Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.inovasyon.org;hagoker@ttmail.com Sanayicilerimiz, Cumhuriyetimizin ilk dönemlerindeki kendi sanayimizi kurma ve Türkiye’yi sanayide sıçratma iddiasını aynı kararlılıkla sürdürebilmiş değillerdir. Şimdi kendilerince de istenmesine rağmen ulusal bir sanayi stratejisinin başarısı konusunda iyimser olabilmek bunun için de biraz zor... Güzel yaşamanın sırrı Düşün insanı Kate Soper’e göre, insanların kazanç elde etme ve büyüme bağımlılığından kurtulmalarıyla yaşam, daha kötü değil, çok daha güzel olacak... Yine Sanayimizin Strateji İhtiyacı Üzerine (2) Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nca hazırlanan Sanayi Stratejisi Belgesi’nden söz etmiş ve belgede yer alan, sanayimizin geleceğiyle ilgili bazı hedeflere de işaret etmiştim. Bunlar her yurtseverin benimseyip sahip çıkabileceği hedeflerdi; üzerinde görüş birliğine varılacak bir asgari programın hedef unsurları olabilirdi. Ne var ki, bu stratejinin uygulanması ve başarısı konusunda, çok iyimser olduğumu söyleyemem demiştim. Böyle düşünmemin iki ana nedeni var. Birincisi, öngörülen hedeflere erişebilmenin, bir yandan üretimimizi arttırırken öte yandan da, teknolojik açıdan çok daha üst düzeyde üretim yapabilme ya da bir başka deyişle, sadece imalat yeteneğimizi değil, yeni tasarım, yeni ürün geliştirme, yeni teknoloji geliştirme yeteneklerimizi de çok daha ileri düzeylere taşıyabilmeyi gerektirmesi... Sanayimizi bunu yapmaya yöneltecek, özellikle de ARGE ve inovasyon alanında ve sanayi yatırımlarında ciddi bir atılım yapmasını sağlayacak uygun bir ortamı nasıl yaratacağız? Bellidir ki bu, izlenmekte olan ekonomi politikalarından para ve finansman politikalarına; yatırım politikalarından dış ticaret politikalarına; bilim, teknoloji ve ARGE politikalarından eğitim ve öğretim politikalarına pek çok politika alanında köklü dönüşümler yapmayı gerektirir. Sanayide atılım yapmak ulusal kaynakların sanayiye öncelik verilerek yeniden düzenlenmesi; bu anlamda devletin rolünün yeniden tanımlanması ve pazara müdahalesindeki sınırlarının yeniden çizilmesi demektir. Böylesi bir stratejiyi uygulamaksa her şeyden önce bir hükümet meselesidir. Hükümetin her türlü icra organıyla, bürokrasisiyle bütün ağırlığını koymadığı bir stratejinin hiçbir başarı şansı yoktur. Oysa, ne mevcut hükümet ne de işbaşındaki kadroları, Türkiye’yi sanayi alanında sıçratabilecek bir ulusal motivasyona sahiptir; ne de böylesi bir stratejik atılımı özümseyip hayata geçirebilecek bilgi ve deneyim birikimine... İyimser olamamamın ikinci ana nedeniyse, bir sanayi stratejisinin uygulanmasında, hiç tartışmasız, ana unsur olarak yer alması gereken sanayimizin bugünkü yapısal durumudur. Açık kalplilikle söyleyelim; bugün ülke sanayiinde söz ve karar sahibi olan kişiler sadece yerli sanayicilerden ibaret değildir. Onların yabancı ortakları; kritik önemdeki pek çok sanayi kolumuzda yabancı ortaklıkların ağırlığı vardır. Ve teknoloji yabancı ortakların ellerindedir. Yabancı ortaklık her şeyden önce menşei farklı firmaların çıkar uzlaşmasını yansıtır. Ama herkes bilir ki, bu ortaklıklarda asıl güç, teknolojide daha yetkin olan taraftadır ve teknoloji gücünü elinde tutan taraf, her an coğrafya değiştirebilme serbestliğine sahiptir. Bu serbestlik, kritik zamanlarda, örneğin bir iktisadi kriz zamanında, yerli ortak için tam bir tehdide dönüşebilir. Diyelim, bizim ulusal stratejimizde, “2015`te otomotivde dünyada ilk 10`a; Avrupa Birliği’ndeyse ilk 3’e girmek...” hedef alınıyor. Bu hedef otomotivdeki yabancı ortakların dünya çapındaki stratejileriyle uyuşmazsa yerli ortaklar ne yapacaktır? Yabancı ortaklıkların egemen olduğu diğer sanayi dallarında benzer durumlarda ne yapılabilecektir? Sorunun yanıtını sanayimizin genelinde verebilmek için, gözlerimizi ister istemez bu coğrafyada yetişen sanayicilerimize çeviriyoruz; çünkü stratejinin başarısı için ufukta gözüken tek umut onlar... Ama bu noktada da açık kalplilikle söylemek gerekir ki, bizim sanayici kuşaklarımız Cumhuriyetimizin ilk dönemlerindeki kadroların kendi sanayimizi kurma ve Türkiye’yi sanayide sıçratma heves ve iddiasını aynı kararlılıkla sürdürebilmiş değillerdir. Elbette sanayicilerimiz arasında istisnalar var; ama sınai üretimin ağırlığı kamu sektöründen özel sektöre doğru kaydırılırken bu ulusal motifin her nasılsa önemli ölçüde buharlaştığı da bir gerçek. Şimdi bizzat sanayicilerimiz tarafından da isteniyor olmasına rağmen, ulusal ölçekte bir sanayi stratejisinin hayata geçirilmesi konusunda iyimser olabilmek bunun için de biraz zor... Siz ne dersiniz? 1 970’lerde çok az kişi bilim insanlarının küresel ısınmayla ilgili uyarılarına kulak asıyor, çok daha az kişi ekonomik büyümenin önüne geçilmesiyle çevrenin korunabileceği görüşünü ciddiye alıyordu. Günümüzde ise bu görüşlere çok büyük bir ilgi gösteriliyor. Artık yaşanabilir bir gezegene sımsıkı tutunmakla küresel pazarın genişlemeye dayalı hedefleri arasındaki çelişkiden giderek çok daha sık söz ediliyor. Gelgelelim, suların yükseleceği ve ortalığın sıcaktan kavrulacağı yönündeki uyarılara kulak asmayan ve ısrarla büyüme hedefini körüklemeyi sürdüren Kral Canute gibi bir tavır sergileyen insanlar ve onları yöneten hükümetler, günümüzde de bu çelişkiyi büyük ölçüde görmezden geliyorlar. Bu davranışın ardında yatan temel etmenlerden biri, sürdürülebilir bir ekonominin kaçınılmaz olarak yaşamlarımızı daha kötüye götüreceği yönündeki yaygın sanıdır. Çevreci eylemlere katılanlar bu yüzden insanları ilkel koşullara sürüklemek isteyen gerici insanlar olarak değerlendirildiler. Küresel ısınmayı ciddiye alanlar, belki de bu görüşe karşı çıkmak amacıyla, mevcut koşulları sürdürmemize olanak tanıyan teknik çözümlere odaklanma eğilimindeler. BÜYÜMEN N “YÜKSEK” YA AMI Yaşamın hemen hemen tüm keyifli yönlerinin ve özlem duyulan unsurlarının bizlere mutluluğun tek yolunun alabildiğine tüketmekten geçtiğini iletmeye çalışan reklamlarla yansıtılmaya çalışılmasının bir yararı yok. “Yüksek” yaşam düzeyinin beraberinde getirdiği gerginlik, tıkanıklık, sağlıksızlık, gürültü ve pislikten kaçınmanın verdiği mutluluktan söz edildiğine çok ender tanık oluyoruz. Gerçekte, çalışmanın ve maddi değerlerin ağır bastığı günümüz yaşamının insanlara pek de keyif vermediği ve daha az çalışıp, daha az ürettiğimiz sürdürülebilir bir topluma geçişin, bizleri çok daha mutlu edeceğini ortaya koyan bir yığın kanıt var. Örneğin, araştırmalar, mesleğe bağlı hastalık ve bunalım oranlarının çalışma süreleri ile bağlantılı olduğunu ve belli bir gelir düzeyine ulaşıldığında daha fazlasının insanın mutluluğunu arttırmadığını ortaya koyuyor. Ekonomik sistemimizin yoğun iş tempomuz nedeniyle yitirdiğimiz birtakım yaşamsal zevkleri bizlere para karşılığında satıyor olması, içinde bulunduğumuz durumun saçmalığını açıkça gözler önüne seriyor. Turizm şirketleri bizlere “nitelikli zamanı”, yemek şirketleri “ev yemeklerini” pazarlıyorlar; arabalar yüzünden sokaklarda rahat yürüyemeyen insanlar koşu bantları için spor ve cimnastik salonlarına bir yığın para ödüyorlar; insanlar şirketler kanalıyla eş ve arkadaş buluyorlar. Ekonomide büyüme sürdükçe, tüketim kültürü bunu kabullenme isteğimize daha da çok bel bağlıyor. HAYATIN FARKLI BOYUTU İnsanlar yaşamın yalnızca çalışıp harcamaktan ibaret olmayıp, daha farklı bir boyutunun da olabileceğini giderek fark etmeye başlıyorlar. Alabildiğine gergin bir yaşam biçeminin olumsuzluklarından etkilenen insanlar, sahip oldukları değerleri ve ulaşmak istedikleri hedeflerini yeniden gözden geçirdiklerinde daha basit bir yaşam sürdürmeye karar veriyorlar. Topluca daha az çalışılan bir yaşama geçilmesi insan, mal ve bilgi dolaşım hızının düşmesine, buna bağlı olarak da kaynak kullanımı ve karbon salınımının azalmasına neden olacaktır. Bu durum insanların yaşam biçemlerinden ödün vermelerini gerektirmekten çok, onlara sayısız yararlar sağlayacaktır. Böylelikle insanlar ailelerine ve özel yaşamlarına çok daha fazla zaman ayırabilecekler, her gün iş ile ev arasında gidip gelmek yerine, yürüyüş yapmanın, bisiklete binmenin ya da kürek çekmenin keyfine varabilecekler. Market alışverişleri azalacak, yerel dükkânlar yeniden canlılık kazanacaktır. Tüm bunlar kentsel ve kırsal yaşamın dönüşümden geçmesine neden olacak, insanların daha derinlikli düşünmelerine ve koşuşturma nedeniyle ihmal edilen cinsel yaşamlarına daha fazla zaman ayırmalarına olanak sağlayacaktır. “Nitelikli yaşam” konusundaki bu farklı görüşler, daha az gelişmiş ülkelere de esin kaynağı olup, onların gelişme ile ilgili eğilim ve hedeflerini yeniden gözden geçirmelerini sağlayabilir. CBT 1136/ 6 26 Aralık 2008 YEN B R HAYAT Doğal olarak insanlar her gün biftek yemek, sıcak küvette banyo keyfi yapmak, süslenip püslen