05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kültür Ortaçağın En Önemli İslami Yontu Sanatı İT.Ü. Mimarlık Fakültesi’nde Divriği Ulucamisi ve şifahanesinin ne Türkiye’de ne de başka bir İslam ülkesinde eşi olan olağanüstü yontularını konu alan anıtsal bir fotoğraf sergisi açıldı. Heykel niteliğinde iki taç kapı taş oymalarıyla, Divriği Külliyesi Türk politik egemenliği döneminde Anadolu’da gerçekleştirilen, kanımca, en büyük sanat eseridir. UNESCO’nun dünyanın 500 anıtı listesindeki tek Türk yapıtı olarak bu değerlendirmenin bir şovenizm ifadesi olmadığına emin olabilirsiniz. Doğan Kuban rumlulara duyurmak gerek. Bu çaba ne yazık ki sözde uzmanlar ve sorumlu idareler katında bilinçlendirilemedi. Koruma tekniği olarak, erimiş ya da yarım kalmış ta oymaya dokunulamaz. Kaldı ki bu basit bir taşoyma değil, heykel nitelikli bir yapıttır. Artık öyle bir el işçiliği olmadığı gibi, doğaçlama ile yaratılmış o yontunun tamamlanması söz konusu değildir. Bu kapılar herhangi bir antik heykel gibi korunacakt r. Taşoymalara dokunulmaması ve kapalı müze koşullarında korunması zorunludur. Onun için tek çözüm, yapının bir müze objesi olarak korunmasıdır. Benim yıllardır önerdiğim çözüm ise çelik ve cam effaf strüktür içinde, bütün gerekli koşulların sağlanarak yapının müzeleştirilmesidir. Buna benzer çok örnek var ama, Bergama Altarının Berlin’e götürülerek kendisi için yapılan bir müzede yaşadığını anımsamak yetişir. Kaldı ki böyle bir şeffaf strüktür içine alınırsa ortaçağın en güzel camisi ve şifahanesi olan bu yapıyı uydurma çatılar altında değil, özgün mimari karakteri ile korumak olanağı olacak. Cuma, bayram ve benzer namazların kılınması için de bir sorun yok. S ergiler bir sanatsal varlığı seyircinin ayağına getirip onunla buluşturmak amacı taşır. Türk kamuoyunun pek haberdar olmadığı bu yapıyı özel olarak hazırlanmış renkli ve aydınlatılmış çok büyük boyutlu panolarda görmek kimsenin şimdiye kadar denemediği bir heyecan kaynağı. Fotoğraflar bu olağanüstü sanat yapıtının heykel niteliğindeki yontularını sanatseverlerin ve kamuoyunun sadece tanımasına değil, onlarla özdeşleşmesine, belki de onları belleklerine bir süs olarak yerleştirmelerine yardım edecek. Bu yontular kültür tarihimizin övünç duyacağımız bir yaratma anının elle tutulan, gözle görülen ifadeleri ve Anadolu’daki özgün kültürün doğasını düşündüren ürünler. Eğer bir toplum geçmişinde başka hiçbir coğrafyada olmayan böyle tek bir mücevher niteli inde bir yap t yaratm sa, o toplumun her an böyle bir yaratıcılık potansiyeli taşıdığını neden düşünmeyelim. Bu tek bir olgu bile gerçekten cesaret verici bir örnek. Bu yapı ve yontuları, Asya potasında tarihi dinamizmin yarattığı bir Asya sinkretizminin, bir kültürler karışımının gösterisi olarak bu çağdaki tarihi sürecin bir paradigması olarak kabul edebiliriz. Selçuklu ve Osmanlı imparatorluklarının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş mitoslarında da aynı kökene inilebilir. Bu olguları bütün fiziksel ve estetik boyutlarıyla çağdaş Türkiye insanının duyarlığına sunmak ve mal etmek, eğer uygar bir toplum olacaksak, aydınlar için önemli bir ulusal görevdir. Çünkü tarihte Anadolu toplumu bunun yaratırcılarını yetiştirmiş ve sanatçılara böyle bir yapıtı yaratma ortamını hazırlamıştır. Bugün böyle davranışları modası geçmiş milliyetçilik gösterisi olarak görenler olsa bile, onların düşünceleri, Divriği Ulucamisinin tarihimizin bir dönemini tanımlamasına engel değil. Ve ancak bu tür yaratmaların gelecek için topluma umutlu olma gücü verdikleri inkar edilemez. Büyük sanat yapıtları, Partenon, Gotik katedraller, San Pietro, büyük sanatçılar, Michelangelo, Rembrandt, yapıtları ve et raflarında oluşan mitos’la ulusal, birleştirici anıların buluştuğu yerler değil mi? BA KA ÖRNE YOK Bu mucize yapının evrensel konumu uzun geçmişimiz için aydınlatıcıdır. Mengücekli Ahmet Şah’ın yaptırdığı camii ile olasılıkla eşi Turan Melek’in yaptırdığı şifahane ve mezarlarını aynı çatı altında birleştiren Divriği Külliyesi Ortaçağ sanatı bağlamında sadece Türkiye’nin değil dünyanın en büyük yapıtlarından biridir. Fakat bunun da ötesinde ne Türk ve İslam sanatında ne de ba ka ülkelerin sanat nda e i olan bir taş yontu şaheseridir. 11. yüzyılda İslam dünyasına egemen olmaya başlayan ve yavaş yavaş Müslümanlığı kabul ederek yeni bir kültürel sentez olgusunu başlatan Türklerin İslamın ilk kez ele geçirdiği topraklarda yarattığı olağanüstü bir sinkretizm ürünüdür. Bu yapıtın özellikle taç kapılarında şekillenen biçimler bir bakıma göçer Türklerin ilişkiye girdikleri bütün toplumların geleneklerini birleştiren bir Ortaçağ sanatı ansiklopedisi niteliği taşıyor. Kültürel ve sanatsal sinkretizm Ortaçağ tarihindeki sürekli çatışmalar ve kültürel girişimler sürecinde, bir kasırganın yarattığı hortumlar gibi, toplumların, kültürlerin dillerin, inançların, geleneklerin birbirine karışmasının sonucudur. Avrasya tarihinde bu kasırgaların Hunların, Bozkır Türklerinin, Selçukluların, Moğolların ve sonunda Osmanlıların batıya göçü ve güneye egemenliğiyle oluştuğunu biliyoruz. O ortamlarda bu eşsiz kapıların yaratıcısı olduğunu kabul ettiğimiz Mugis oğlu Ahmet Hürremşah’ın adından başka bir şey bilmiyoruz. Hürremşah ve onunla birlikte çalışanlar, yukarıda söylediğim gibi, Asya yontu sanatını ve mitolojisini bu yapıda, yontularında yeniden yorumluyorlar. Bu yapıda görülen taşoyma sanatı sadece bu yapıta özgüdür. Onun için ona bir mucize ve Asya Sanat müzesi olarak bakıyorum. K NSANIN BÜYÜK KATKISI EROZYON, TA LARI KEM R YOR Burada çağdaş Türk kültürünün henüz ulaşamadığı bir tarihi bilinç sorunu ve ona bağlı bir koruma var. Bu müze yapının zengin taşoymaların en önemli olanları taçkapılarda olanlardır. Ve bunlar mimariden çok heykeldir, sekiz yüz yıldır hava etkilerine açık oldukları için yağmur, kar, rüzgâr, don, giderek artan hava kirliliği ve insanların Tayfun Akgül kaygısız davranışları ve bu kaygısızlığın ve bilinçsizliğin maalesef restorasyon adını taşıyan ilkel tamirlere yansıması nedeniyle hızlı erozyon aşamasına gelmişler. Yüzey erozyonu yapıyı, özellikle bunu bir şaheser yapan yontuyu kemirmektedir. Buradaki sorunun basit bir restorasyon değil, bir dünya yontu şaheserine dokunmadan ve ona zarar vermeden korumak olduğunu topluma ve so Bu büyük sanat yapıtını tanıtmak için İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde hazırlanan bu anıtsal sergi insan sevgisi dolu özverili iki ki inin çabas ile gerçekleşmiş: Serginin küratörü ve tasarımcısı ve yapıcısı Y. Mimar Basri Hamulu bu caminin karşısındaki yedi evin birinde doğmuş bir Divriğili. Ama kanımca gönlü ile Türkiye’nin en büyük filantroplarından biri. Kalbini, iradesini, zamanını, fiziksel ve parasal olanaklarını sergiyi en iyi şekilde gerçekleştirmeye adayan gerçek bir sanatsever. İkinci kişi ayni heyecanları hisseden ve olağanüstü duyarlığı, çalışkanlığı, özverisi ve ustalığı ile bu fotoğrafları çeken mimar Cemal Emden. Mimarlık Fakültesi de kuşkusuz en duyarlı ev sahibi. Bu sergide iyi ve güzel davranışlar, sanat ve ulusal tarih adına buluştular. Ve topluma yeni bir duyuru yapılmasına olanak verdiler. Dünyayı merak etmenin bir spontane uygarlık uğraşı olduğunu ve çağdaş düşüncenin başlangıcını oluşturduğunu ara sıra bizim topluma anımsatmak gerek. Bu sergi bu ödevi görebilir. Evet, heyecan verici ve bizi kendimize inandırıcı. Belki tarihimizin bize neler bıraktığını anlatarak kendimize övgüler düzmek abartılmamalı. Evliya Çelebi’nin deyimiyle taşa bu rengârenk oyayı işlemiş büyük usta Hürremşah’ın ve yardımcılarının, yarattıkları büyük sanat yapıtının ayrıntılarında ifade ettikleri duyarlılığı, toplumun duyarlı kişileri de sergiyi gezerek kendi nefislerinde yineleyebilirler. CBT 1155/2 8 Mayıs 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle