05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kültür Çağdaş Olmadan Dünyaya Ortak Olunmaz! ‘Teğet’, sayın başbakanın nasılsa kullandığı güzel bir matematiksel kavramdır. Çağdaşı anlamamış ve özümsememiş toplumlar tek bir dünyada yaşadığımız için birçok şeye teğet yaşarlar, yani bazı şeylerin varlığını tenlerinde hissederler. Ama onları özümsemedikleri ve beyinlerinde duymadıkları için çağdaş toplumdan dışlanırlar. Doğan Kuban I. Dünya Savaşı’ndan sonra bütün İslam ülkelerinin sömürge olduğu dönemde Atatürk Cumhuriyeti dünyanın en saygın ülkelerinden biri idi. 1945’te Birleşmiş Milletler kurulduğu zaman, tek partili Türkiye, ilk üyeler arasında vardı. 1950’de Demokrat Parti iktidarının çok partili hükümetinde Türkiye’nin 1949’da yaptığı başvuru karara bağlanamadı. Türkiye’nin Batı uygarlığının bir parçası olmadığı iddiasıyla, Avrupalıların iki yıl ayak sürümesinden sonra 1951 Ekim’inde NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması) teşkilatına katıldı. Özal mirasçısı demokratik (!) Türkiye ise, yeni egemen sınıflarıyla, yıllardır Avrupa Birliği kapısında bekliyor. Amerika’ya ‘büyük eytan’ diyen İran’la, her şey için Amerikan icazeti bekleyen Türkiye’yi de Obama idaresi bağlamında karşılaştırınca, Türkiye’nin en genel çizgileriyle, dış politikada saygınlık grafiği ortaya çıkıyor. ÇA DA OLAMAYAN SÖMÜRGE OLACAK ‘Teğet’, sayın başbakanın nasılsa kullandığı güzel bir matematiksel kavramdır. Çağdaşı anlamamış ve özümsememiş toplumlar tek bir dünyada yaşadığımız için birçok şeye teğet yaşarlar, yani bazı şeylerin varlığını tenlerinde hissederler. Ama onları özümsemedikleri ve beyinlerinde duymadıkları için çağdaş toplumdan dışlanırlar. Bir ülke için 21. yüzyılın olmazsa olmaz bir tek ölçütü var; çağdaş olmak. Gerçi toplumlar birbirlerinden o kadar büyük farklarla ayrılıyorlar ki böyle bir ölçütün varlığından söz etmek zor anlaşılır. Çağdaşlık sadece bir minimuma ulaşmaktır. Onun dışında toplumların özgün kimliklerinin yaşayabilen boyutlarına bir şey olmuyor. Ama bir cahil ya da özenti budalası, allahaısmarladık yerine ‘bye bye’ derse , kimlik bağlamında yapacak bir şey yok. Bu çağda yaşamak çağdaş olmak değildir. Jeolojik çağlardan kalan hayvanlar hâlâ yaşıyor. Afrika’da birbirlerini öldüren karalar, Avustralya’da Aborijinler var. Dünyanın her köşesinde dergilerde boy boy resimleri çıkan garip kıyafetli, dünyadan habersiz insanlar yaşıyor. Elbiselerdeki gariplikler beyinlerde de var. Okuma bilmez dağlı ve köylüden, az okumuş taşralıya, iyi eğitilmiş kentliye, televizyon seyircilerine kadar boy boy vatandaşımız var. Öte yanda çağdaş dünyanın maddi ve kültürel olanaklarının farkında olan ve dünyanın herhangi bir ülkesinin eğitilmiş tabakalarına karışabilecek çağdaş insan dolu Türkiye’de. Bugün Çin, Hint ve Müslüman olmayan Uzakdoğu ülkelerinin Türkiye’de bugüne kadar devam eden Batı egemenliğinin bilim, teknoloji ve uygarlık verilerini özümsediklerini ve ona ortak olduklarını görüyoruz. Bu kabul onları Batı kültürünün kölesi yapmıyor. Bugün Çin, Hint, Kore fakir sömürge aşamasını geçerek, ekonomik açıdan zengin Batılılarla karşılaştırılamasalar bile, bilim, teknoloji, sanat ve sporda dünya ölçütlerinde üretiyorlar. Ve Batıyla denge oluşturacak bir konuma geldiler. Doğu Avrupa’da, Güney Amerika’da fakir ülkeler de var. Fakat onlar da kendilerini Batı uygarlığı içinde kabul ediyorlar. Türkiye Atatürk’le birlikte kendini tek bir evrensel uygarlığın mensubu insanlar olarak kabul eden milyonlar yetiştirdi; politikacılar, doktorlar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, diplomatlar, askerler, düşünürler, bestekârlar, müzik virtüözleri. Bunlar sadece bir Türkiye Cumhuriyeti yaratmakla kalmadılar fakat Türk geçmişini ve İslam geçmişini reddetmeden, dünyaya Müslüman bir Türkiye’nin evrensel uygarlığa ortak olabilecek imgesini sundular ve kabul ettirdiler. Ve şimdi Doğu’da ve Batı’da bütün dünya uluslarının yapmaya çalıştıkları gibi kendilerini çağdaş uygarlığın üyesi olarak tanıttılar ve Türkiye’yi temsil ettiler. Türk köylüsünden Avrupa Birliği’ne ortak olmak isteyenleri bile Atatürk Cumhuriyeti yaratmadı mı? TEK ÇE T ÇA DA LIK VAR Batı kültür gelenekleri içinde yetişmemiş Müslümanlar, çağdaşlık ölçütlerinin kendi geleneklerine aykırı olduğu düşüncesiyle yetiştiriliyorlar. Azınlıkta oldukları bir dünyada kendilerine göre bir uygarlık için, başından kaybolmuş bir mücadele veriyorlar. Ne var ki iki tür uçak, iki tür otomobil, iki tür turizm, iki tür sanayi, iki tür bilim olmadığı gibi, iki çeşit çağdaşlık da yok. Bir sürü kendini bilmez adam milliyetçilik düşmanlığı ve globalizm şakşakçılığı yaparken, emperyalistlerin Türkiye’yi bundan 85 yıl önce girdiği çağdaş dünyadan ayırma planına çanak tutuyorlar. Neye inanırsanız inanın, hangi camiye ve hocaya kul olursanız olun, tek bir çağdaşlık ve uygarlık var. Bu uygarlık her düşünceyi altına alacak kadar geniş bir şemsiyedir. Ama bilimden, sanayiden, sanattan ve spordan, eşitlikten ve özgürlükten uzak kalanlar için 21. yüzyılda kölelikten başka bir statü olmayacak. Bugün toplum yaşamında kadını kurutmuş bir ülke olamaz. Çünkü milyonları yaşatmak için yeterli üretim, yarım ve cahil bir nüfusla gerçekleşemez. Bu basit matematiksel bir sonuçtur. Toplum yaşamını kadınlar erkeklerle birlikte inşa ediyorlar. Bugün bu sayısal ve fiziksel bir zorunluluktur. Başörtüsü takmakla da değişmez. Bizde ve İslam ülkelerinde kendilerini hâlâ ortaçağ şövalyeleri gibi gören dünyadan habersiz kahramanların yaşaması acıklı bir olgu. Bunca şakşakçının varlığı daha da acıklı bir olgu. Eğer kentlerimizde klasik müzik konserleri dinleyicilerimiz olmazsa, eğer sporcularımızın nüfusla orantılı sayıda uluslararası başarıları yoksa, eğer yaşam için gerekli enerjiyi yeni teknolojilerle elde edemiyorsak, eğer dışarıya el açmadan halkımızı doyuramazsak, eğer uluslararası sanat ortamına sanatçı yetiştiremezsek, eğer eğitimimiz bilgi toplumunu yaratmak için yeterli değilse ve bütün bu performansları elde edecek toplumsal örgütlemeyi sağlayamazsak, bunu başaranların sadece kölesi kalmak zorundayız. Çağdaşlık gibi globalizm de bir tanedir. Bir yanda birbirini anlayan egemenler ve bağımsızlar olacak, öte yanda sömürecekleri köleler. 21. yüzyılda bu köleliğin en büyük adayları, cehaletleri nedeniyle, Afrika’nın karaları ile Müslüman ülkelerdir. Geçen yüzyıl başında olduğu gibi İslam ülkelerini kurtaracak sihirli formüller artık yok. Irak savaşı, ya da İsrail’in varlığı, Afganistan’ın, Pakistan’ın zavallılığı Müslümanların gözünü açamazsa onları uyandıracak başka davul yok. Toplumların ayakta kalmaları sadece çağdaşlıkta ortaklıktan geçiyor. Kuran İslam Umma’sını öteki dinlerin mensuplarının kölesi olarak tanımlamıyor. Müslümanları aklını kullanamayanlar olarak da tanımlamıyor. Bugün İslamı bir izolasyon nedeni değil, bir boy ölçüşme aracı olarak düşünecek liderlere gereksinimimiz var. İnsanlığın dörtte birini sömürü nesnesi yapacak politikalar insanlık suçudur. İnsan hakları şampiyonu olan Batılılar ve onların yerli hoparlörleri İslam dünyasındaki 1.5 milyar insanın bugünkü ve gelecekteki sefaletten kurtulmaları için hangi yöntemleri öngörüyorlar? Tek bir insanlık mı? Yoksa efendiuşak sistemi mi? Ekonomik bunalımdan çıkış yolu Doç. Dr.Yıldız Sertel Do an Kuban, 20 Şubat 2009 tarihli “Cumhuriyet Bilim Teknoloji” ekinde, önemli bir noktaya dikkatimizi çekti: “Yabancı basın, kapitalizmi …kurtarmakla uğraşanlarla, neoliberalizmin öldüğünü yazanlar arasında bölünüyor..” Türkiye’de ise neoliberalist yaygaralar kafa karıştırıyor. Bu kafa karışıklığından kurtulmamız için Kuban bize, Amartya Sen adında bir ekonomisti tanıtıyor. Harvard Üniversitesi’nde profesör olan Sen, şu görüşleri ileri sürüyor: “Amerika’da devletin ekonomiye kar mama felsefesi bir kâbustur.. Piyasa ekonomisi olabilir ama onu dengelemek için devletin aktif ve olumlu bir rol oynamas gerekir.” Sen, bu krizin bir pazar ekonomisi krizi olduğunu söyledikten sonra, çarenin Keynes’ci bir program olduğunu be geniş sosyal yardımlar yapıldı, devlet yatırımlarıyla iş alanları açıldı. Ancak bütün bu devlet müdahaleleri alttan gelen baskıyla oldu. O vakit işçi sınıfı örgütlü ve hareketliydi. Bugünkü durumu ise bu iki Marksist ekonomist Yazının devamı 14. sayfada CBT 1146/2 6 Mart 2009 lirtiyor: “Kamu yat r m gerek; altyap , çevre için do ru teknolojiler, sa l k yard m çok say da insana i sa layacakt r” diyor. Bu görüşe ben de katılıTayfun Akgül yorum. Zaten, “Usiad” dergisinin (OcakMart 2009) sayısında, küresel bunalımın kapitalizmin yapısal bunalımı olduğunu belirtmiş; 192930’lardaki krizin Keynes’ci bir programla önlendiğini anlatmıştım. Bugün Amerika’da ve dünyada sadece Keynes değil Marx da gündemde. NewYork’ta çıkan “Labour Monthly” dergisinin şubat sayısında, J.B. Foster ve R.W.McChesney, yazılarına şu başlığı koymuşlar: “Obama idaresinde bir yeni “New Deal” (Yeni Düzen). 1937’de Başkan Roosevelt’in “New Deal” programıyla çok
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle