Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Pazar ekonomileri, uzun vadeli stratejik planlama anlayışıyla, bilim ve teknolojiyi ekonomik büyüme ve gelişmelerinin ana unsurları olarak kullanırken biz neredeydik? Arılar Konusunda İlginç Bilgiler Dünya üzerinde 16.000 arı türü var. Bu türlerin büyük bir çoğunluğunu tek başına yaşayan arılar oluştururken, toplu halde yaşayan ve en bilinen örneği bal arıları olan türler yalnızca %5 kadarını oluşturuyor. Tek bir kovanda koloni halinde yaklaşık 80.000 arı yaşıyor. Erkek bal arıları yalnızca kraliçe arı ile çiftleşmek için yaşıyorlar. Kovanda yeterince yiyecek olmadığında işçi arılar dişilerin sırtından geçinen tembel erkek arıları kovandan atarlar. Erkek bal arıları çiftleşme sonrasında karınlarında meydana gelen hasardan ötürü ölürler. Çiftleşme sırasında erkeğin cinsel organı kraliçe arının bedenine sıkışıp kalır ve sonunda kopar. Bir Kitabın Anımsattıkları (2) Türkcan, hazırladığı kitabın başlığına da yansıttığı “Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü”ne ilişkin tespitini, genel bir değerlendirmede bulunurken (sayfa xvii) şöyle açıklamış: “Kitabın ana şeması, planlama paradigmasının 1960’ta doğup, 1980’de ortadan kalktığı görüşünü yansıtıyor. Bu sadece benim kişisel kanaatim değil, Süleyman Demirel dışında, pek çok eski plancının da ortak kanaatidir. Bu nedenle, 24 Ocak 1980 kararlarıyla Türkiye’nin liberalizme geçişi, teknik anlamda olmasa da, teorik olarak, tarihsel birikimin getirdiği paradigma değişikliği anlamında, plan kavramını felsefi anlamda bitirmiş, Planlamanın [DPT’nin] gücü, Dördüncü Plan’ın ikinci yılından itibaren giderek azalan bir trend sürecine girmiştir.” Türkcan bunları söyledikten sonra tam bu noktaya koyduğu dipnotta diyor ki: “Ne garip bir tecellidir ki, ben bu satırları yazarken, kapitalizm, tüm dünyada, derin bir finans kriziyle sarsılıyor; her tarafta yıkılmaz büyük kaleler gibi gökyüzüne dikilen finans kuruluşları ve bankalar kendi şişirdikleri büyük bir balonun atmosferdeki infilakıyla sapır sapır dökülüp, yok oluyorlar. Dördüncü Plan’da bize piyasa güçlerine teslim olmamızı öğütleyen, baskı yapan büyük devletler ve uluslararası kuruluşlar şimdi, tüm kapitalist kuralların dışında, ellerindeki trilyonlarla kurtarama operasyonlarına girişiyorlar. Bu yeni bir ‘Planlama Çağı’ mı? Biz planlamayı bırakırken onlar planlamaya mı sarılıyorlar?” ‘Bu dipnot Hoca’nın kendi düşünce sisteminde bir dönüm noktasına geldiğinin de işareti mi acaba’ sorusunu bir yana bırakıp, bu kitabın bana anımsattığı asıl soruma geleyim. “Dördüncü Plan’da [19791983] bize piyasa güçlerine teslim olmamızı öğütleyen, baskı yapan büyük devletler ve uluslararası kuruluşlar” o dönemde dahi, kendileri, ekonomileriyle ilgili gerekli planlamaları yapmıyorlar mıydı? II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra ABD’nin ülke çapında uygulamaya başladığı ‘Bilim Politikası’; 1960’lı yıllarda OECD’nin, bu kuruluşa üye bazı ülkelerde yürürlüğe konmasını tavsiye ettiği ‘Bilim Politikaları’ ve daha sonra bütün pazar ekonomilerinde, tam da 1980’li yıllarda uygulamaya konan ‘Bilim ve Teknoloji Politikaları’, kapitalist ülkelerin uzun vadeli stratejik planlama anlayış ve uygulamalarının çarpıcı örnekleri değil midir? Bunları, akademik yaşamı boyunca bilim politikasıyla uğraşan Ergun Hoca iyi bilir. Örneğin, OECD Bilimsel Araştırma Komitesi’nin himayesinde, 1962’de başlatılan, 1963’de Türkiye’nin de katıldığı Bilim ve Ekonomik Kalkınma konulu Pilot Takımlar Projesi’nin Türkiye ayağında oluşturulan proje takımının, Türkcan da üyesidir. Amaç, bilimin ekonomik kalkınma için kullanılabilmesidir. Nasıl kullanılacaktı? Elbette, belirlenecek alanlardaki bilimsel araştırmalara, teknoloji geliştirmeye ağırlık veren bir planlamayla... Şansımız, bu projenin, ülkemizde de planlamanın yükselişe geçtiği bir döneme rastlamasıdır. Ne yazık ki, bu şans kullanılamamıştır. Bilimin kalkınma amacıyla kullanılması o dönemde bilim çevrelerimiz, bürokrasimiz ve siyaset adamlarımızca yeterince benimsenmemiş (bunun istisnaları vardı) ve proje başarısız kalmıştır. Türkiye, bilim ve teknolojiyi ekonomik gelişme amacıyla kullanabilme şansını, bilim insanlarımız ve konuyla ilgili bürokratlarımızın artık bu konuya çok daha sıcak baktıkları 1990’lı yıllarda bir kez daha yakalamıştı; ama ondan da yararlanılamadı. Baş neden, siyaset adamlarımız ve temsil ettikleri güçlerin uzun vadeli stratejik bakış açısından yoksunluğuydu. DPT’nin misyonunun yeniden tanımlaması gerektiğini ve artık “değişen dünya koşullarında stratejik planlama yapan bir kurum haline gelmek zorunda olduğu”nu düşünen Prof. Dr. Orhan Güvenen’in, 1997’de, kurumun başına gelmiş olması da durumu değiştirmemişti. Günümüzdeyse, bu gidişi değiştirmeye galiba niyetlenen bile olmadı. Dilerim, kendilerini bu iktidara karşı siyasi bir seçenek olarak görenler, aralarındaki çekişmelerden vakit bulup, Türkcan’ın hazırladığı kitaba göz atar ve bu gibi konularda ne düşündüklerini bize de söyler. yorlar. Araştırmacılar yabanarılarının dillerini tatlı bir ödüle uyumlu olarak uzattıklarına tanık oldu. Yabanarıları bu özellikleri sayesinde elde edilme koşulları dalgalanmalar gösteren nektara çok daha kolay ulaşabiliyorlar. Kısa bir süre önce Myanmar’ın kuzeyindeki bir madende kehribarın içinde korunmuş olarak bulunan Melittosphex burmensis’in bugüne dek bilinen en eski arı türü olduğu ve bu türün 100 milyon yıl önce yaşadığı belirtiliyor. Bezelye tohumları üzerinde yaptığı incelemeler sonucunda genetik biliminin öncülüğünü yapan Avusturyalı keşiş Gregor Mendel’in daha sonra melez arılar yetiştirdiği de biliniyor. Ne var ki, yetiştirdiği arılar son derece kötü olduğundan onları öldürmek zorunda kaldı. Yaklaşmakta olan bir arının kulağınıza gelen vızıltısı gerçekte arının dakikada 11.400 kez çırptığı dört kanadından çıkan sestir. Arılar saatte ortalama 24 kilometre hızla uçarlar. Yeni doğan bir kraliçe arının ilk işi kendi kovanındaki doğmuş ve doğacak olan öteki kraliçe arıların tümünü öldürmektir. layıncaya dek farklı erkeklerle çiftleşmeyi sürdürürler. Görünüşe bakılırsa, erkek arılar çok da zeki değiller. Önceleri kraliçe arının kral olduğu sanılmaktaydı. 1660’ların sonlarında Hollandalı bilim adamı Jan Swammerdam kovandaki büyük bir arıyı parçalara ayırıp incelediğinde arının yumurtalıkları olduğunu fark etti. Avustralyalı araştırmacılar bal arılarının insan yüzlerini ayırt edebildiklerini ortaya koydu. Yapılan araştırma kapsamında kendilerine siyahbeyaz fotoğraflar gösterilen arılar verdikleri her doğru yanıt karşılığında ödüllendirildiler. Los Alamoslu bilim insanları da Gizli Böcek Alıcısı Projesi kapsamında arıları patlayıcıları ayırt etmek üzere eğitti. “Balayı” sözcüğünün kökenleri eski bir Kuzey Avrupa geleneğine uzanıyor. Bu geleneğe göre, yeni evli çiftler bir ay boyunca her gün mayalanmış baldan üretilen bir içecek içiyordu. İngilizcede kusursuz insan anlamına gelen “bee’s knees=arının dizleri” deyimini ilk ortaya atan kişi Amerikalı çizgi film ve karikatür sanatçısı Tad Dorgan idi. Dorgan aynı zamanda yine aynı anlama gelen “the cat’s pyjamas” deyiminin de isim babası olarak biliniyor. I. Dünya Savaşı sırasında yaralanan askerlerin yaralarının sağaltımında baldan yararlanıldı. Nemi çeken ve soğuran yapısıyla bal çok değerli bir sağaltım maddesi olarak biliniyor. Bal, sıra dışı bir etkiye maruz kalmadıkça, asla ve asla bozulmaz. Kraliçe arılar 70 milyonu aşkın spermi top Avusturyalı hayvanbilim uzmanı Karl von Frisch, 1943 yılında, arıların öteki işçi arıları uyarmak amacıyla yaptıkları dansları anlatan bir kitap yayımladı. Kitapta döne döne yapılan dansın yiyeceğin yakınlarda bir yerde olduğuna işaret ettiği, sağa sola salınarak yapılan dansın ise yiyeceğin uzakta olduğunun göstergesi sayıldığı belirtiliyor. İşçi arılar arasında görev dağılımı çok sıkı bir düzene bağlı kalınarak yapılır. Bu görevler arasında ölen kardeşlerin kovanın dışına sürüklenmeleri de yer alıyor. 1984 Nisanı’nda, özel bir kutuya yerleştirilen 3.300 arı, Challenger gemisiyle uzaya gönderildi. Sıfır yerçekimine uyum sağlayan bu arılar uzayda neredeyse kusursuz bir bal peteği oluşturmayı başardılar. Ne var ki, arılar tuvalet gereksinimlerini gideremediler. Arılar dışkılarını yalnızca kovanın dışına bıraktıklarından, yedi gün boyunca dışkılarını tutmak zorunda kaldılar. NASA sözcülerinden biri uzaydaki kovanın son derece temiz olduğuna dikkat çekiyordu. Kocakarı inanışına göre, eve arı girmesi bir konuğun eve geliyor olmasının habercisidir. O arıyı öldürmüş olmanız ise, gelecek olan konuğun pek de hoşa gitmeyen biri olduğuna işaret eder. İyisi mi, beklenmedik bir anda sizi ziyaret eden arıyı en güzel biçimde ağırlayın! Rita Urgan CBT 1235/ 6 19 Kasım 2010 Yabanarıları zaman aralıklarını kestirebili