02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Bugün de bu yazı bir soruyla noktalanacak. Muhatap kamu kurumlarıymış gibi görülecek ama, hayır... Muhatap hepimiziz.. Kamunun Satın Alma Politikası (2) Orhan Bursalı ülkemizdeki bilim ve teknoloji çevrelerinden gelen iyi haberleri derginin sayfalarına taşımaya özen gösteriyor, iyi de yapıyor. İyi haberlere hepimizin şiddetle ihtiyacı var. Son zamanlarda verdiği bu haberlerden biri Sabancı Üniversitesi’nde Prof. Dr. Volkan Özgüz’ün direktörlüğünde Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kurulmuş olmasıydı... Bilkent Üniversitesi’nde, Prof. Dr. Salim Çıracı’nın öncülüğünde kurulan Ulusal Nanoteknoloji Araştırma MerkeziUNAM ve yine Bilkent’te, Prof. Dr. Ekmel Özbay’ın direktörlüğünde kurulan Nanoteknoloji Araştırma MerkeziNANOTAM’dan sonra, gelecek için büyük umutlar bağlanan bir teknoloji alanında Sabancı Üniversitesi’nde de böyle bir merkezin kurulması sevindiricidir. Bursalı’nın, OTAM kısa adıyla bilinen Otomotiv Teknolojileri Araştırma Geliştirme Merkezi ve kısaca ODTÜMEMS olarak anılan ODTÜ Mikro Elektromekanik Sistemler Araştırma ve Geliştirme Merkezi’ndeki gelişmelere ilişkin haberleri de sevindiriciydi. Bunlardan ilki, TÜBİTAK’ın, sözünü çok ettiğim, ÜniversiteSanayi İşbirliği Ortak Araştırma Merkezleri Destekleme Programı (ÜSAMP) kapsamında, İTÜ ve Otomotiv Sanayicileri Derneği’nin işbirliğiyle kurulmuştu. Destek programının kapatılmasından sonra da, başarılı bir üniversitesanayi ortak araştırma ve teknolojik kolaylık merkezi örneği olmayı sürdüren OTAM’ın Genel Koordinatörlüğü’nü, kuruluşundan bu yana merkeze büyük emekler veren İTÜ Otomotiv Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ali G. Göktan yürütüyor. Ticarî uygulamalar için mikro elektromekanik sistem ürünleri geliştirme ve üretebilme yeteneğine sahip bir araştırma ve uygulama merkezi niteliğindeki ODTÜMEMS’se, ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Tayfun Akın’ın yönetiminde... Bu satırların kaleme alındığı tarihte, CBT’nin elimdeki son sayısı 29 Ocak tarihini taşıyordu. Bursalı’nın, iyi haberlerini izleyen sayılarda da sürdüreceğini sanıyorum. Örneğin, yine ÜSAMP kapsamında, Anadolu Üniversitesi ve seramik sanayicilerinin işbirliğiyle kurulan; program kapandıktan sonra da, Prof. Dr. Ferhat Kara’nın ARGE Koordinatörlüğü’nde faaliyetlerini başarıyla sürdüren, Eskişehir’deki Seramik Araştırma Merkezi’ndeki gelişmeler de doğrusu bu iyi haberler yelpazesine tam oturur... Şimdi diyeceksiniz ki, “bunlar güzel de, sen bunlardan niçin ‘kamunun satın alma politikası’ başlığı altında söz ediyorsun!” Şu nedenle: Üniversitelerde böyle mükemmeliyet merkezleri kurabilirsiniz. Hâttâ, çoğunun kuruluşuna bilim insanlarımızın önayak olduğu bu merkezleri başlangıçta kamu kaynaklarından destekleyebilirsiniz de. Örneğin, UNAM’ın kuruluşunda DPT eliyle verilen önemli bir kamu yatırım desteği vardır. Ama, ‘yatırım desteği benden, gerisini bu işe önayak olan bilim insanları düşünsün’ ya da üniversitesanayi ortak araştırma merkezlerinin kuruluşunda olduğu gibi, bunları TÜBİTAK’ın koruyucu şemsiyesi altında kurdurup sonra da bu şemsiyeyi kapatarak, ‘ölen ölür kalan sağlar bizimdir’ diyemezsiniz. Önemli olan, kurulan merkezlerin kendilerini sürdürebilmeleri ve ülkenin bilim, teknoloji ve üretim yeteneğine ciddî katkılarda bulunacak şekilde gelişebilmeleridir. Ülkemiz eğer yarının dünyasında var olabilecekse, bu ancak bilim, teknoloji, yenilikçilik ve üretimde yetkinleşmesiyle mümkün olacaktır. Bu, ARGE merkezlerinin katkılarıyla olur. O merkezlerse, sâdece ‘sanayiden proje alıp para kazansınlar ya da AB’den destek bulup başlarının çaresine baksınlar’, mantığıyla yürümez. Ya nasıl olacak? Ülkemizin sanayi kuruluşlarına, kamunun uzun dönemli ihtiyaç planlaması çerçevesinde sipariş edilecek, ARGE’ye dayalı ürün ve sistem geliştirme projelerinin ARGE ayağında yer almaları sağlanarak bu merkezlere kamu desteği sürdürülecektir. Ayrıca kamu, ülkenin geleceğinde stratejik öneme sahip bilim ve teknoloji alanlarında bilgi birikimi yaratılabilmesi için, üniversitelere, araştırma kurumlarına, düzenlenecek ulusal programlar çerçevesinde, doğrudan ARGE siparişinde de bulunacaktır. Bütün gelişmiş ekonomilerde, kamunun satın alma / tedarik politikasının ana gündem maddesi bu tür ‘güdümlü proje’ siparişleridir. Bu aracı biz niye etkin bir biçimde kullanamıyoruz; kullanmıyoruz? Türk bilimciler kanser aşısında büyük umut ışığını yaktı İki Türk bilim insanı Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Doç. Dr. Özlem Türeci, yıllardır üzerinde çalıştıkları kanser aşısının başarısını hayvan deneylerinde kanıtlayınca, Alman hükümetinden 3,5 milyon Avro parasal destek aldılar. Aynı proje için daha önce de 2,5 milyon Avroluk fonla desteklenmişlerdi. Pek çok kanser türünde kullanılabilecek aşı, hayvanlarda metastazları da önledi. Şimdi insan üzerinde deney aşamasına geldiler. Klinik deneylerine belki Türkiye'yi de dahil edecekler... Reyhan Oksay Şahin ve eşi Doç. Dr. Özlem Türeci, Almanya’da Mainz Üniversitesi’nde ve kurdukları BioNTech şirketi laboratuvarlarında, kanser aşısı araştırmalarında son derece umut verici bir noktaya geldiler. Aşı bazı önemli özellikler taşıyor. 4 yaşındayken ailesiyle Almanya'ya giden, Prof. Dr. Uğur Şahin bu özellikleri şöyle sıralıyor: “Bu aşı bizim araştırma grubumuzun bulduğu ve geliştirdiği tümüyle farklı bir kavrama dayanıyor. Tüm bilgi ve deneyimlerimizi bu projeye aktardık. Ekibimiz sadece kanser hücrelerine özgü bazı moleküler özellikler keşfetti. Bunlar, bağışıklık sistemine, hangi hedefe saldırmaları gerektiği konusunda yol gösteriyor. Bu büyük bir ilerleme, çünkü diğer kanser aşılarının geliştirilmesinde kullanılan moleküller, kalp, akciğer, pankreas gibi normal hücrelerde de var. Dolayısıyla bağışıklık sisteminin bu dokulara da saldırması gibi ciddi bir yan etki söz konusu. O yüzden bu tür aşılar iki kenarı keskin bir kılıca benzetilebilir; kanser hücreleri üzerinde ne denli öldürücü olursa, yan etkileri de o derece yaşamı tehlikeye sokacak kadar güçlü.” Bu aşının dünyanın diğer merkezlerinde geliş P rof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Doç. Dr. Özlem Türeci Almanya’da Mainz Üniversitesi’nde uzun süredir tedavi amaçlı bir kanser aşısı üzerinde çalışıyor. Alman Federal Bilim ve Araştırma Bakanlığı projenin başlangıcında sağladığı 2.5 milyon Avro’luk desteğini geçen günlerde 3.5 milyon Avro ile pekiştirdi. Çünkü proje son derece umut verici bir gelişme izliyor. Aşı şu anda hayvan deneylerini başarıyla tamamladı, klinik test aşamasına geldi. Alman gazeteleri konuya büyük yer verdi. Kanser aşısı araştırmalarında tüm dünyada kıyasıya bir yarış sürüyor. Dünyanın tüm önemli kanser araştırma merkezleri şimdi kanser aşısını standart kanser tedavisinin bir parçası haline getirmeye çalışıyor. Şimdiye dek hayvan deneylerinden olumlu sonuçlar alındıysa da bu aşıların insanlarda da benzer etkileri yaratıp yaratmayacağı, uzun vadede ne gibi yan etkilere yol açacağı henüz bilinmiyor. Kanser konusundaki devasa bilgi birikimi şimdi aşı araştırmalarına yöneldi.. Almanya’da bu yarışın ön saflarında yer alan ekibin başında iki Türk bilim insanı var. Prof. Dr. Uğur Aşı tedavisi: Kanserle savaşta 4. yol İlk önce cerrahi müdahale vardı. Kanserli tümör operasyon ile çıkartılıyordu. Daha sonra bu mücadeleye kemoterapi ve radyasyon tedavisi katıldı. Şimdi doktorlar kanserle savaşta 4.bir yol daha buldular: Vücudun doğal savunması olan bağışıklık sistemi. Bu yaklaşıma da kanser aşısı adı veriliyor. Ne var ki bu yöntem ŞİMDİLİK hastalığı önlemekten çok tedavisinde yarar sağlıyor. Amerikan Kanser Enstitüsü’nden Dr.John Niederhuber aşı konusunda şimdilik çekimser. Kimse aşının yararlarının ne kadar süreceğini bilmiyor. Kaldı ki bazı kanser aşılarının kişiye özel, “ısmarlama” üretilmesinin gerekliliğine dikkat çekerek, bunun uygulama aşamasında hiç de pratik olmayacağını söylüyor. Şu anda aşı konusunda pek çok soru yanıtsız. Ancak en önemli soru, bağışıklık sisteminin kanseri bir tehdit olarak “görmesinin” yolunu açmak. Örneğin çocuk felci veya grip virüsü bağışıklık sistemi tarafından kolayca tespit edilebiliyor, çünkü bunlar insan hücrelerinden farklı bir yapı içeriyor. Niederhuber, kanserin genel olarak diğer hastalıklardan farkını şöyle açıklıyor: “Kanser insanın kendi hücrelerinden oluşur. Dolayısıyla bu bir gerilla savaşına benzer. Bağışıklık sistemi kanser hücrelerini normal hücrelerden ayırt edemez. Şimdi bağışıklık sisteminin bu ayırımı yapabilmesi için pek çok kanser aşısı kanser hücrelerinin yüzeyinden aldığı bir maddeyi, bağışıklık sisteminin halihazırda yabancı olarak tanıdığı bir şeye yapıştırıyor. Ayrıca saldırının olabildiğince güçlü olması için doktorlar bağışıklık sistemini ‘eğiterek’ düşmana daha vurucu bir darbe ile saldırmasını sağlamaya çalışıyorlar.” CBT 1195/ 6 12 Şubat 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle