Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SON ARAŞTIRMALAR ORANGUTAN B ZE DAHA MI YAKIN! Amerikalı araştırmacı Jared Diamond 1992 yılında yayımlanan kitabında insanı “Üçüncü şempanze” olarak tanımlamıştı. Diamond’a göre insanın hayvanlar dünyasındaki en yakın akrabaları şempanze ve Bonobo maymunlarıydı. Soyağacındaki diğer dal gorillere ayrılmıştı. Orangutan, gibon ve siamang gibi Asya primatları ise bize biraz daha uzaktılar. Amerikalı antropolog Jeffrey Schwartz 2005 yılında farklı bir görüşle çıktı ortaya. Antropolog “The Red Ape. Orangutans and Human Origins” adlı kitabında insanın en yakın akrabasının şempanze değil orangutan olduğunu iddia ediyordu. Schwartz şimdi Journal of Biogeography dergisinde John Grehan’la birlikte yayımladığı çalışmada bu tezi yeniden kanıtlamaya çalışıyor. İki araştırmacı bazı özeliklerin sadece insan ve orangutanda görüldüğüne dikkat çekiyor. Mesela kalın diş minesi, uzun saçlar/tüyler, yüz yüze çiftleşme, yuva ve yatacak yer inşa etme gibi. Bu özelliklerin paralel gelişmeye işaret ettiği kabul ediliyordu. Fakat Schwartz ve Grehan ortak atadan söz ediyorlar. Yani insan ve orangutan, on üç milyon yıl önce Doğu Afrika, Güneydoğu Avrupa ve Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan bir koridorda yaşayan bir türden türemiş. Bu koridor daha sonra bozulunca ilk insanlar Afrika popülasyonlarından, orangutanlar ise Doğu Asya’dakilerden gelişmiş. Orangutan, Malay dilinde “orman insanı” anlamına geldiği için de bu tabloya uyuyor, ama antropolojik açıdan bakıldığında her şey altüst oluyor. Soyağaçları ve evrimsel senaryoların tümden yeniden yazılması gerekiyor, üstelik bilinen türlerin bu modele ne şekilde yerleştirileceği de pek bilinmiyor. Fakat en büyük sorun, bazı DNA analizlerinin bu teoriyle örtüşmemesi. İnsan, şempanzeyle kalıtımının 98.4’ünü paylaşırken, gorille yüzde 97.5’ini paylaşıyor. Fakat orangutan ve insanın genetik benzerliği yüzde 96.5. Grehan genetik farklılığı, orangutanın hominid çizgisinden ayrıldıktan sonraki hızlı evrimine bağlıyor. Ayrıca sayıların çok da önemli olmadığını söyleyen antropolog, DNA araştırmacılarının eski ve yeni özellikleri ayırt edemediklerine dikkat çekiyor. bu yüzden dinozorların büyüklüğünü daha doğru bir şekilde hesaplayacak bir model geliştirdi. Bu modelde hayvanın ölçülerini bulmak için kemiklerin çevre ölçülerinden yararlanılıyor. Yeni yöntemi test etmek için günümüzde yaşayan hayvanların üst kol ve üst baldır kemiği ölçülerinin toplamı modele yüklendiğinde, fil için altı tonluk bir beden ağırlığı elde edilmiş ki bu sonuç gerçeğine çok daha yakın. En büyük dinozorlardan biri olan otuz sekiz tonluk Apatosaurus louisae, yeni modele göre 18 ton ağırlığında olmalı. Paleontologlara göre sonuçlar, dinozor biyolojisiyle ilgili birçok teori için büyük önem taşımakta. Nitekim hayvanların beden ağırlıkları ve boyları yaşam biçimleri hakkında ipuçları vermekte. Dinozorlar nelerle beslenmiştir? Nasıl hareket ediyorlardı? Ne kadar enerjiye ihtiyaçları vardı? Yeni model şimdi bu soruların yeniden değerlendirilmesini mümkün kılacak yeni veriler verecek diyor araştırmacılar. ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Haziran ayının ikinci yarısında Avusturya, Hollanda ve Almanya’ya yaptığım seyahatten döner dönmez, beni kahreden bir haberle karşılaştım: İstanbul Üniversitesi yönetimi Başbakan Tayyip Erdoğan’a şeref doktorası vermiş. Bu hareket İstanbul Üniversitsinin tarihine hiç kuşkusuz pek kara bir leke olarak geçecektir. İstanbul Üniversitesi Yönetiminin Üniversite Kavramıyla Bağdaşmayan Bir Hareketi Doktora, bir üniversitenin verebileceği en yüksek bilimsel pâyedir. Anlamı, bu pâyeyi alan kişinin doktoranın verildiği konuda, dünyada herhangi bir araştırma veya eğitim kurumunda bağımsız araştırma ve eğitim yapabilecek kadar o konuya hâkim olduğunun ve kişisel yeteneklerinin buna müsait bulunduğunun belgelenmesidir. Kökeni kilisedir: Magister unvanını alan kişi kendi kilisesinde, Doktor unvanını alan kişi ise tüm kiliselerde vaaz ve ders verebilir. Faust, kazandığı en önemli başarıları sayarken kendisine Magister, hatta Doktor unvanının verilmiş olduğunu haykırır. Şeref doktorası ise belirli konularda büyük başarı göstermiş kişilere üniversitenin takdirini göstermek için icat edilmiş bir ödüldür ve o kişinin üniversitenin doktorları kadar saygın sayıldığının bir işaretidir. Şeref doktorasının ödüllendirdiği başarı iki tür olabilir: 1) Ödüle lâyık görülen kişi, üniversitenin öğrettiği bilim dallarından birinde büyük bir başarının sahibidir. Üniversite bu başarı karşısında duyduğu derin saygıyı, o başarıya sembolik olarak dahi olsa sahip çıkmak arzusunu duyduğunu, başarı sahibini kendi doktorları arasında katmak suretiyle gösterir. Bunu da bir şeref doktorası tevcihiyle yapar. Meselâ Albert Einstein’a dünyanın pek çok ülkesinden verilen şeref doktoraları bu tür ödüllerdi. 2) Ödüle lâyık görülen kişi, topluma büyük hizmet yapmış bir insandır. Üniversite bu hizmetin değerini kendi doktorasıyla bir tuttuğunu göstererek o kişinin başarısına duyduğu saygıyı gene bir şeref doktorası vererek dile getirir. Örneğin İngiltere’de Oxford Üniversitesi görev süresi biten başbakanlarına duyduğu saygı ve şükranı bir şeref doktorası ile dile getirmeyi âdet edinmişti. Ancak her âdet mutlaka yerine getirilecek değildir: Örneğin Birleşik Krallığın uzun süre başbakanlığını yapan Margaret Thatcher, başbakanlığı bıraktıktan sonra, Kraliçe tarafından barones yapılmasına ve Kraliyet Cemiyetine seçilmesine karşın, Oxford Üniversitesi ülkeye ve özellikle üniversitelere verdiği zarar nedeniyle kendisine şeref doktorası vermeyi reddetmiş, Bayan Thatcher’i çok kızdıran bu onurlu duruş tüm dünya akademik camiasında takdirle karşılanmıştı. İstanbul Üniversitesi medeniyetler ittifakı projesi nedeniyle Türkiye ve İspanya başbakanlarına birer şeref doktorası vermeyi kararlaştırmış. Bu kararda herşeyden önce, üniversitenin (Bay Erdoğan ve Bay Zapatero gibi) medeniyet kavramını anlamadığı görülmektedir. İnsan medeniyeti tektir; bu medeniyetin içinde geliştiği kültürler farklıdır; bazı kültürlerde ise medeniyet hiç gelişmemiştir. Afrika içi veya Amazon kültürleri bu duruma en çarpıcı örneklerdir. Örneğin insan medeniyetine, muhtelif putperest, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman kültürler ve bunların alt kültürleri katkıda bulunmuşlardır. Ancak şeref doktorasına vesile olan kavramsal temeli yanlış projenin henüz en küçük olumlu bir uygulaması görülmediği halde, doktora verilen kişilerden Bay Erdoğan, yaşamının bir döneminde bir teröristin dizinin dibinde fotoğraf çetirecek kadar kendini medenî davranışlara uzak hissedebilmiş; ülkesinde yaptığı politikayı halkını belli bir dine inananlar ve onlara karşı olanlar olarak ikiye bölme esası üzerine kurmuş; iktidarını yandaşlarını kollama ve kendisini eleştirenleri ezme müessesi haline getirmiş; demokrasi, hukuk gibi kavramları yaralayan bir söylem ve uygulama geliştirmiş; tüm yaşamını topluma hizmet kurumu olan siyasete verdiği halde, yönetiminde halkı hızla fakirleşirken iktidara geldikten sonra kişisel servetini her türlü masum düşünceyi imkânsız hale getirecek şekilde kat be kat arttırarak akıllarda haklı soru işaretlerinin oluşmasına neden olmuş; davranışı ve söyledikleriyle (alenî küfürleri dahil) halkına ve çevresine kötü örnek olmaya devam eden; bilgi ve görgü eksikliğini her ortamda, her adım attığında veya her ağzını açtığında bir kez daha belli eden bir insandır. Bu zâta veya bilgisizlik sonucu tamamen yanlış anlaşılmış bir kavrama oturan hayalî projesine şeref doktorası vermek, İstanbul Üniversitesi'nin onurunu tamiri pek güç olacak bir şekilde zedelemiştir. Hele bu doktorayı veren yönetimin başının Bay Erdoğan’ın aile doktoru olması ve kendisinin dava arkadaşlarınca o mevkiye getirilmiş bulunması durumu üniversite için iyice utanç verici bir hale getirmiştir. Not: Maltepe Üniversitesinin de Tayyip Bey’e bir onur doktorsı verdiğini bu yazıyı yazdıktan sonra duydum. O üniversitenin yönetimi için düşündüklerim de dolayısıyla İstanbul Üniversitesi yönetimi için düşündüklerimin (Rektör’ün başbakan ilişkisi hariç) aynıdır! YÜZLER S MLER SAYES NDE DAHA KOLAY TANIYORUZ Bireysel isimlere göre sınıflandırıldıkları için yüzleri daha kolay tanıyoruz. Amerikalı bilim insanları aynı ilkenin objelerde de uygulanması halinde daha kolay hatırlandıklarını saptadılar. Bu açıdan bakıldığında yüz tanıma yetisi uzmanlaşmış beyin bölgesinin çalışmasından çok deneyimlere bağlı. Vanderbilt Üniversitesi’nden Alan Wong, araştırma sırasında katılımcıları iki gruba ayırmış. Birinci grup, “Ziggerins” olarak adlandırılan objeleri bireysel isimlere göre akıllarında tutmaya çalışırken, diğer grup biçimlere göre öğrenmeye çalışmış. Üç ila dört parçadan oluşan “Ziggerins” objeleri kare, sekizgen veya yuvarlak biçimlere sahipti. Ancak bunlar ayrıntılarda farklılık gösteren altı gruba ayrılmış. Katılımcılar alıştırmalardan sonra objeleri isimlere veya biçimlere göre hatırlamaya çalışırken, araştırmacılar da beyin etkinliklerini takip etmişler. Bu şekilde objeleri isimleriyle hatırlayan katılımcıların beyinlerinde, uyarıların tıpkı yüzlerin hatırlanmasında olduğu gibi bir bütün olarak işlendikleri görülmüş. Bugüne kadar beynin yüzleri ne şekilde algıladığı bilinmiyordu. Bazı bilim insanları belli başlı beyin bölgelerinin, yüzlerin hatırlanmasından sorumlu olduğunu sanıyorlardı. Diğerleri ise deneyimlere bağlıyordu. Son araştırmanın sonuçları ikinci grubu haklı çıkardı. Bu bilginin mesela otistikler gibi yüzleri tanımada zorluk çeken hastalar için yeni tedavi imkânları sağlaması bekleniyor. Hazırlayan: Nilgün Özbaşaran Dede D NOZORLAR SANILDI I KADAR BÜYÜK DE LM Gelmiş geçmiş en büyük canlılar olarak bilinen dinozorların, şimdiye kadar sanılandan yarı yarıya daha hafif olabilecekleri ortaya çıktı. Bu tez Journal of Zoology dergisinde yayımlanan bir araştırmayla ortaya atıldı. Bilim insanları dinozorların ağırlıklarını hesaplamak için belli başlı istatistiksel bir modelden yararlanıyorlardı. Fakat araştırmacılar şimdi bu modelin dinozorları gerçekte olduğundan daha kütleli gösterdiğini buldular. Mesela model filler için yaklaşık dokuz tonluk bir beden ağırlığı hesaplıyor. Oysa filler beş ton kadar geliyorlar. Colorado Üniversitesi’nden Gary Packard CBT 1164/ 4 10 Temmuz 2009