli düzeltmeleri yapma sorumluluğunu duyuyorum. Prof. Dr. Şevket Raşit Hatipoğlu, bir dönem Tarım Bakanlığı yapmamış, Refik Saydam Başbakanlığı’ndaki 11. Hükümet, Ahmet Fikri Tüzer Başbakanlığı’ndaki 12. Hükümet, Şükrü Saraçoğlu Başbakanlığı’ndaki 13. ve 14. hükümetlerde Tarım Bakanı, İsmet İnönü Başbakanlığı’ndaki 27. hükümette Devlet Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapmıştır. Çetiner yazısında Şevket Raşit Hatipoğlu Hocamızın bir yazısını verdi. Ben de 30.6.1948 tarihinde kabul edilen 5234 sayılı Üniversiteler Kanununa ek Kanun’un TBMM’nde görüşmeleri sırasında Hocamızın Manisa Milletvekili olarak yaptığı konuşması da vardır. Çetiner yazısında, “…..Nitekim bundan bir süre önce Tarım Bakanlığı Müsteşarımız Türkçe Le Monde Diplomatique’e verdiği uzun demeçte Ziraat Fakültelerine atıfta bulunarak “Bunlar sürekli hoca talebi oluşturuyor. Hocalar da rahat rahat profesör oluyor, doçent oluyor. Ama benim çocuğum, ehil olmayan, oraya hakkıyla gelmeyen, araştırma sonuçları hiçbir şey ifade etmeyen hocaların elinde yetişiyor.” dediğinde, yerin dibine batırdığında, bizim Fakültelerden tek bir ses çıkmadı.” “Bununla beraber, bundan birkaç ay önce, komplo teorileriyle düşünmenin sefaletinden kurtulamayanların iddialarına kulak vererek, hibrit domateslerin Türk neslini kurutmak için İsrail tarafından programlandığını söyleyen YÖK Başkanı’na Ankara Ziraat Fakültesi Dekanı’ndan destek gelmişti…...” İfadelerine yer vermiştir. Hocalarımızdan ses çıkmıştır. Bu sesler medyada yer bulmamış olabilir, bilimsel toplantılarda, bilimsel makalelerde ve diğer ortamlarda bu konudaki görüşlerini Hocalarımız açıklamış ve açıklamaya devam etmektedirler. Sayın Çetiner yine yazılarında “İlk ziraat eğitimi 1846’da İstanbul Ayamama Çiftliği’nde başlamış ve 1891’de Halkalı Yüksek Ziraat Mektebiyle devam etmişse de modern anlamda ziraat mühendisliği eğitimi, 1933’te Dr. Reşit Galip önderliğinde yapılan köklü üniversite reformuna paralel olarak, henüz Ankara Üniversitesi kurulmadan, Yüksek Ziraat Enstitüsü’yle başlamıştır. Cumhuriyet’in 10. yılında kurulan ve 30 Ekim 1933’te Atatürk tarafından açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü Türk tarımını modernleştirmek (yani karasabandan kurtarmak), tarımın sorunlarını bilimsel açıdan görmek ve çözüm üretmek, Türk tarımına ve çiftçisine hizmet edecek Ziraat Mühendisleri yetiştirmek ve araştırma yapmak amacıyla kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tüm imkânsızlıklara rağmen Nazilerden kaçan Alman bilim insanları Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde istihdam edilmiş, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurulan Tarımsal Araştırma Enstitülerinde çalışacak ziraatçılar yetiştirilmiş, Türk tarımını ve çiftçisini karasabandan kurtaracak teknikler uygulamaya konulmuştur” demektedir. İlk ziraat eğitimi Ayamama Çiftliği’nde başladı. Ancak “Mektebi Ziraiyi Şahane” adıyla eğitim yapan bu okulun ne zaman kurulduğu hakkında farklı görüşler bulunuyor. Kimi araştırıcılar 1846, kimi araştırıcılar 1847, kimi araştırıcılar da 1848 yılında okulun açıldığını belirtmekteler. Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi Ali’si, 1891 yılında öğretime başladı, ilk yıl sadece baytar sınıflarına, ikinci yıl ziraat sınıflarına öğrenci alındı. 1895 yılında baytar sınıfları İstanbul’a nakledilince okul, Halkalı Ziraat Mektebi Ali’si olarak öğretimi sürdürdü, 1928 yılında kapatıldı. Halkalı Ziraat Mektebi Ali’sinden sonra ziraat yükseköğretimi, 1930 yılında açılan Ankara Yüksek Ziraat Mektebi’nde devam etti, 1928 yılında temeli atılan Yüksek Ziraat Enstitüsü binaları, laboratuvarları ve öğretim üyeleri tamamlandıktan sonra 1933 yılında Ankara Yüksek Ziraat Mektebi’ öğrencileri Yüksek Ziraat Enstitüsü Ziraat Fakültesi’ne aktarıldı. Bu nedenle Yüksek Ziraat Enstitüsü Ziraat Fakültesi ilk mezunlarını 1934 yılında verdi. Yüksek Ziraat Enstitüsü bünyesinde; Tabii İlimler, Ziraat, Baytar ve Ziraat Fakültesi olarak 30 Ekim 1933 tarihinde Başvekil İsmet İnönü tarafından açıldı, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından açılmadı. 1933 – 1934 eğitim öğretim yılında Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde görev yapan Alman Öğretim Üyelerinin hepsi Ord. Prof. olup, Friedrich Falke, Richard V.D. Heide, Kurt Stüwe, Walter Gleisberg, Walter Spöttel, Franz Heske, Richard Woltereck, Kurt Krause, Conrad Weygand, Hermann Zahn, Otto Gerngross, Robert Seuffert, Max Gebhardt, Hans Richter, Anton Kögel, Karl Beller ve Reinhold Hoffmann’dır. Bu öğretim üyeleri, Nazi’lerden kaçan bilim insanları olmayıp, Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Cumhuriyeti arasında yapılan anlaşma uyarınca ülkemize gelen kişilerdir. Türkiye’de tarımsal yükseköğretiminin sorunları yok mudur? Tabii ki vardır ve bu sorunlar oldukça fazla olup, Ziraat Fakülteleri’nde açıklıkla tartışılmaktadır. Sonuç olarak, 72 000 000 insanımızın bugün karnı doyabiliyorsa, bunda, bugün de ziraat fakültelerinin ve bu fakültelerde yetişmiş ziraat mühendislerinin fedakârca çalışmasının büyük rolü vardır. Ziraat fakültesi öğretim üyeleri, asistanları ve idari personeli olarak ülke tarımının gelişmesi için, birçok olumsuzluklara rağmen üzerlerine düşen görevleri yerine getirebilmek amacıyla çalışmalarını sürdürmektedirler. ÖRNEK OLAY: Yazar, 1958 yılında Almanya’da başladığı akademik kariyerini 1997 yılında tamamlarken, İnşaat Mühendisliği Yönetim alanında dünyadaki gelişmelere paralel olarak ODTÜ ve İTÜ’de kurduğu Lisansüstü Programlarının muhasebesini kapsayan bildirisini İzmir’de düzenlenen ilk ulusal Yapı İşletmesi Kongre’sine sunmuştur. 16 sayfalık bildirinin 6 sayfalık ‘Olaylar’ Bölümünün 16. maddesinde Doçentlik sınavlarında yaşanan yanlış uygulamalar kapsamında ibret alınacak bir örnek olaya isimsiz yer verilmiştir. Olayda belirtilen kişinin kendisini tanımlayarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu öne süren NÇA, Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak 2.000.000 lira manevi tazminat istemiştir (17.9.1997) MAHKEME KARARLARI: Şişli Mahkemesi, bilirkişi incelemesi de yaptırdıktan sonra söz konusu “..ifadelerin daha çok akademik sistem ve kurumların bir eleştirisi olduğu” gerekçesiyle NÇA’nın davasını reddetmiştir. NÇA’nın itirazı üzerine Yargıtay (4HD) yazarın “uzmanlık alanında öğretim üyesi bulunmayan –yeni bir jürisi ile doçentlik sınavını yine hiçbir yayın yapmadan geçip profesörlük hazırlıklarına başlamıştır” ifadesinin “başka bir jüri olsaydı kendisinin sınavı geçemeyeceği anlamına geldiği” yorumuyla Mahkeme kararını bozmuştur. Bunun üzerine Mahkeme, “basın mensupları ve avukatların kullandığı ayrıcalıktan öğretim görevlilerinin yararlanması gerektiği” savıyla kararında direnmiştir. NÇA bir kez daha karara itiraz edince, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Mahkeme kararını 24’e karşı 26 oyla bozarak “Mahkemenin Yargıtay görüşüne uyması gerektiğine” karar vermiştir. Davalı yazar bu karara karşı ilgili Mahkemede NÇA iddialarının kanıttan yoksunluğuna, YHGK kararındaki 2 oy farkına, NÇA’nın Üniversite Disiplin Kurulunca ilmi yeterlik ve kişilik değerleri gerekçesiyle o akademik yıldan itibaren görevine son verildiği hususundaki bilgi ve belgelere, şikâyet konusunda İTÜ Rektörünün yazısına, Y4HD ve YHGK kararlarına, Anayasa ve Medeni Kanunun ilgili maddelerine, doktrin ve bilimsel eserlere dikkat çekerek YHGK kararının düzeltilmesini istemişse de talep 30.5.2001 tarihinde Y4HD kararı gerekçesine dayanılarak reddedilmiştir. Bu karar üzerine Şişli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yeni atanan hâkimi yazarı 1000 TL manevi tazminat ödemeye mahkum etmiştir. Bu meblağ, faiz ve mahkeme giderleriyle birlikte 4260 TL’ye ulaş mış ve tazminatın belirlenmesinde yasanın tarafların durumlarıyla ilgili olarak dikkate alınmasını istediği hususların yokluğuna dair yazarın itiraz ve karar düzeltme istemini Y4HD reddetmiştir. (6.9.2002) AİHM KARARI Tüm iç hukuk yollarının tükenmesi üzerine, yazarın avukatı Sn. Prof. Dr. Mehmet Semih Gemalmaz AİHM’de AİH Sözleşmesinin 10. Maddesi uyarınca süresi içinde dava açmıştır. Davanın dayanağı Mad. 10/1 “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir” Mad. 10/2 “…bu özgürlükler…başkalarının şöhret ve haklarının korunması…için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir” ifadeleridir. AİHM, Yargıtay’ın “ismi belirsiz bir kişinin kişilik haklarının korunmasını, yazarın ifade özgürlüğü hakkı ile, kamu yararının söz konusu olduğu meselede… kamu yararı üstüne çıkarırken, bunun acil bir sosyal ihtiyaç olduğunu ikna edici biçimde ortaya koymadığı kanısındadır. Özellikle Mahkeme kararlarında, yazar ifadelerinin NÇA’nın kariyerini veya özel yaşamını etkilediği görülmemektedir. Sonuç olarak AİHM, ulusal mahkemelerin ileri sürdüğü gerekçeleri, yazarın ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için yeterli bir gerekçelendirme saymamıştır. Bu nedenle, ulusal mahkemeler ilgili çıkarlar arasında adil bir denge kurmayı başaramamış bulunmaktadırlar”. Ayrıca yazar, ulusal mahkeme kararlarının gerekçelendirilmemiş olması nedeniyle, adil bir yargılamadan yoksun kaldığını ve tazminatın haksız olduğunu öne sürdüğünden AİHM, “bu şikâyetlerin kabul edilebilir olduğunu, bununla birlikte mevcut karar karşısında ayrı bir karara gerek bulunmadığı kararına varmıştır” hükmünü kurmuştur. ( 23.06.2009 ) SONUÇ Bu makale, söz konusu AİHM Kararının orijinal (İngilizce) metni (Case of Sorguç v. Turkey, Judgment Final 23.09.2009, S.110) ve resmi Türkçe Özet Çevirisindeki ifadelerle kaleme alınmış ve bazı küçük Türkçe düzeltmeleri yapılmıştır. İlgili Karar, Türkiye ve Dünyada bir ilk (içtihat) olarak önemli bir boşluğu doldurduğundan halen, yurtiçi ve dışı Hukuk Fakültelerinde ders ve kitaplara alınmakta olduğu öğrenilmektedir. 12 yıl süren bu uğraşın başarıya ulaşmasında en büyük pay sahibi değerli hukuk bilim adamı ve deontoloji abidesi Prof. Dr. Mehmet Semih Gemalmaz ile bana bu yolda güç veren seçkin hukuk insanlarına, kendim ve tüm akademisyenler adına en içten teşekkürlerimi sunuyorum. CBT 1248/ 18 18 Şubat 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle