24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Osmanlı Çağdaşlaşması İle İlgili Gözlemler Çağdaşlaşma anlamı ve içeriği cahiller tarafından iyi anlaşılmayan ve art niyetliler tarafından saptırılan bir kavramdır. Oysa toplumun çağdaş ve egemen dünya ile eşit bir uluslararası statü elde etme çabasından başka bir şey değildir. Köle olmadan yaşamak için gerçekleştirmek zorunda olduğumuz tümel bir yaşam biçimini tanımlayan kavramdır. Bir bakıma bir ölüm kalım savaşı da sayılabilir. S adece Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı döneminde de aydınlar çağdaşlaşmanın doğasını ve modalitelerini tanımlamaya ve ona göre davranmaya çalıştı. Bunun günlük yaşamda ve dünyanın her köşesinde aynı olduğu herkes için ortak bir tavır olduğu ve otomobilin direksiyonunda şalvar giymenin ya da döner kebap ile Koka Kola içmenin bunu değiştirmeyeceğini artık anlamış olmalıyız. Ne var ki çağdaşlaşmaya ilişkin çarpık söylemler toplumsal gerilimleri beslemek için kullanılıyor. Türk toplumunun yenileşme çabası üç yüz yıldır sürüyor. Fakat bunun Türk toplumunu kökten silkinmeye zorlaması Cumhuriyetle birlikte oldu. Şimdi her boyutta spekülatif nedenlerle Cumhuriyete saldırılan bir dönem geçiriyoruz. Ve bu dönem akıl almaz yalanlar ve sapık düşüncelerle dolu. Bunlar bir tımarhanede söylense önemli değil. Fakat okumamış bir toplumun doğruyu ve yanlışı ayırt edemeyen cahil gruplarını hedef alıyor. TANPINAR’IN SAPTAMALARI Ahmet Hamdi Tanpınar edebiyatı, tarihi ve kültürel değişme temelinde düşünen önemli bir Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihçisi idi. “19.uncu Asır Türk Edebiyatı” adlı temel yapıtında 19. yüzyılda Batılılaşma hareketinin ana çizgilerini anlatır (s. 64127). Yeniden Osmanlı olmak isteyen aklı evveller onun kaleminden 19 yüzyılın ilkyarısında imparatorluğun durumunu okuyabilir. Ben dilini sadeleştirerek, özet olarak anımsatmak istiyorum. Hem daha eski bir kuşaktan hem de bugünü görmemiş bir düşünür. “18. yüzyılda yenileşme hareketi toplum yapısında her hangi bir değişmeyi hedef almaz. Politik zorunluluklar karşısında bazı teknik (askeri) bilgilerin getirilmesinden öteye gitmez. Fakat yüzyılın sonuna doğru (özellikle 1774’ten sonra) yenileşme ülkedeki ağırlıklı sorunlardan biri olur. Ne var ki yüzyıl bir gericilik başkaldırısı ile başlar. 1807’den 1826’ya uzun ve sürekli savaşların, içerde isyan ve ayrılık hareketlerinin, saldırı ve zorbalığın bütün dehşetiyle egemen olduğu bir çağdır. Vahabi hareketi, Sırp isyanı, Eflak ve Buğdan’daki isyan hareketleri, Tepedelenli vakası, Rum isyanı, Mısır ve Akka’nın kafa tutması, Irak’ta karışıklıklar, Anadolu’da ve Rumeli’de küçük büyük bir yığın mütegallibe (zorba derebeyleri), devletin güvenmesi gereken yeniçeri ordusunun ve devlet adamlarının bilgisizlikleri, ihtirasları, imparatorluğun tam bir çöküşün başında olduğu hissini veriyordu” der. Tarihler de bunları yazar. Acaba bazı uzun görüşlü Cumhuriyet düşmanları Osmanlı’nın bu çağına mı dönmek istiyor? “II. Mahmut hiçbir devlet adamına inanmıyordu. Padişah gibi güç sahibi olan Halet Efendi Batı düşmanı, cahil ve zevksiz bir adamdı. Yeniçeriliğin kaldırılması Rum isyanındaki başarısızlıktan yararlanarak yapılmıştı. Osmanlı Devleti Yunanlı asileri ancak Mısır’dan gelen ordunun yardımıyla durdurabilmişti. Bu sonuç Yunanistan’ın bağımsızlığını engellemedi. Yunanlı ve Sırplar bağımsızlıklarına kavuştular. Sultan ve çevresi, Avrupai bir yaşamın yüzeysel gösterisini sürdürdüler. Fakat bu eskiye göre ‘fakir bir debdebe’ idi.” Türkiye o zamandan bu yana debdebe meraklısı bir sürü fakiri barındırmaktadır. “Birçok yenilikleri halk ve devlet adamları beğenmiyor, Hıristiyanlara verilen hakları bir teslimiyet gibi görüyordu. Kıyafet değiştirme teşebbüsleri de iyi karşılanmamıştı. Halkın tepkisinden çekinen padişah dini törenlere geleneksel kıyafetleriyle katılıyordu.” Kıyafetin simgeselliği günümüzde de sürdüğüne göre 200 yıl öncesi toplumunun tepkisinin daha doğal olduğu söylenebilir. Eğer üniversite mezunu olan çocuklarımıza ortaçağdan kalan papaz kıyafetleri giydiren akademis yenlerin taklit eğilimleri düşünülürse, halk yine de daha sağduyulu sayılabilir. Tanpınar devam ediyor: “Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılması, dindarlığın artmasını teşvik etmişti. Toplum geleneklerinin ataleti yenilik hareketinin cesaretle tamamlanmasını engellemişti. Biçimsel değişiklikler kültür ve davranışlarda önemli bir değişikliğe yol açmamıştı. Kaldı ki sürekli isyan ve savaşlar ve yeni bir ordunun kurulması ve örgütlenmesi, içerde köklü değişiklikler yapılmasını engelliyordu.” Tanpınar imparatorluk toplumunun 1718’den sonra kaybedilen zamanda, parçalandığını, eski bağların yok olduğunu anlatır. Artık sadece Yunan, Sırp ve Bulgar gibi Hıristiyanlar değil, Mısır gibi Müslüman ülkeler de bağımsız oluyordu. “Yeniçeri ordusu ile paralel ve birlikte hareket eden ulema sınıfı da, özellikle askeri, mektepler ve yeni eğitimle (rüşdiyeler) birlikte önemini yitirdi. Ve bundan böyle işlevini yitiren ve urlaşan bir kuruma dönüştü. Ve o zamandan bu yana Hıristiyanlıkla eşdeşleştirdiği yeniliklere karşı sürekli olumsuz bir tavır aldı. Geleceği hazırlayan kurumların hemen hepsi harbiye, tıbbiye, mühendishane ve sonra bahriye askeri nitelikliydi.” “Batının ulaştığı bilgi seviyesine ulaşmak uzun vadeli bir program gerektiriyordu. Önce Avrupa’ya bazı öğrenciler gönderildi. Babıali Tercüme Odası, bir ölçüde, yeni düşüncelerin yerleşip yayıldığı bir odak oldu.” İlk kuşağın görevi yeni bir yol haritası çizilmesi olacaktı. Bu yol haritası en geniş anlamında kültürel örgütlenme demekti. Koca imparatorluk yüzlerce yıllık yapısı, alışkanlıkları ile sonunda imparatorluğun parçalanması ve İstanbul’un işgali ile biten yok oluş aşamasında kendi küllerinden yeniden doğacak bir devletin kurucularını yetiştirdi. Bu Cumhuriyettir. Son Osmanlıların yangın küllerinden kalan korları üfleyerek yeniden yaktıkları ateştir. Cumhuriyeti bunun dışında yorumlayıp yok olmuş bir imparatorluğa heves edenler sadece bilgisiz değiller. Asıl unuttukları Türkiye Cumhuriyeti’nin bir imparatorluk mirası olmasıdır. Bunlar torunu ve oğlu öldürdükten sonra, babayı mezardan çıkararak aileyi yeniden yaratmak isteyen garip kişiler olmalı. Bu gün ülke böyle insanları da üretebiliyor. DUYURU Tayfun Akgül BİLİM MERKEZİ KONUŞMALARI POLİTİKA” Konuşmacı: Prof. Dr. Fuat İnce TÜBİTAK Bilişim Enstitüsü kurucularından. Halen Hava Harp Okulu ve Harp Akademilerinde ders vermekte ve Lunateknoloji firmasında danışman olarak çalışmakta. 18 Aralık 2010 tarihli Bilim Konuşması: Konu: “Türkiye’nin Yeraltı Kaynakları” Konuşmacı: Prof.Dr. Ahmet Ercan Türkiye Bilim Merkezleri Vakfı’nın adresi: Hakkı Yeten Cad. No:18/A Polat Tower Yanı, Bilim Merkezi Binası FulyaİST. www.bilimmerkezi.org.tr. Rezervasyon No: 212 266 00 46 Tbinasında, tatil ayları dışında her ay ürkiye Bilim Merkezleri Vakfı, Şişli’deki CBT 1235/2 19 Kasım 2010 farklı bir konuda ücretsiz Bilim Konuşmaları düzenliyor. Bu konuşmalardan herhangi beş tanesine katılan konuklara sonunda katılım belgesi de verilecek. 9 Ekim 2010 tarihinde yapılan bu sezonun ilk konuşmasında Prof. Dr. Fikrettin Şahin, “Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizma ve Gıdaların İnsan Sağlığı Üzerine Etkileri” konusunda ayrıntılı bilgiler verdi. 27 Kasım 2010 tarihli (10:3012:00) Bilim Konuşması: Konu: “ÖTEKİ UZAY; TEKNOLOJİ VE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle