02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kültür Hangi Avrupa Kültürünün Temsilcisi? 2010’un ilk günü İstanbul’un hangi birikimleriyle Avrupa kültürü başkenti olduğunu düşündüm. Evrensel bir tarihi perspektifte Megara kolonisi Bizantion, Doğu Roma başkenti Konstantinopolis, Cenova kenti Galata ile örtüşen İstanbul, kanımca bütün Avrupa kentlerinden önce bir Avrupa kültür başkentidir. Surlar, Ayasofya, en görkemli Bizans mozaiklerine sahip olmak büyük kültürel ayrıcalıklardır. Gerçi ara sıra RomaBizans’tan kalanları yıkma krizleri geçirenlerin İstanbul 2010’a sahip çıkmaları garip, ama bu tarihi olguyu değiştirmiyor. Doğan Kuban re sahip olamayız. Ama yakın bir gelecekte gerçekleşeceğine ilişkin bir işaret de yok. Kaldı ki toplumun, yukarıda saydığım çağdaş konfor araçları sahipliği dışında, bunlara sahip olmak isteği de yok. Çünkü ne kendi kültüründe bu öğeler vardı ne de kente geldiğinde bunları öğreneceği kitleler vardı. İstanbul belki de hiçbir zaman Avrupa kültürüne gerçekten sahip olamayacak; ne de bugünkü vurma, kırma, bağırma, çağırma ortamında, çoktan yok olmuş bir Ortaçağ’a referans vererek yaşama yaygarasının güçlendiği bir dönemde bunları öğrenme şansı var. 1 453’te Avrupa başkenti olan dünya güzeli kent İstanbul Türklerin eline geçti. Bir Balkan ve Doğu Akdeniz devleti olan OsmanlıTürk İmparatorluğunun uygar bölgelerinin çoğu Avrupa’daydı. Osmanlı İstanbul’u da bir Avrupa kültürü başkentiydi. Fakat Osmanlı Avrupa’nın yarattığı değerlere hiç sahip olmak istememiştir. Bir yandan Rum aristokratını, Boşnak ya da Hırvat devşirmeyi vezir, sadrazam, İtalyanı kaptanı derya yapıp, sultan analarının Hıristiyan cariyelerden olmasından hiç gocunmamış, öte yandan Avrupa’ya sırtını çevirmiş bir kültür yaratmıştı. Avrupa’daki bu MüslümanTürk kültürü tarihi bir fenomendir. Fakat dincilik, ulusçuluk kaygısıyla yeterince araştırma konusu olmamıştır. Osmanlı İstanbul’u Avrupalılar öyle düşünmese de sinkretik bir Avrupaİslam kültürünü barındırıyordu. Türkiye’de kırsal kökenli cahil gruplar bu işin farkında olmasalar da, 19 yüzyılın ikici yarısından sonra Osmanlı başkenti, şimdikinden daha fazla bir Avrupa kenti idi. Oryantal İstanbul alafrangalığını Balkanlardaki Selanik, Üsküp, Filibe, Saraybosna gibi kentler de paylaşırdı. İstanbul’un ikinci Avrupa kültür merkezliği Osmanlı dönemindedir. Süleymaniye’ler, Sultanahmet’ler, sahilsaraylar, Beyoğlu, İstanbul’un o çağını da tanımlıyorlar. Bu iki İstanbul geçmişinin maddi mirasını, bir oranda koruyoruz. Kuşkusuz sorumlular bu iki tarihi çağın kültür gösterilerini ziyaretçilere tanıtacak programlar yapmışlardır. Gerçi Boğaziçi denilen özgün uygarlık gösterisinin tek kalan yeşili alanı Göksu mesiresini 40 yıldır mezbelelik olarak tutmakta direnen ve şantiye ve otopark olarak kullanan bir İstanbul Belediyesi var. 40 yılda bunu yapmayan ya da yapamayan belediyelerden fazla bir şey beklemek zordur. Bu iki tarihi İstanbul’a düzen, temizlik ve trafik belasından mümkün olduğu kadar soyutlama gerekiyor. Bunun ötesinde belediyeye ‘Gölge etme başka ihsan iste mem’ özdeyişini ara sıra anımsatmak iyi olur. TEMEL SORUNU Sayın Okuyucular, İstanbul 2010’da kentin temel sorunu, çağdaş İstanbul’da Avrupa kültürünü temsil eden bir halkın oturmamasıdır. İstanbul’da oturan milyonların çağdaş kültürle Avrupa kültürü arasında bir fark gördükleri söylenemez. Avrupa kültür tarihi konusunda fazla bir şey bilmiyorlar. Halkın bütün dünya ile paylaştığı bir mekanik yaşama arzusu var. Bütün dünya ile birlikte, makinenin egemenliğine inanıyor. Uçağa ve otomobile inanıyor. Elektriğe inanıyor. Elektronik iletişime inanıyor. Paraya tapıyor. Tüketime bağımlıdır. Gerçi Avrupa ile ortak bir tarihimiz var. Fakat Avrupa kentlileşmiş davranışların egemen olduğu, entelektüel ve sanatsal ağırlıklı bir kültür ortamına sahip. Bu Avrupa uygarlığı denen şeyi yaratıyor. Hıristiyanlık ayrıntıları değil. Bir modern sanat müzemiz olması gerek. İçinde konserler ve gösteriler yapılan birkaç büyük konser, tiyatro, opera sahnesi olması gerek. Birkaç tane orkestra olması ve bunları destekleyen musiki kurumları olması gerek. Bu kurumlara maddi olarak yardım eden zenginler olması gerek. Olanlar 1015 milyonluk bir kent için devede kulak mertebesinde. Bu musiki etkinliğinin sadece yerel müzik değil, evrensel bir programı, ve Avrupa klasik musikisini de içermesi gerek. Kentin büyük kütüphaneleri olması gerek. Bir doğa müzesi olması, pek çok müzesi olması gerek. Lokanta ya da simit sarayı kadar olmasa da, yüzlerce, belki binlerce kitapçı dükkânı olması gerek. Otoparkları olması gerek. Eski saray bahçeleri olmayan, büyük küçük sayısız parkı olması gerek. Çok büyük bir hayvanat bahçesi gerek. Bugünkünden on kat fazla metrosu olması gerek. Kaldırımlarda insanlarının yürüyebilmesi gerek. İnsanların birbirlerinin hakkına daha az tecavüz etmesi gerek. Kadınlara daha çok saygı gösterilmesi gerek. Ulaşım kargaşasının çözülmesi, trafik kabadayılığının yok edilmesi, kaldırım zorbalığının önlenmesi gerek. Kenti süsleyen anıtları, heykelleri olması gerek, ahşap evli eski mahalleleri olması gerek. Kuşkusuz bunlara Roma, Paris, Viyana gibi birdenbi KÜLTÜR MERKEZİ DEĞİLİZ Bugünün İstanbul’u bütün çağdaş gösterilerine karşın bir Avrupa kültür merkezi değildir. Ama bir Ortaçağ İslam kültür merkezi de değildir. İslam dünyasının Ortaçağ’ı aşmış bir kültürü de yok. Gökdelen, otomobil ve Kalaşnikof aşılayınca medrese öğretisi çağdaş olmuyor. Çağdaşlaşmakta zorlanan bir toplumun da sadece teknoloji kullanarak dünya ile aynı düzeyde yaşaması olanağı da hayal edilmemelidir. Bu gözlemler İstanbul 2010 yılının başarılı geçmesi bağlamında olumsuz bir hava yaratmak amacı taşımıyor. Belediye ve ilgili kurumlar yukarıda değindiğim bazı uygar minimumlara dikkat edilmesini sağlarlarsa, dünyanın hâlâ en güzel kenti olan İstanbul ev sahipliğini iyi yapacaktır. Sonuçta İstanbul 2010 turistik bir olaydır. Ne var ki bu turistik olayın Avrupa’da vurgulanan, bizim sorumluların doğasını anlamakta zorluk çektikleri, ciddi bir yanı var. Kent idaresi ve kentlinin İstanbul’un tarihi karakterini korumak için gösterdiği çaba İstanbul 2010 için önemli bir değerlendirme ölçütüdür. Bu bağlamda İstanbul başarısızdır. Her zaman başarısızdı. Biz Osmanlı döneminin kentsel mirasını koruyamadık. Ayakta kalan bir sokak bile yok. Bunun çeşitli nedenleri var: Biri İstanbul halkının kent tarihi ile ilişkisinin bir sahip olma düzeyine erişmemiş olmamasıdır. Bu çağdaş Türk toplumunun ülkenin ve kentin tarihi konusunda bilgisizliğinin sonucudur. 1950 yılından bu yana, giderek artan bir yoğunlukta, tek laik ve çağdaşlığa dönük İslam ülkesi olan Türkiye’nin ve Türk toplumunun sosyal dengesini koruması için gerekli tarihi vizyon tutarlığını yok etmeye uğraşan dış ve iç odaklar var. Bağımsız bir ülkenin her başarısının, kendi içinde tutarlı bir tarih vizyonuna sahip olmasına bağlı olduğunu bizim aydınlar anlamış değiller. Amerika gibi derleme bir ülkenin bile kendi tarihi için daha tutarlı bir vizyonu var. Obama’nın konuşmaları bu birleştirici vizyonun önemini bizim Amerikancılara öğretemedi. Halkın da zaten haberi yok. İstanbul Türkiye’nin beşte biri. Burada rüzgâr esince Türkiye nezle oluyor. Darwin ve Devrimi: Evrim Cogito, Yapı Kredi Yayınları, Üç Aylık Düşünce Dergisi Cogito son sayısını Darwin Özal Sayısı olarak yayımladı. Darwin’in doğumunun 200., Türlerin Kökeni isimli ünlü kitabının yayımlanışının da 150. Yıldönümü, Cogito’nun GüzKış iki birleşik sayısına vesile oldu. Dosyada Darwin ve evrim konusunda hemen herşey var. Kiütabın ilk bölümü, ünlü bilimcinin yaşamına ve seçilmiş yazışmalarına ayrılmış. Yerli ve yabancı yazarların makalelerinden oluşan dosyadaki 25 yazıdan bazıları: Darwin’den 150 yıl sonra Evrim teorisi: Argüman dizisinden stratejik bir bilim dalına; Evrimin ışığı olmadan biyolojide hiç bir şeyin anlamı yoktur; Darwin’in, Darwin’in Felsefi Temelleri; Evrim ve Etik; Darwin’in metafizik düşmanı: Akıllı Tasarım; Dilin Evrimi; Biyolojik Evrim ve Evrim Kuramı; Darwim, maymunlar ve Melekler... CBT 1192/2 22 Ocak 2010 Dosyanın sunuşundan: Ondokuzuncu yüzyılda yaşamın çeşitliliği ve tarihi üzerine çalışmaları ve canlılığın kökeni üzerine düşünceleriyle bilim, felsefe ve din alanlarında çok büyük değişikliklere yol açan Darwin’in temel kuramında aslında ne söylediği konusunda genel bir cehalet hâkim ve evrim kuramı üzerine tartışmalar genelde birtakım yanlış anlamalar etrafında dönüyor. Evrim kuramının ve Darwin adının bu kadar düşmanlıkla karşılanmasının esas nedeninin bu kısırdöngü olduğundan hareketle, dosyanın ikinci bölümü evrim kuramının temellerine, aslında ne olduğuna, kuramın belli başlı kavramlarının –doğal seçilim, uyarlanım, vs.– ne tür süreçlere işaret ettiğine ışık tutan yazılardan oluşuyor. Evrim kuramı üzerine ideolojik kavgalar ve kuramın düşünsel temelleri ve içerimleri ve diğer disiplinlerde uygulanışı üzerine yazılar, dosyanın son bölümünü oluşturuyor. Bu bölümde, sosyal Darwincilik, evrimsel psikoloji, evrim ve etik, evrim kuramının felsefi temelleri, doğalcılık ve evrim kuramı, Zeki Tasarım, cinsel seçilim ve feminizm ilişkisi üzerine çok sayıda yazı yer alıyor Tayfun Akgül
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle