Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Yarım kalan çağdaşlaşma Osmanlı İmparatorluğu çökerken Kurtuluş Savaşı’nı yapanları eleştirenler Amerikan mandası ya da İngiltere sömürgesi olmayı yeğliyorlardı. Saltanatı ilahi bir bağış olarak görenler de vardı. Satın alınmış ajanlar dışında bunların hepsi vatanlarını seven insanlardı. Bugün batan imparatorluğun aydınlarını kendimize örnek almamız gerektiğini söyleyenler varmış. Gazete ve televizyonları dolduran safsata, cahil okumuşun düşünme potansiyelini ortadan kaldırabilir. Ama yadsınması olanaksız olan Cumhuriyet’in çağdaşlık görüşünü ya da modernlik felsefesini tartışma gerekmeden destekleyen bir ‘manzaraı umumiye’dir. Doğan Kuban kişinin ele geçirdiği güç ve zenginlik, toplumlardan esirgenmiştir. Dünya iğrenç bir eşitsizlik aşamas ndad r. Bu durum kapitalistin elindeki beyin yıkama araçları ile unutturuluyor. İnsanların sadece fakirliği değil, beyni yıkanmışlığı da ürkütücü boyutlardadır. Umutsuz boş vermişlik de bunun ifadesidir. BEY N YIKAMA ÇABASI Bu yargılar geçmişin önemini azaltmıyor. Ona başka bir konum kazandırıyor. Tarih bir bakıma toplumun kültürel genetiği gibi. Ciddi bir tarihçi tarafından yorumlanırsa ve gelecek için bir üretici potansiyeli dile getiriyor, ya da hasta bir gen keşfediyorsa yararlı olabiliyor. Ne var ki bugün baş tacı edilen politize edilmiş, ya da şoven tarihtir. Bu yalan dolu bir hikâyeye dönüşüyor. Ve sağlıklı geleceğin yolunu tıkıyor. İdeal olarak sorumlu ve namuslu her aydının sorunu geçmişi anlayarak geleceği örgütlemek diye tanımlanabilir. Günümüzün olanakları geçmişle karşılaştırılamayacak kadar çeşitli ve umut vericidir. Geçmişle hesaplaşma boş bir beyin y kama çabasıdır. Çünkü 1950’den öteye bütün kavramların içerikleri değişmiştir. Eskiden kalan ve doğruluğunu koruyan tek bir gerçek var: Düşünceye ve bilime dayalı bir gelecek. Türkiye’nin çağdaşlaşması 1939’dan sonra yarım kalmıştır. 1950’den bugüne kadar da tahrip edilmeye çalışılmıştır. Jürgen Habermas “The Philosophical Discourse of Modernity” (Modernitenin Felsefi Söylemi) (çeviri 1987) adlı kitabının başında modernlikten bitmemiş bir proje olarak söz eder. Habermas estetik duyarlığı yüksek bir düşünürdür. Ben de burada demokrasi, hukuk, özgürlük gibi Türkiye’de içi boşaltılmış kavramları bir yana bırakarak, yarım kalmış çağdaşlık bağlamında sanat alanına referans vermek istiyorum. Cumhuriyetle gelişen resim ve heykelimizde gerçekçilik ve doğacılığı temel aldık. Üslup açısından Batı’dan aktarılan gerçekçi akım, çevresine bakmaya yeni başlayan bir toplumun eğilimlerini temsil ediyordu. Fakat Batının Rönesans’tan sonraki beş yüz yılını bir hamlede aşarak soyuta geçiverdik. Kandinsky ya da Picasso varken sanatçılar Rembrand’ı örnek almak istemiyorlardı. Burada toplumsaldevrimsel bir sorun yaşandı. Sanatçıların gerçekleştirdiklerine halk sahip çıkmadı. Türk toplumu ne gerçekçi ne de soyut sanatın alıcısı olmadı. Türkler ne kadar kentli ya da demokrat olmuşlarsa o kadar sanat alıcısı oldular. Sanatta modernizm projesi örgütlenememe ve kurumsallaşamama ağrıları içinde bir bitmemiş, estetik olmasa bile, sosyal bir başarısızlık olarak kaldı. Türk minyatüründe yüzü çizilemeyen peygamber figürü gibi, çağdaş Türk’ün sahip olacağı sanat ortaya çıkmadı. Toplumun yarısı çağdaş olamamanın dramını yaşıyor. CBT 1164/2 10 Temmuz 2009 fa karışıklığının nedenlerinden biridir. mparatorluğun cumhuriyete mirası %90’ı okumamış Bugün her dürüst aydının geçmişle ilgili olarak bir tabir halktı. Bunlar köyde ve kasabada ortaçağ koşul rihi değerlendirme yapması zorunluluğu var. Kendimizi larında yaşıyorlardı. Anadolu’da sanayi yoktu. Tarım aptal bir şovenizm gösterisi ile aldatmak istemiyorsak, ne kara saban tarımı idi. Yol yoktu. Elektrik de yoktu. geç Osmanlı döneminde ne de Cumhuriyet döneminde Osmanlı’nın var olduğu söylenen entelektüel gücü ile bu bu ülkenin büyük bir düşünür yetiştirmediğini saptayarak durum arasında ilişki kurmak olası değildir. Eğer o zaman işe başlamak gerekir. Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet bir entelektüel birikim ve enerji varsa bu milliyetçi, fa Türkiye’sinde bilim adamları, tarihçiler, akıllı politikakat kendisini çaresiz hisseden Halide Edip’te, Damat Ferit cılar, edebiyatçılar, devrimciler ve Mustafa Kemal gibi Paşa’da, İngiliz ajanı Sait Molla’da değil, fakat kurtuluş olağanüstü bir lider yetişmiştir. Ama dünyanın evrensel için gözünü kırpmadan ölüme gidenlerde ve Mustafa düşünürleri kategorisine giren kimse yetişmemiştir. Kemal’de idi Bugün akademik yaşamda moda olan uluslararası deOrtaçağdan bu yana İslam tarihinde her tür yenilik dü ğerlendirme yöntemi ile dünya listelerine giren bilim adamşüncesi taşıyanlara dinsiz damgası vurulmuştur. Bu din ları da dünyada etkili olan düşünürler kategorisinde desizlik suçlaması kelamcıların dilinde Farabi, İbni Sina gi ğildir. Osmanlı bunu hiç yetiştiremedi. Dine bağımlı bir bi büyük filozoflar için de geçerliydi. Türkiye’de de ye toplumun evrensel düşünürleri ortaçağda kaldı. nilikleri suçlayan yobaz kurumlaşma toplumun tepesin Rönesans’tan bu yana dünyayı etkileyen düşünürler fide Demokles’in kılıcı gibi asılıydı. Osmanlı döneminde lozoflar ve büyük yazarlar arasında Türk yoktur. Bugün en reform denen ve hemen hepsi Avrupa devletlerinin bas çok tanınan çağdaş ad Nâz m Hikmet’tir. O da büyük bir kısı altında yapılan idari yeniliklerin biçimsel ve yaşam düşünür değildir. Eski defterleri karıştırarak büyük adam la ilgisi kurulamamış yarım uygulamalarla rafa kaldırıl bulamayız. Kaldı ki dünyayı reddederek büyük düşünür yemasının nedeni gerici söylemin neredeyse bir toplumsal tişmesi de eşyanın doğasına aykırı olurdu. reflekse dönüşmesidir. Bugün Voltaire’i ve Jean Jacques Rousseau’yu hatta Roderick Davison “Reform in the Kant’ı okuyarak da büyük düşünür yetişOttoman Empire, 18561876” (1963) mez. Düşünür düşünen bir ortamda yeti(Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform, Pek çok ülkede, şir. 18561876, Çevirisi 2004) adlı kitabıkişinin ele geçirdiği nın girişinde şu gözlemleri dile getirir: SATILIK DÜ ÜNCELER güç ve zenginlik, 18 Şubat 1856’da Ali Paşa’nın Sanayi öncesinde Türkiye, dünyanın toplumlardan Bâbıâli’de okuduğu Abdülmecid’in pek çok ülkesi gibi, ortaçağ yaşamını sürHattı Hümayun’ununda Osmanlı sıdürüyordu. 1950 Türkiye’sinin Osmanlı esirgenmiştir. nırları içinde yaşayan bütün halkların Türkiye’sinden farkı ise, sadece birkaç Dünya iğrenç bir eşitliği vurgulanıyor ve yeni bir çağın kentte söz konusu idi. Henüz ne ulaşım, ne eşitsizlik başlangıcı haber veriliyordu. iletişim büyük kütleye ulaşmıyordu. Bizim Davison bunun okunması bittikten aşamasındadır. halk sadece askere gittiği zaman biraz aysonra merasim içinde sahneye çıkan ündınlanıyordu. Dünyanın her yerinlü bir vaizin “Büyük Allah’ım, sen de de aynı özellik vardı. İletişim çağına gelmeden Muhammed’in ümmetine merhamet et, sen önce, Avrupa’nın dışında, dünyanın her yeri orTayfun Akgül Muhammed’in ümmetini koru.” şeklinde her zamanki söz taçağı yaşıyordu. Aradaki farkı anlamak için II. lerini sürdürdüğünü, Cevdet Paşa ve Ahmet Refik gibi ya Dünya Savaşı öncesinde herhangi bir Anadolu kenzarlara referans vererek anlatır. Bu vaazdan sonra reform tinin 2009’da nasıl görünüp yaşadığını incelemek fermanı oradakilere dağıtılmıştı. Aslında burada vaizin tav yeterince aydınlatıcı olur. rında bir hata söz konusu değildir. Tek bildiği formülü yiBugün iletişim ve bilgi çağına ulaşıldı. Budala neliyordu. nüfus politikaları kalabalık ve fakir toplumların bu Reform fermanları cahil vaazlarla birlikte olunca iyi bilgi ve teknoloji eşiğini aşmalarını zorlaştırıyor. sonuç alınamayacağını 3. Selim’in kanıyla damgalanan Fakat bilgi dünyasının tek kapısı var. Gerçi en ileolgularla öğrenmiştik. Bu yazıları okuyanlar 1839 Tanzimat ri ülkelerde bile ortaçağdan kalan düşünceler yaFermanı’nın da kendi ipini çeken bir cümle ile başladı şıyor. Bütün İslam ülkelerinde sömürge döneminğını anımsarlar. den kalan politikalar ve satılık düşünceler harcı âlem. Fakat geleceğin kapısı küçük, bekleyenler kaZOFREN K ÇEL K labalıktır. Kapıdan geçemeyen toplumlar, dünyaMustafa Kemal dönemi dışında (192338) geç Osmanlı nın olanak ve olanaksızlıklarını, hakça olmasa biya da Cumhuriyet dönemlerinde, sözle gerçek arasında ade le, bölüşeceklerdir. ta şizofrenik çelişki bizim toplum için karakteristiktir. Eğer geleceğin idarecileri, yeteri kadar Partilerin kimliği de bunu pek değiştirmez. Çünkü dev bilinçlenmezlerse, idare ettikleri toplumlar için 21. let yenilikleri gerekli olduğu için değil, Batılılar öyle is yüzyıl bir felaketler zinciri hazırlıyor. Eski düşüntiyor, ya da öyle yapıyor diye, yasalaştırır; sonra uygula ce ve örgütlenme posalarıyla yaşamaya çalışanlar, maz. Yasa ve söylem ile uygulama arasındaki sürekli uyum eski politik safsataları yineleyenler bütün dünyasuzluk toplum cehaleti ile orantılıdır. Ve toplumsal ka da ülkelerini felakete itmektedirler. Pek çok ülkede, İ