Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Yeni Bir “Yükseköğretim” Yasası mı? * R. Ömür Akyüz, Eğitim Fakültesi Dekanı, Yeditepe Üniv. Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr A ma, yasa ile birlikte “yeni bir akademik anlayış” gerekir. Bu anlayışı sağlayabilecek kimi hususlara 2003 yılında değinmiştim (1): 1“Üniversite”nin sözlük anlamı ve amacı nedir?; 2“Üniversite” olmanın asgari koşulları nedir? 3“Üniversite” ile “yüksekokul” arasındaki fark nedir? 4Üniversiteler bir “Fakülteler ve/ya yüksekokullar konglomerası” mı olmalı yoksa bütünleşik bir yapı mı göstermeli? 5 Her üniversite “aynı” mı olmalıdır? 6Devletüniversite ilişkileri nasıl olmalıdır? 7 Üniversiteortaöğretim ilişkileri nasıl olmalıdır? 8 “Üniversiteye giriş” sorununa “doyurucu” bir çözüm bulunabilir mi? O yazıda bir de 1992 yılında önerilen (1a) bir yasa taslağına değinmiştim. Bu taslağın yeniden gün ışığına çıkartılması çok yararlı olabilir. Bir de Avrupa Birliğinin “ABD kompleksi” ile “uydurduğu” Bolonya Süreci var. Görünüşte bu süreç İspanya gibi kimi ülkelerde, devletin aşırı katı bir üniversite politikasından bir ölçüde kurtulma sağlıyorsa da; bizde YÖK’ün ilk yıllarda empoze etmeye çalıştığı ama sonradan serbest bıraktığı düzene katılık getirecektir. Hele bu katılığı temsil eden AKTS (Avrupa Kredi Transfer SistemiECTS) ise amacıyla çelişen bir “hilkat garibesi”dir. Buna ilişkin sıkıntıları ayrı bir yazıyla anlatmaya çalışacağım. Burada üzerinde duracağım husus son günlerde ciddi sorun oluşturan “öğrencilerin program değiştirme serbestliği”: YÖK Başkanının, bu özgürlüğü “haklı gördüğü” halde doğurduğunu savunduğu haksızlığın temelinde 1981 yılından bu yana üniversiteye giriş sınavlarında uygulanan çeşitlilik yatar. Başlangıçta öğrenciye hazırlanma kolaylığı sağlamak için getirilen çeşitliliğin liselere geri teperek bu kurumları hırpalayacağı ne yazık ki düşünülememişti. Öğrencilerin belli sınav türlerine hedeflenip bunun dışında kalan dersleri boşlamaları üzerine yıllarca başarıyla uygulanmakta olan iki şubeli lise –ki şubeler ders türleri ve müfredatları açısından pek fark göstermezlerdi– birbirlerinden büyük farkları olan dört şubeye ayrıldı. Yeni ÖSS düzeni ise yerleştirme sınavını ders bazına indirdiğinden bu durumu daha da pekiştirecektir. Sınav çeşitli, buna yönelik lise şubeleri de çok farklı olunca farklı puan türleri oluşması doğal ama adayları daha üniversiteyi tanımadan çok dar alanlara yönlendirmek hiç de doğal değil. YÖK’ün, gençlerin çok sağlıklı ve yerinde yönlenmelerine olanak veren bir düzenlemeye engel olacağına asıl yapması gereken, MEB ile anlaşarak lise şubelerinin yalınlaşmasını ve yakınlaşmasını sağlamak ve “üniversite adına layık” tüm üniversitelerden böylesine liberal programların uygulanmasını istemektir. Tabi ÖSS’nin de yalınlaşması gerekecek. (Hele bir de “Lise Bitirme Sınavı” yapılmaya ve bunda başarılı(2) olamayanların Üniversiteye başvurmalarına bile izin verilmemeye başlandıktan sonra bu işi çok daha verimli hale getirecektir.) Farklı puan türleri adayların sınava daha “kolay” hazırlanmaları için oluşturulmuştu, dolayısıyla bugünkü durumda bile bu farklılıktan ileri gelen puan farklılıklarına bakarak “haksızlık” sözü etmek doğru değil. İşte, “haksız” bulunan model uygulandığında ise, ortak programa giren öğrenciler artık giriş puanlarından arınmış olarak aynı sistem içinde ve en az iki yarıyıl süren bir programda değerlendirilecek ve ancak bundan sonra kesinleşecek tercihlerine göre öğrenimlerini sürdürecekler. Keşke Fransa’daki gibi herkes “genel eğitim” üniversitelerine sınavsız girse ve burada bir yıl okuduktan sonra genel başarılarına göre değerlendirilerek “asıl” üniversitelere girmek için seçilse. Böyle bir önerimiz de yıllar önce yayımlanmıştı(3). Ama böylesi bir uygulama anında ortamlar (medya) tarafından manşetlere “kıyım” olarak taşınacaktır. Bu arada, YÖK’ün hazırlanacağını ilan ettiği yeni “yatay geçiş” düzenlemesi için çok düşünmeye gerek yok. Bu süreci ülkemizde ilk ve uzun yıllar tek başına başarıyla uygulayan kurum olan Boğaziçi Üniversitesinin deneyimlerinden yararlanmak yeter. *) (Bu yazı Ali Alpar’ın 14.06.09 tarihli RADİKALYORUM yazısından önce hazırlanmıştır.) 1) R. Ömür Akyüz, RADİKAL, Yorum, 03/11/2003; 1a) Cumhuriyet BilimTeknik, sayı 264, Nisan 1992; 2) R. Ömür Akyüz, RADİKAL, Yorum, 25/08/2007, 24/11/2007; 3) R. Ö. Akyüz & H. Beker “Ortaöğretim Reformu ve Lise Başarı Sınavı” ve “1984 ÖYS Sonuçları ve Ortaöğretimdeki Eğitim Düzeyi Hakkında Bazı Gözlemler”, Çağdaş Fizik 17 (1985) 20, ve 44 Anayasamızın 141. maddesinde: “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” denmektedir. Bu hükmü bertaraf edecek; buna istisna getirebilecek bir yasama, yürütme ya da yargı tasarrufu düşünülebilir mi? Anayasa koyucu yurttaşlarına bununla yanlış bir şeyi söylemiş olabilir mi? Hangi makam ya da konum bu hükmü geçersiz ya da etkisiz kılmaya yönelik bir kamu yetkisi kullanabilir? Gerekçesizliğe İtiraza Gerekçesiz Ret “Dosyanın incelenmesinden, olayda yukarıda anılan kanun hükmünde öngörülen şartların gerçekleşmediği anlaşıldığından (…) istemin reddine karar verildi”: Bu ifade bir gerekçe midir? Bu ifade bir yargı kararının gerekçesi olabilir mi? Mahkemenin “dosyanın incelenmesinden” gerçekleşmediğini anladığı koşulların ne sebeple gerçekleşmemiş olduğunu (olayları ve normları mantıksal bir tutarlılık içerisinde ilişkilendirerek) temellendirmesi, bunu bir gerekçe düzeninde ifade etmesi gerekmiyor mu? Dava taraflarının ve kamunun bu nedenleri layıkıyla bilmesi, anlayabilmesi, böyle bir sonucu birlikte çıkarsayabilmesi gerekmiyor mu? Öngörülen şartların hangi sebeple gerçekleşmediğini düşündüğünü mahkeme açıkça belirtmekten hangi nedenle kaçınmayı zorunlu görebilir? “Açıkça hukuka aykırılığı” ileri süren ve gerekçelendiren tarafın bu iddiasının mahkemece gerekçesiz biçimde yerinde görülmemesinin, davanın adalete ve hakikate uygun biçimde seyrini ciddi biçimde zorlaştıracağını görmemek mümkün müdür? Ret nedenleri sayılmalı ve yeterince açıklanmalıdır ki, davacı bu nedenlere karşı nihai hükme yardımcı olabilecek daha aydınlatıcı bilgiler ve belgeler sunabilsin. Yanlış anlaşılan veya yeterince anlaşılamayan konuları açıklayabilsin. Taraflara bu hakkın tanınmamasının haklı gerekçesi ne olabilir? İş yükünün ağırlığı, yargıçların konu hakkındaki bilgisizliği, konu üzerine yeterince düşünmeye istek ve imkânlarının bulunmaması ve başkaca nedenler böyle bir “adil yargılanmama”nın mazereti olabilir mi? Bu tür nedenlerle davaya bakmaya imkân bulunmadığını söylemek daha doğru olmaz mıydı? Olmazdı, çünkü mahkeme davaya bakmaktan imtina edemez. Temel bir hukuk kuralıdır bu. Yargıç gerekçesiz karar verebilir mi? Hayır. Bu da bir önceki kadar temel bir hukuk kuralıdır. Yürütmenin durdurulmasında yargıç ciddi bir açıklama yükü yüklenirken, talebi reddinde bu yükü taşımamaktadır. Yargı idareye borçlu olduğunu niçin yurttaşa da borçlu olamaz? Gerekçe hakkı hukuk devletinin gereği değil midir? Anayasamız böyle demiyor mu? İlgili kanun hükmünden ancak yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi durumunda gerekçe gösterileceği, talebin reddi durumundaysa buna gerek bulunmadığı sonucunu çıkarmak ciddi bir hukuk metodolojik hatadır. Talebin reddi halinde anayasa gereği gösterilmesi gereken gerekçe, yürütmenin durdurulması kararında da aranmakta, yasa koyucu bu gereği pekiştirici bir ifadeyle dile getirmiş bulunmaktadır. Bunu bir istisna gibi anlamak mümkün değildir. Açılan davanın dava edilen idari işlemin yürütmesini kendiliğinden durdurmadığına dayanarak, talebin reddi kararının bir gerekçeye ihtiyaç duymadığını ileri sürmek mantıksal bir kısa devredir. Yürütmenin durmayacağı kuralının bir istisnası bulunmasaydı, böyle bir talep yasadışı sayılacaktı ve talebin reddinde yasanın zikri yeterli bir gerekçe oluşturacaktı. Ancak burada yanıtı beklenen soru, “hukuka açık aykırılık ve giderilmesi imkânsız zarar” iddialarının mahkemece niçin varit görülmediğidir. Anayasanın emrettiği “gerekçe” mahkemenin, kararında bu sorunun yanıtını vermesidir. “Öngörülen koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından” ibaresiyle yüzümüze çarpan şey bir “gizli gerekçe”dir. Bu, sözde bir gerekçedir. Tarzı, mahkemelerin sanki bir “gerekçeyi susma” imtiyazının bulunduğunu ihsas ediyor. Anayasanın emrettiği “Gerekçe”; mahkemenin karardan önce görüp anladığı şeyi kararında açıkça ve yeterince zikrederek tarafların bunları bilmek ihtiyacının karşılanmasını; kararların akla uygunluğunun denetlenebilmesini; böylelikle “Hukuk Güvenliği”nin gerçekleşmesini hedeflemektedir. İtiraz dilekçesinde yer alan bu sözler hiç söylenmemiş gibi, Bölge İdare Mahkemesi de; “Dava dosyasının incelenmesinden olayda her iki koşulun birlikte gerçekleşmediği anlaşıldığından” diyerek ultra tasarruflu ve çok aydınlatıcı bir ret kararı vermiştir. Gerekçe yazmaya hali vakti olmayan yargıçlarla yıkılır bir ülke! YÖK ve İmam Hatip Süleyman Çelik C CBT 1163/15 3 Temmuz 2009 bt 1149/14’de yay mlanan Say n H. Bülent Serim’in “Kar oy“: eriatç Prof. Nas l Kurtar ld ?” ba l kl yaz s , Say n Yusuf Ziye Özcan’dan önce “YÖK’ün ne kadar Atatürkçü” oldu unu göstermesi bak m ndan ilginç ipucular vermektedir. Söz konusu profesör hakk nda soru turma Uluda Üniversitesi Rektörlü ü'nce 03.05.2006 tarihinde ba lat lm , üniversite soru turmay zaman nda tamamlayarak, Yüksekö retim Kurumlar Yönetici, Ö retim Eleman ve Memurlar Disiplin Yönetmeli i'nin 33/d maddesi uyar nca eylemine uyan ceza Yüksek Disiplin Kurulu karar n gerektirdi inden YÖK'e göndermi . Yüksek Disiplin Kurulu 18.05.2007 tarihinde toplanm , fakat konuyu esastan ele almam , savsaklama yolunu seçmi . öyle ki: "Kitab n bas m tarihini, suçun 5525 say l disiplin aff na ili kin yasa kapsam na girip girmedi ini ve ayn fiilden dolay verilen 'lüzumu muhakeme' karar n n sonucunu üniversiteden sormaya" karar vermi . Oysa soru turma dosyas n n içinde bulunan kitab n kapa nda bas m tarihi yaz l d r. Suçun disiplin aff na girip girmedi ini ö renmek için üniversiteye sormaya gerek yoktu. Kendileri ad geçen yasay inceleyerek bunu ö renebilirlerdi. Lüzumu muhakeme karar n n sonucuna ö renmeye gerek yoktu. Çünkü, Disiplin Yönetmeli i'nin 20. maddesine göre, "san k hakk nda ceza mahkemesinde kovu turmaya ba lanm olmas disip lin kovu turmas n geçiktirmez. Hatta Ceza Kanunu'na göre mahkum olmas veya olmamas , ayr ca disiplin cezas n n uygulanmas na engel olmaz." Buna kar n, üniversite 19.06.2007 tarihli bir yaz yla gerekli yan tlar göndermi . Bu durumda art k karar vermesi gereken Yüksek Disiplin Kurulu, i i gene savsaklam . 24.08.2007 günlü toplant s nda, "ad geçen hakk nda an lan mahkemece dava aç l p aç lmad n n ve duru ma günü verilip verilmedi inin ö renilmesini" kararla t rm . Yukar da belirtti im gibi, yönetmeli in 20. maddesi aç k. Bunlara gerek yok. Son toplant tarihine dikkat ederseniz bu karar n nedeni anla l r. 22 Temmuz 2007'de seçim yap lm ve AKP %47 oyla iktidar n peki tirmi . Bizim Atatürkçü, ça da , dogmaya kar, bilimden yana, dolay s yla "do ru bildiklerini söylemekten, uygulamaktan çekinmeyen(!)" YÖK üyeleri teslim bayra n çekmi ve dosyay yeni YÖK Ba kan 'na teslim etmi ler. Yeni YÖK Ba kan da, selefinin yapt klar n yapm . "Dar alanda k sa paslar", "topu taça atmalar" vb. oyunlarla zamandan çalm . Bir de bakm ki, aaa!.."zamana m " olmu ....Yüce Atatürk'ün dedi i gibi, "idarei maslahatç lar"la bir yere gidilmez. "Kol k r l r, yen içinde kal r" demeyelim. Yanl yapanlar ele tirmekten kaç nmayal m. Geçen iletimde ÜAK üyelerinin gaflet ve dalalet içinde olduklar için YÖK'e üye seçiminde yenilen golü anlatm t m.Eski YÖK Genel Kurulu'nca önerilip Say n A. Necdet Sezer taraf ndan atanm olan ve halen görevleri devam eden baz rektörler de teslim bayra n çekmi lerdir. Oralardaki ça da ö retim üyelerinin durumu, Say n A. Gül'ün atad rektörlerin yönetti i bizlerden daha kötü. Örne in, Afyon Kocatepe Üniversitesi. Örne in, Van Yüzüncü Y l Üniversitesi.