26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu IV. KÖK HÜCRE SEMPOZYUMU ([email protected]) TÜBA Kök Hücre Araştırıcıları Network’ünü kuruyor Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Kök Hücre Çalışma Grubu, 2627 Haziran 2009 tarihlerinde Bilkent Oteli Kongre Merkezi’nde “IV. Kök Hücre Sempozyumu”nu düzenledi. Sempozyum programında A.B.D, İngiltere, Belçika, İtalya ve İsrail’den, kök hücre araştırmalarında ve rejeneratif tıp alanında önde gelen 7 ve ülkemizden de 22 konuşmacı katıldı. Bilgiye, bilgiyi analiz etmeye, bilgiden sentez üretmeye değer vermeyen bir insan topluluğu bu yüzyıl bitmeden büyük bir olasılıkla cansız makinelerden bile değersiz hale gelebilir. Makineden Bile Değersiz Geçmişinin bilmeyenin geleceği konusunda sorunlar yaşayacağı yönünde çeşitli kaynaklara atfedilen özlü sözler vardır. “Geçmişini bilmeyen geleceğini göremez”, “Geçmişini bilmeyen geleceğini yönlendiremez” gibi. Geçmişi bilmek konusu bizim ülkemizde (biraz da 20. yüzyılın başında Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu halk devriminden olacak) ayrı bir hassasiyete sahip. Üniversitede Inkilap Tarihi derslerinde bile Osmanlı tarihini okuduğumuzu anımsıyorum (milliyetçilik olgusunu irdeleyeceksek, tarihsel gelişimini bilmek zorundayız ya). Son elli yıldır geçmişimizi bile bile bir hal olduk; peki sonuç ne oldu? Geleceğimiz daha mı parladı? Bugünün Türkiyesinde vatandaş 30’lu 40’lı yıllardaki refah ve mutluluk düzeyinden daha mı yüksek seviyede bir yaşam sürmekte. O halde bir sorun var. Sorun, ya geçmişi bilmek ile geleceği yönlendirmek arasında yukarıda alıntılanmış olan özlü sözlerde ya da onlara atfettiğimiz anlamda. Cevap tabii ki ikincisi. Geleceği yönetebilmek için geçmişten istifade etmek, roman okur gibi tarihsel bilgileri okuyup öğrenmek anlamına gelmez. Daha ziyade eldeki bu tarihsel bilgileri değerlendirerek gelecek ile ilgili çıkarımlarda bulunabilmeyi gerektirir. Verileri analiz edip bir sentez üretebilmeyi. Bugünün popüler deyimleri ile: Öğrenen toplum olabilmeliyiz, bilgi toplumu olabilmeliyiz. Bilgi toplumu olabilmek için öncelikle yaşanmış deneyimlerin standardize edilmiş hali olan “bilgi”yi merkeze koyup, bir araç olarak onun değerini herşeyin üstünde tutabilmemiz gerekir. Bilgi dogma haline getirilerek hiç ellenmemeli, değiştirilmemeli demek değildir. Daha ziyade, sahip olunan bu bilgiler temel alınarak ve nesnel olmayan fikirler vasıtasıyla onları eğip bükmeden olaylara yaklaşabilmek demektir. Pazar akşamları futbol programlarında konunun duayenleri yorum yapıyor: “Hakem arkadaşlarıma tavsiyem şudur; kitapta öyle yazıyor olsa bile ara sıra kitabı tersten okuyacaksın”. Burada önerilen şey arasıra kuralı ihlal et demek. Her ne kadar iyi niyetle yapılmış bir yorum olsa da şeklen kabul edilemez. Temel bilgiden sapma gösterdiğiniz andan itibaren bütünüyle yoruma ve fikre açık hale getirilen yaşam, sonuçta kaos getirir. Getirdi de; birlikte yaşıyoruz yıllardır. Sorun ne yazık ki sadece o an karşımızda olan problemi çözmek değil. Onu çözerken bir yandan da çözümün tekrarlanabilir bir nesnelliği (bilgiyi) temel aldığını da her defasında teyid etmek gerekir. Bilgi olgusuna değer verilmediği bir toplumda biraraya gelen her iki kişi bir bilgi standardını kendi görüşleri doğrultusunda değiştirme yetkisine sahip merci haline gelir. O nedenle ülkemizde yetmiş milyon başbakan, yetmiş milyon futbol antrenörü vb var. Üstelik bu model son yıllarda bir metodoloji olarak bireylere şırınga edilmekte. Bilgi toplumu olacağız diye fikir toplumu oluyoruz. Yaptığımız şeyin bilgi toplumu olmadığını öne sürenleri susturursak, foyamızın meydana çıkmayacağına olan inancımız toplumsal özdeğerlerimizi temellerinden sarsıyor. Her alanda muhalif seslerin kısılması normal bir uygulama oldu. Bu uğurda her gün her birimiz defalarca kere yargısız infaz yapıyoruz ancak bu o kadar kanıksanmış bir olgu haline geldi ki değil eleştirmek artık farkında bile değiliz. Bilgiye değer verme gerekliliği, ilerlemek için bir araçtır sadece. Her toplum da kendisini ileri götürecek bir araç bulur, ona tutunur ve ilerler. Bizim sorunumuz geri geri gittiğimizi gördüğümüz halde bununla araç olarak tutunduğumuz dogmatik, fikir merkezli bir hayat sürme, günü kurtarma refleksi ile yaşama arasında bir sebep sonuç ilişkisi kuramıyor olmamız. Bilgiye, bilgiyi analiz etmeye, bilgiden sentez üretmeye değer vermeyen bir insan topluluğu bu yüzyıl bitmeden büyük bir olasılıkla cansız makinelerden bile değersiz hale gelecektir. S empozyumun konuları bu yıl beklenenin üzerinde büyük ilgi gördü ve Ankara dışındaki 31 ilden toplam 530 kişi katıldı. Toplantıya İngiltere’den katılan Prof. Dr.Andrew Baker (Glasgow), insan embryonik kök hücre araştırmaları ve yeni geliştirilen “yeniden programlanmış hücreler (iPS)”in getireceği yararları ve gelecekte hastalıkların tedavisinde kullanılabilme potansiyelini anlattı. Prof. Tony Blau (Seattle), kök hücrelerin gen ve farmakolojik manipülasyonlar ile yönlendirilmelerini anlattı, kanser hastalarından eritropoietin tedavisinin kanser kök hücreleri üzerine olan olumsuz etkilerine ait verileri tartıştı. Dr. Luc Baeyens (Brüksel) de, diabetes mellitus’ta hasar gören pankreas beta hücre adacıklarının tamirinde deneysel olarak kök hücrelerin hangi mekanizmalar ile yararlı olabileceğini ve sorunlarını tartıştı. Prof. Emin Kansu (Hacettepe), kök hücre çalışmalarının 1967’den günümüze kadar geçirdiği aşamaları ve gelecekte embryonik, mezenkimal, erişkin kök hücreler ve “iPS” hücreleri ile rejeneratif alanında beklenen yararları anlattı. Prof. Tayfun Özçelik (Bilkent), kök hücre araştırmaları ve uygulamalarında uyulması gereken uluslararası standartları, Aralık 2008’de yayınlanan ISSCR (Uluslararası Kök Hücre Araştırmaları Derneği) Kılavuzundaki temel ilkeleri etraflıca sundu ve güncel bilimsel veriler ışığında yorumladı. Sempozyumun son bölümünde yapılan tartışmalarda, 2005 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından durdurulan embryonik kök hücre araştırmalarının zaman kaybedilmeden yeni yasal düzenlemelerin hızla yapılarak yeterli alt yapısı olan laboratuvarlarda bilimsel denetim altında en kısa zamanda tekrar başlatılması gereği önemle vurgulandı. Bu konuda, TÜBA Kök Hücre Çalışma Grubu’nun üzerine düşen danışmanlık görevini yerine getirmeye her zaman hazır olduğu belirtildi. Sempozyumun ikinci gününde, ülkemizde embriyonik kök hücreler (2005 öncesinde), mezenkimal kök hücreler, amniyotik sıvı, kordon kanı ve dental follikül kök hücreleri ile temel araştırmalar yapmakta olan araştırıcılar çalışmalarını sundular. TÜBA ülkemiz kök hücre araştırmacılarını ilk kez biraraya getirerek aralarındaki bilgi paylaşımını kolaylaştırdı. Önümüzdeki haftalarda “TÜBA Kök Hücre Ara t r c lar Network”ini kurarak bilimsel işbirliklerini gerçekleştirme projesini hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. Her yıl kök hücre araştırmaları ve uygulamalarının önemini göz önünde tutan TÜBA Kök Hücre Çalışma Grubu bu alanda güncel bilgileri ülkemiz bilimcileri ve genç araştırıcıları ile paylaşmayı amaçlayarak kök hücre sempozyumlarını her yıl düzenlemeye devam edecek. Orta Asya’nın Arkeoloji Merkezi: Özbekistan Baştarafı 10. sayfada Oysa TİKA’nın hedefleri ve bütçesi doğrultusunda yurtdışındaki çeşitli tasarımlara destek sağlanabilir. İstanbul ve Orta Doğu Teknik Üniversiteleri ile çeşitli üniversitelerin “Avrasya Araştırma Merkezleri” var. Bu merkezler, tarihçilerin ve sosyologların yanı sıra arkeologlara da Orta Asya araştırmalarında olanak sağlanabilir. Bir dönem Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü bütçesinde, yurtdışındaki anıtların onarımı için ödenek vardı. Yine aynı ödenek genişletilerek bütçeye yeniden konabilir. lemelidir. Aynı zamanda Dışişleri Bakanlığı bu çalışmalarda öncü ve eşgüdüm görevini üstlenebilir. Bilindiği gibi kültürel ilişkiler, her zaman toplumsal ve ekonomik işbirliğinin başlamasında öncü rol oynamıştır. Toprağında yaşamış olan uygarlıkların sayısı itibarıyla dünyanın en zengin kültürel mirasa sahip olan ülkemizde, arkeoloji hak ettiği yerde değildir. Ayrıca, uluslararası topluluklarda çoktan kabul gören tarihsel ve kültürel mirasımızın, ülkemize yakışanı, “Uluslararası Anadolu Uygarlıkları Üniversitesi” açmaktır. Bu üniversitede, Anadolu’ya göçmüş, yaşamış ve hüküm sürmüş çeşitli uygarlıklar Fakültelere dönüştürülebilir. Örneğin Hitit Fakültesi, Frig Fakültesi gibi… Yurtdışından bilimsel yeterliliğini kanıtlamış yabancı bilim adamlarının da ders verme olanakları sağlanmalıdır. Yine bu üniversitede, kazılardan çıkarılan eserlerin “restorasyon (onarım) ve “konservasyon (koruma)” eğitiminin yapılacağı bölümler de açılmalıdır. Bu bilimsel kuruma bağlı olarak da “Türk Arkeoloji Enstitüsü” kurulmalı ve Anadolu uygarlıklarının Anadolu dışı bağlantıları enstitünün görevleri arasına mutlaka alınmalıdır. H T T, FR G FAKÜLTELER TÜBA’nın ve TÜBİTAK’ın Orta Asya ülkelerinin bilim akademileri ile işbirliği anlaşmaları imzalayıp uygulamaları, bu ülkelerle Türk bilim insanları ve heyetlerince yapılacak her türlü bilimsel çalışmanın teknik ve lojistik yolunu açacaktır. Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Genel Müdürlüğü, Orta Asya ülkeleri ile ikili kültür anlaşmaları imzalayarak ortak arkeolojik araştırma ve kazıların gerçekleştirilmesi maddesi de mutlaka ekCBT 1164/ 10 10 Temmuz 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle